Kölelerin Özgürleştirilmesinde Lincoln ve Tolstoy Yöntemi

Kuzey ve Güney eyaletleri arasında dört yıl süren Amerikan İç Savaşı gerçekten de köleleri özgürleştirmek için mi yapılmıştı? Marks, neden Güney’deki köleliğin feodalizme değil kapitalizme hizmet ettiğini söylemişti? Tolstoy’un yapıp Lincoln’ün yapamadığı neydi?

 

KÖKSAL ÇİFTÇİ

İnsan insanı köle etmeye ve emeğini sömürmeye günümüzden yaklaşık 7 bin yıl önce başladı denir. Köleliğin en ağır dönemi, Antik Çağ’dır. İnsanlık, Köleci Toplum’dan Feodal Toplum’a evrildi, herkesin yazgısı değişti ama kölelerin yazgısı değişmedi. Mirası, 1700’lerin son çeyreğinde palazlanmaya başlayan burjuvalar devraldı. Zamanla köle emeğinin sanayi üretimi için verimli olmadığı ortaya çıktı. Tarımsal ham madde, köle emeğiyle değil makineyle üretilmeliydi. ABD burjuvaları, sorunu çözmek için 1861’de 4 yıl sürecek olan bir iç savaşı başlattı. Sanayi kapitalizminin temsilcisi Lincoln, savaşın bitimine bir yıl kala köleciliğe son veren -tüm dünyada geçerli olacak- yasayı yürürlüğe soktu.

Bu metinde ilkin okurun empati kurmasını kolaylaştırmak için Antik Çağ kölelerinin günlük yaşamlarından kesitler vereceğim. İkinci aşamada ABD iç savaşını gün gün izleyip çalıştığı gazeteye yazan Marx’ın görüşleri eşliğinde ABD eksenli köleliğin kaldırılma serüvenini özetlemeyi deneyeceğim. Sonuç bölümünde ise Lincoln ve Tolstoy örneği üzerinden kölelerin özgürleştirilmesi yöntemini irdeleyecek, eleştirilerimi sunacağım.

İNSANLIK SUÇU OLARAK KÖLELİK

Başlarda ben de pek çok duyarlı aydın gibi genel bilgilere sahiptim ve özellikle antik çağlarda gücü yetenlerin güçsüzleri köle edinmesinin affedilmez bir insanlık suçu olduğunu söylemekten öteye geçen bir duyarlılığa sahip değildim. Fakat bir hayli geç dönemimde okuduğum Prof. Dr. Hasan Malay’ın “Çağlar Boyu Kölelik” (Gündoğan, 1990) adlı eseri, yüzlerce yıl önce yaşamış o kadersiz insanlarla -itiraf edeyim, garip bir duygu bu- empati kurmamı sağladı ve konuyu daha derinlemesine incelememe vesile oldu.

İlk öğrendiğim bilgi, kölelerin kabaca üç sınıfa ayrıldığıdır: Çiftlik köleleri, ev köleleri ve eğlence sektörünün vazgeçilmezleri, gladyatörler, yani arena köleleri.

Çiftlik köleleri kölelerin en talihsizi.

Öğreniyoruz ki çiftlik köleleri, uçsuz bucaksız tarım alanlarında sarı sıcak altında -çoğu boğazından- zincire vurulmuş olarak çalıştırılır, günün her saati çoğunluğunu efendisiyle iş birliğine girmiş diğer kölelerden oluşan kahyaların kırbacı altında tarımsal üretimle geçirir, akşam olunca da tıka basa ranza dolu büyük bir hangara koyun doldurur gibi doldurulurlardı. Aile ilişkisine izin yoktu, kadın köleler ayrı, erkek köleler ayrı hangarda tutulurlardı. Yaş ortalamaları çok kısaydı, en yaşlısı ve dirençlisi 35’ine ancak ulaşabilmekteydi. Köle gereksinimi ağırlıklı olarak savaş tutsaklarından karşılanmaktaydı. Erken ölümler ve geciken savaşlar köle açığı doğururdu. Sorunu gidermek için efendiler hangarların kapısını açıp -koç katımı benzeri- kadın ve erkek kölelerin çiftleşmesine izin verirlerdi. Doğan çocuklar babalarının kim olduğunu bilmezdi, iş görür yaşa gelince annenin elinden alınır, tarlada zincirlenir, ihtiyaç fazlası olanlar ise satışa çıkarılırdı.

Antik Yunan’da ve Antik Roma’da kölelik

Köle sahipleri, bedenen yıpranmış, üretimden düşmüş, hastalanmış ve “yaşlanmış” çiftlik kölelerini beslemekten kaçındıklarından satmayı dener, alıcı çıkmazsa -ki genelde çıkmazdı- tamamına yakınını ya ıssız bir adaya attırır ya da öldürtürlerdi. (Malay, s 188)

Bu sınıf kölelerin sahiplerini görme şansı olmadığından kurtuluş şanslarının sıfıra yakın olduğu söylenmektedir.

En avantajlı köleler ev köleleri.

Ev köleleri ömürlerini köle olarak tamamlasalar bile 40- 45 yaşına kadar ulaşma şansına sahiptiler. Kölelikten, azatlı köleliğe geçenlerin ise ömürlerini efendilerininkine yakın bir yaşa uzatmaları olanaklıydı.

Ev köleleleri ve tiyatro yapan oyuncu köleler

Mecliste senatör, kent yönetiminde encümen, askerde subay vb. gibi alanlar dışında bedenen çalışırlarsa yurttaşlık statülerini kaybedeceklerinden (Politika, s 75-76) efendiler, günlük yaşamlarını idame edebilmek için ev, bahçe, ticaret, zanaat işlerinin her alanında köle çalıştırırlardı.

Ev kölesi olmanın kötü yanı, birinin yaptığı hata yüzünden tüm kölelerin -öldürülme dahil- cezalandırılması, iyi yanı ise sahibini zor durumdan kurtaran kölenin yüklü bir parayla ödüllendirilmesiydi. Yeteri kadar para biriktiren köle, sahibinden özgürlüğünü satın alabilirdi. Satın alınan özgürlük, azatlık olurdu. Azatlı köle, sahibi yaşadığı süre içinde köleliğe devam etmek zorundaydı. Azatlı köle -sahibinin onayını alarak- evlenebilir, çocuk sahibi, mülk sahibi olabilirdi. Bir yerden bir yere giderken, çocuğunu evlendirirken de izin almak zorundaydı.

Ev kölesi olmanın bir başka avantajlı yanı da köle sahibinin, kölesinden kültür ve sanat konusunda başarı beklemesiydi. Çünkü efendinin filozofluk dışında kalan kültür sanat dallarında yetenek sergilemesi hoş karşılanmazdı. Bu nedenle tüm müzik, resim, heykel, zanaat gibi işlerin ustası, kölelerdi. Bu aynı zamanda kölenin ticari değerini de artırırdı.

Tiyatro metinlerini efendiler ve azatlı köleler yazardı ama oyuncuların tamamı kölelerden oluşurdu. Metinler ağırlıklı olarak siyasi içerikli olurdu ve yazar, bir başka köle sahibine ağır sözlerle yüklenirdi. Oyuncunun bu sözleri çıplak yüzle dillendirmesi, köle sahibine kendisi sarf etmiş izlenimi vereceğinden sahnedeki tüm kölelerin öldürülmesi kaçınılmaz olurdu. Bu nedenle köle oyuncular sahneye yüzünde maske ile çıkmak ve oyunlarını yüz ve göğüslerinin tamamı seyirciye dönük oynamak zorundaydılar. Omuzunu veya sırtını gösteren oyuncu öldürülürdü. Seyircilerin tamamı sahiplerden oluşurdu ve ellerini birbirine vurarak kölelerini takdir ettiklerini belli ederlerdi. Köleler de kendilerini alkışlayan efendilerini burnu yere değercesine eğilerek selamlamak zorundaydılar.

Azatlı köleler genellikle iki alandan kendine çıkış yolu arardı. Birincisi, efendiler çocuk eğitimini küçümsediğinden öğretmenlik ve felsefeyle uğraşmak, -ki ünlenen ve adı günümüze gelen Aisopos/Ezop, Marcus Antonius, Cato vb. gibi çok felsefeci vardır- İkincisi ise toprak sahibi olup köle çalıştırarak -ki Cato böyleydi- efendiler gibi lüks statüye ulaşmak.

Köle sahibinin kölesine işkence etmesi yasal güvence altına alınmıştı. Köle tekmelenir, dövülür, kolu bacağı kırılır, gözü çıkarılır, canlı canlı fırına atılırdı. Köle haksızlığa katlanmak zorundaydı. Suç ne kadar büyük olursa olsun ona mahkeme yolu kapalıydı.

Bazı köle sahipleri yoksullaşınca ekonomik çıkmazdan kurtulmak için iğdiş edilmiş kölelerinin en alımlılarını, açtıkları genelevde çalıştırırdı. Yoksulluktan kölesi kalmamış olanlar ise genç oğullarını iğdiş eder, sermaye sorunlarını çözerdi. (Malay, s 148)

Eğlence sektörünün köleleri: Gladyatörler

Bu konuda hemen herkesin şu veya bu şekilde bir bilgisi olduğundan sözü uzatmayacağım. Şu kadarını söyleyeyim, arenaya çıkan her köle, yani gladyatör öldürülmezdi. Ölümüne gösteriler özel zamanlarda ender görülen işlerdi. Spartaküs başta olmak üzere pek çok gladyatör -ki bu isyanların sayısı yüzü geçer- köle isyanına önderlik etmiştir.

Arenada vahşi hayvanlarla savaştırılan gladyatörler ve Spartaküs

ABD İÇ SAVAŞI VE KÖLELİĞİN KALDIRILMASI

1492’de İtalyan denizci Kristof Kolomb’un keşfettiği Amerika kıtasını gözü dönmüş İspanyollar, Portekizliler, İngilizler ve Fransızlar kendi aralarında pay ettiler. İlk işleri, kıtanın gerçek sahipleri olan Mayaların, İnkaların, Azteklerin ve Kızılderililerin elindeki altın, gümüş ve benzeri değerli madenleri katliam yoluyla ele geçirip Avrupa’ya taşımak oldu. 1600’lere gelindiğinde İspanyollar, Fransızlar ve İngilizler son derece verimli topraklara yöneldiler. Kapattıkları uçsuz bucaksız arazileri kendi güçleriyle işlemeleri olanaksızdı. Sorunu Afrika’dan getirdikleri köleleri kırbaç altında çalıştırarak çözdüler.

İç savaşı hazırlayan etmenler

1800’lerin ortalarına gelene dek kıtada özgür insana oranla köle sayısı azdı. Virginia özelinde örneklersek: 1600’lerin ortalarıyla 1800’lerin ilk yarısında bu eyalette topu topu 2 bin köle vardı. Sanayi Devrimi’nin kıta ülkesine ulaşması ve egemen olmasıyla sayı 150 bine ulaştı, 1861’deki İç Savaş sırasında ise bu sayı 500 bini aşmaktaydı.

Sanayi Devrimi’nin; Fransız fizikçi Denis Papin’in 1681’de buhar gücünü ölçmekte kullandığı deney kabını -ki biz onu hâlâ düdüklü tencere olarak kullanmaktayız- İskoçyalı mühendis James Watt’ın 1763’te buhar pistonuna dönüştürmesiyle başladığını söylerler. 1787’de Amerikalı John Fitch’in buharlı gemi, 1804’te de İngiliz Richard Trevithick’in buharlı lokomotif denemesi ise yüksek Sanayi Devrimi döneminin ilk adımı olarak tanımlanır.

Bu iki icadın iç savaş açısından önemi büyüktür. Çünkü buhar gücüyle üretim yapan fabrikalara tarlalardan ham madde, hedef pazarlara da fabrikalardan mamul madde taşımanın en ucuz, en hızlı ve en güvenilir yoluydu bu iki icat.

İngilizler Afrika’dan getiriyor, satıyor, Güneyliler köle yapıp pamuk tarlalarında çalıştırıyorlar

Uzun süren özgürlük mücadelesi sonunda 1783 Paris Antlaşması’yla bağımsızlığını kazanıp 1790’da kendi anayasasını halk oyuna sunmuş olan Amerika’da Kuzey eyaletleri makineli sanayi konusunda yetkinleşirken güney eyaletleri tarıma dayalı ticarette kalmayı seçerek Kuzey’in en büyük ticari rakibi İngiltere ile sıcak ilişkilerini eskisi gibi korumayı sürdürmüşlerdi. Kuzey’in burjuvaları, hantal köle gücüne dayalı üretim yerine dinamik ve daha verimli özgür işgücüne dayalı üretimden yana açık tavır almaktaydı. Ülkelerinde pek az olan pamuk ve benzeri ürün ham maddesini İngilizlere satmak, Güneyliler açısından oldukça kârlıydı. İki köleci arasındaki ilişki şöyleydi: İngiltere Güney’e ucuz köle temin ediyor, Güney de ona kaliteli ve ucuz pamuk, tütün, şeker kamışı gönderiyordu.

İç savaş başlıyor

Sorun, Güney’in kölecilikte ısrar etmesiyle sınırlı değildi. Güneyli çiftlik sahipleri daha fazla pamuk, tütün, şeker kamışı üretebilmek için daha geniş toprak talep etmeye ve Kuzey’e doğru yayılmaya başladılar. Bu, en büyük ticari rakibi olan İngiltere karşısında Kuzey’in elinin hayli zayıflaması anlamına geliyordu.

Sürtüşme hat safhaya ulaştı. Kölecilik karşıtlarına destek için kurulan bir dernek 1854’e Cumhuriyetçi Parti adıyla siyasi örgüte dönüştürüldü. 1860 seçimlerini, köleliği kaldıracağı sözü veren bu partinin başkanı Lincoln kazandı. Gelecek kaygısına düşen Güney Carolina, isyan ederek Federal hükumetten ayrıldığını ilan etti. 1861’de ise Güney Carolina’ya katılan Florida, Louisiana, Alabama, Missouri ve Georgia eyaletleri, Jefferson Davis’i başkan seçerek Montgomery kentinde Richmond başkentli, Amerika Konfedere Devletleri adıyla yeni bir devlet kurdular. Kısa süre içinde Teksas, bir süre sonra da Virginia, Arkansas, Kuzey Carolina ve Tennessee bu birliğe dahil oldu.

İç savaşta Kuzeyli ve Güneyli askerler karşı karşıya. Kuzeyin başkanı Abraham Lincoln, Güneyin başkanı Jefferson Davis

Lincoln başkanlık yemini konuşmasında bu oldu bittiyi kabul etmeyeceğini ve birliği korumakta kararlı olduğunu açıkladı. Konuşmanın hemen ardından ayrılıkçı Konfederasyon orduları, Güney Carolina’nın Charleston limanındaki Sumter Kalesi’nde bulunan federal birlik güçlerine top atışına başladı, iç savaşın fitilini tutuşturmuş oldu.

Kuzey, Güney’den daha avantajlı

Her iki taraf da savaşa kısa sürede zafer kazanacağı umuduyla başladı.

Kuzey 22 milyon nüfus, 23 eyaletle maddi kaynaklar açısından 9 milyon nüfuslu ve 11 eyaletli Güney karşısında açık ara üstünlüğe sahipti. Öte yandan endüstriyel gelişmişlik Kuzey’i silah, cephane, giyecek, demir yolu nedeniyle her türlü ikmal alanında da öne geçirmekteydi. Örneğin, Güneyli askerlerin tamamında ağızdan doldurmalı tek atımlık tüfek varken, Kuzeyli askerlerin çoğunluğu bir dolduruşta altı mermi atan silahlara sahipti.  

Güney’in bir başka avantajı ise başlarda mühimmat, silah ve tıbbi malzeme gereksinimini deniz yoluyla İngiltere’den temin edebilmesiydi. Savaşın yıllara yayılacağı anlaşılınca Lincoln bu açığı kapatmak için harekete geçti, Güney kıyılarında abluka ilan etti. Başlarda önemsiz gibi görünse de bu tedbir etkisini gösterdi. Güney’in Avrupa’ya pamuk ihracatı tamamen sonlandırılmış, sözü edilen malzemelerin akışı kesilmişti.

Savaşı Kuzey kazanıyor, kölecilik kalkıyor

Avrupalı dostlarından beklediği uluslararası desteği de alamamış olan Konfederasyon’un elindeki son etkili koz ise oldukça yetenekli generalleri Robert Edward Lee ve Thomas J. Jackson’dı.

Lincoln’ün Güney’in elini zayıflatan diğer bir girişimi de tüm köleleri Kuzey askeri sayan 1 Ocak 1863’te yürürlüğe koyduğu Kölelerin Azad Edilmesi Bildirisi’dir. Bu etkili girişim, Güney’in üretim gücünü hatırı sayılır ölçüde elinden aldığı gibi Virginia’da ve Mississippi’de olağanüstü başarılar kazanacak olan Siyah Birlikleri’nin kurulmasının da önünü açmıştır.

Savaşın kaderini belirleyen 9 Nisan 1865 tarihli Gettysburg Muharebesi’nde Kuzeyliler Güney’in tek umudu haline gelmiş olan General Robert Edward Lee’yi alt ettiler ve Konfederasyon ordularını teslim olmaya zorladılar. Yenilgiyi kabul eden Güneyli askerlerin çok büyük bir bölümü silah bırakarak, kayıtsız şartsız teslim oldular.

Denir ki Amerikan halkı, Güney’in 75 bin, Kuzey’in de 82 bin askeriyle karşı karşıya geldiği bu savaşta toplam 600 bin evladını yitirmiştir.

Köleliği kaldıran Lincoln öldürülüyor

Lincoln, savaş sürerken 1863’te köleliğin kaldırılmasını yasalaştırmayı başarmıştı. Şimdi, sıra Güney eyaletlerine toparlanmaları ve yaralarını sarmaları için yardım etmeye gelmişti. Bunun için Senatoya karşılıksız borç verme teklifi sundu. Bu çıkış, yenilmiş Güney’in arazilerine “çökme” hazırlığındaki zafer sarhoşu Kuzeyli burjuvaları çok kızdırdı. Söylenti odur ki caydırma girişimleri sonuçsuz kalınca sermaye sahipleri gizli servisle ortak bir karar alarak Başkan’ı ortadan kaldırması için Senatör Walles’ı görevlendirdiler. O da vaktiyle Güneyli cephesine askeri lazımlık kaçakçılığı yapmış -ki Güney yanlısı bir casus olduğu söylenir- eski aktör John Wilkes Booth’u suikast için görevlendirdi. Booth, kaçırma planı yaparken Başkan’ın Ford Tiyatrosu’nda “Amerikalı Kuzenimiz” adlı oyunu izlemeye gideceğini öğrendi, planını değiştirdi. Oyun başladıktan kısa süre sonra kuliste saklandığı yerden locasına geçerek 14 Nisan 1865 günü Lincoln’u başından vurdu.

Lincoln’a suikast yapılan tiyatro, komplocu olduğu söylenen senatör Walles, tetikçi John Wilkes Booth

MARKS’IN KÖLE SORUNUNA ve İÇ SAVAŞA BAKIŞI

İlk mermi atılışından son mermi atılışına dek gün gün, yakından izlediği Amerikan İç Savaşı’nı makaleler halinde kaleme almış olan Marks, bunların hem Die Press hem de The New York Daily Tribune gazetelerinde yayımlanmalarını sağlamış.

Köle sorunu hakkında Marks ne düşünüyordu diye merak edenlerin; Felsefenin Sefaleti, Kapital’in 1. cildi gibi eserlerinde de değinmiş olsa da özellikle Ferhat Sarı’nın çevirip 2019’da kitaplaştırdığı Amerikan İç Savaşı adlı kitabını okumalarını öneririm.

Marks, İç Savaş için “Güney ile Kuzey arasındaki mevcut mücadele … kölelik sistemi ile özgür emek sistemi arasındaki mücadeleden başka bir şey değildir.” (İç Savaş, s 37) ifadesini kullanmaktadır. Bununla Marks’ın feodal sistemle kapitalist sistemin çatışmasına değil kapitalizmin iki kanadının çatışmasına işaret ettiği açıktır. 

Nitekim Felsefenin Sefaleti’ndeki şu sözleriyle de bunu pekiştirir:

“Makine, kredi vb. kadar doğrudan kölelik de burjuva sanayiinin eksenidir. Kölelik olmadan pamuk olmaz; pamuk olmadan modern sanayi olmaz. … Dünya ticaretini yaratan kölelik olmuştur ve büyük sanayinin ön koşulu da dünya ticaretidir.” (s 111)

Daha açık söylemek gerekirse, Marks’a göre Amerikan İç Savaşı, Güney’in özgür olmayan emeğe dayalı kapitalist üretim tarzı ile Kuzey’in özgür emeğe dayalı kapitalist üretim tarzı arasında geçmektedir. Proletaryanın profesyonel sınıf olması ve ekonomik özgürlüğünü kazanabilmesi için köleliğin kaldırılması kaçınılmazdır. Bu nedenle köleciliğin kökünü kazımak için Kuzey, zor kullanarak saldırgan Güney’i ezmelidir. Böylece politik devrim sosyal devrimle bütünleşecek ve sorun kalıcı olarak çözümlenmiş olacaktır.

Sonuç

ABD’de kölelerin bir iç savaşla özgürleştirildiğini lise yıllarımda öğrenmiştim ve “Feodal ağalığı yıkmışlar, toprakları da özgürleştirilen siyahiler arasında pay etmişler, ezen yok, ezilen yok” diye düşünerek onlarla gurur duymuş, mutlu olmuştum. Ne var ki sevincim kısa sürdü. Çünkü zaman ilerledikçe ve bilgim arttıkça bu savaşın köleleri özgürleştirmek için değil kapitalizmin çıkarları uğruna yapıldığının farkına vardım.

İşi bunca kurcalamama karşın o gün bu gündür “Kölelikten kurtarılıp ırkçılığın kol gezdiği kapının önüne konan siyahilere ne oldu?” sorusuna -Marks dahil hiçbir kaynaktan- doyurucu bir yanıt alabilmiş değilim.

Şöyle ki: Güneylilerin dev arazilerine el koyanlar, tarımdan başka iş bilmeyen köleleri aç biilaç kapının önüne koyup “Özgürsünüz” demişlerdi. Siyahiler, yasal olarak özgürleşmişlerdi, o kadar. Onlara derilerinin renginden dolayı sosyal, siyasal, ekonomik ayrımcılık, Kuzey ya da Güney fark etmeden en ağır şekliyle sürüyordu. Ünlü 13. Maddenin yürürlükte olmasına karşın angaryanın devam etmesi kimseyi şaşırtmıyordu. Çiftliklerden iş ve yiyecek bulmak için sokağa çıkan eski köleler tutuklanıyor, cezalandırılıyor, köle sahibine iade ediliyordu. Yasal güvenceye alınmış olmasına karşın siyahiler hiçbir hakka sahip değillerdi: Ateşli silah bulundurmaları, oy vermeleri, aday olmaları, en ağır suçlar için bile dava açmaları, aynı kiliseye gitmeleri, aynı lokantada yemek yemeleri, beyazlarla aynı okulda eğitim almaları, siyah olmayanla evlenmeleri, aynı mahallede oturmaları, aynı taşıtlara binmeleri, aynı tuvaletlere girmeleri, toprak sahibi olmaları ve daha niceleri fiilen yasaktı.

Özetle, siyah adama, yaşam alanı olmayan bir özgürlük verilmişti.

Lincoln’ün iyi niyeti -hakkını verelim- takdire şayan, ne var ki iyi niyet yeterli olmuyor. Bana göre sorun Birleşik Devletler’de de Tolstoy’un yöntemiyle çözülmeliydi.

Köleliğin kaldırılması için Kuzeyde ilk mücadeleyi başlatan: John Brown. Farklı yöntemlerle sürdürenler: Abraham Lincoln, Karl Marks, Lev Tolstoy.

Tolstoy, 1828’de Moskova yakınlarındaki aile mülkü Yasnaya Polyana’da bir toprak soylusunun oğlu olarak doğmuş olmasına karşın, asla soylu bir yaşamı seçmedi. Onca eser yazımı sırasında bile köleler ve köylülerin acınası yoksulluğu onun temel sorunu oldu hep. 1861 tarihli Çar Bildirisi’yle Rusya’da kölelik kaldırılınca özgürlüğün bir lütuf meselesi olmadığı, bir idrak, uygulama meselesi olduğunu söyleyerek harekete geçti, topraklarını kölelere ve köylülere pay etmeye, tapulamaya başladı. Karısı ve ailesi buna şiddetle muhalefet edince girişimi sekteye uğradı. Gene de fikrinden vaz geçmedi. Köylülerinki gibi bir kulübede kendi elbisesini dikerek, kendi sobasını yakarak, kendi ekmeğini pişirerek sevdiği insanlarla eşit şartlarda yaşamaya başladı. Evdeki baskıdan bunalıp dışarı çıktı. Kışın en şiddetli zamanıydı, tren istasyonuna sığındı ve orada zatürreden bir yoksul gibi öldü.

Köleler ABD’de de bu yöntemle özgürleştirilmeliydiler.

Ana görsel: Kölelik Tarihi Müzesi, Zanzibar, Tanzanya

Yararlandığım temel kaynaklar:

Karl Marx, Amerikan İç Savaşı, Haz. Ferhat Sarı, Kor, 2019
Karl Marx, Felsefenin Sefaleti, çev. Ahmet Kardam, Sol, 2018
Karl Marx, Kapital, c 1, çev. Alaattin Bilgi, Sol, 2020
Hasan Malay, Çağlar Boyu Kölelik, Gündoğan, 1990
Aristoteles, Politika, çev. Mete Tunçay, Remzi, 2006

PAYLAŞMAK İÇİN