Keşke evleri en çok para verene değil, en çok sevene verseler

Şu an bomboş bir arazide bir zeytin ağacının altında oturmuş yazıyorum. Bu zeytin ağacının dalına tutunup yeni bir yaşam kurmak zorundayım. Kiralar 13 yıldır oturduğumuz evi terk etmek zorunda bırakıyor. Bodrum’a âşık olmamı sağlayan o minicik evden ayrılmak o kadar zor ki, her eşyayı kutularken gözüm yaşarıyor. Sonra kendime gelip benden sonraki kiracı için bol miktarda aşk, bol miktarda kahkaha, bol miktarda güzel anı bıraktığımı düşünüyorum

 

HİCRAN AYDOĞDU

İçimde bir yarım kalmışlık hali…

Bir dizinin 80 bölümünü izlemiş de sonunu izleyememişim gibi, tam yazacakmışım da yazının sonu çıkmış ilk paragrafını yerine oturtamıyor gibi, çok özel bir buluşmaya gidecekmiş ama ne giysem yakışmıyor hali, bildiğin kurumsal bir toplantıya bir saat geç kalmışım hissi işte.

Eşyaları toplamışım, hepsi kendince, çocukluğumdaki gibi kutu kutu pense oynuyor ama ben onları nereye yerleştireceğim hiçbir fikrim yok gibi. (Aslında durum aynen bu, benzetme yok burada) Hayallerim hep yerli yerinde; bir adım atsam, sihirli yol belirecek önümde ama yola çivi döşemişler, ayağım çok kanayacak korkusu…

Şairin tam da duyuyorum görüyorum anlatamıyorum dediği yerdeyim.

İçimden havalanan kuşları, kanatlarını kırmadan, aksine, şarkılar söyleyerek mutlu mutlu uğurlamaya gayret ediyorum değişen güzergahlarına…

Aslında ben yazar, şair ya da köşe yazarı değilim, yaşadıklarını hissettiklerini birileri ile paylaşmak isteyen belki de yaşadıklarını bu yolla anlamlandırmaya çalışan sade bir kadınım. Sesime ses geldiğinde mutlu olan, yaşadıklarımı yaşayan biri ile karşılaşınca deneyimlerini dinlemek isteyen, herhangi biri.

“Yaptığım en iyi şey öğrenmek” demişti bir arkadaşım, belki de içimdeki bitmeyen anlama ve öğrenme isteğidir bana bunları yazdıran.

Şu an bomboş bir arazide bir zeytin ağacının altında oturmuş bunları yazıyorum. Çünkü bu zeytin ağacının dalına tutunup yeni bir yaşam kurmak zorundayım. Zorundayım diyorum çünkü Bodrum’da artan kiralar bizi 13 yıldır oturduğumuz 40 metrekare minik Bodrum evinden çıkmak zorunda bırakıyor. Avlusunu ellerimizle maviye boyadığımız, sokağın hep denize açıldığı, Bodruma aşık olmamı sağlayan o minicik evi terk etme düşüncesi o kadar zor oluyor ki her bir eşyayı kutuya koyarken o eşyanın eve girişini hatırlıyorum gözüm yaşarıyor. Sonra kendime gelip benden sonraki kiracı için bol miktarda aşk, bol miktarda kahkaha, bol miktarda güzel anı bıraktığımı düşünüyorum.

Umarım kıymetini bilen biri gelir bu eve diyorum. Sokakta kediler var çünkü beslemesi gereken, İpek gelir Nazmi gelir tecavüzcü sarman gelir. Nar ağacım onunla konuşmazsan, sabahları uyanıp deli deli şarkı söylemezsen nar vermez ki sana demek istiyorum. Kano al demek istiyorum sabahları çıkar balık tutarsın akşamları dostlara mangal yakarsın. Öyle sabah işe gidip akşam gelip yatacaksan, ne olur ziyan etme benim güzel bahçemi demek istiyorum. Bu evin bir ruhu var demek istiyorum.

Ev sahibi arada açar müziği, rakı içmeye çağırır seni, git mutlaka kaptanın deniz hikayelerini dinle demek istiyorum. Yukardan ince ince Rumca şarkılar gelirse, bu evlerin en eski sahiplerini anarak bir kadeh rakı da sen iç demek istiyorum. Hep düşünürüm mübadele zamanı buradan ağlayarak giden anneleri babaları. İçten içe bilirdim aslında bir gün benim de bırakıp gideceğimi. Şimdi ben de onlar gibi kalbimi burada bırakarak gidiyorum. Bir sürü kalp var bu evde demek istiyorum. Sen de kalbini bu eve ver demek istiyorum. Bazen de kıskançlıkla doluyor içim, sevmesin istiyorum bu evi, fazla da kalmasın gitsin.
Hemen sonra başkası, sonra başkası gelsin, kimse uzun kalmasın, evim beni özlesin istiyorum. İşte böyle deli deli duygular içindeyim.
Keşke evleri en çok para verene değil de en çok sevene verseler mesela.

Yazdığıma bakmayın ben bile güldüm. Seveni sevdiğine vermeye bile 100 yılda alışamadı bu topraklar. Parayı hiç sevmedim ama bu dünya denen gezegende, paran yoksa sevdiğin şeyler de olmuyor işte. Parayı hedefine koyduğunda ise insan olamıyorsun; iki ucu boklu değnek dedikleri bu olsa gerek.

Eskiden Bodrum’da deniz kenarları değersiz görülüp kız çocuklarına bırakılırmış. Şimdi tam tersi, parası olana bırakılıyor, mavimizi bile satın alıyorlar işte anlayacağınız.

Bizim o maviye gücümüz yetmiyor Sonuç itibari ile ben, bu karmakarışık kafam, bu deli hallerime katlanan sevdiğim, üç kedi, bir köpeğimizle bize kimse ev vermediği için (haklarını yemeyelim bazı ev sahipleri verdi ama biz 10 bin TL kira veremedik desek daha doğru) şimdi eşyalarımızı ahşap bir depoya koyup (ahşap önemli konu çünkü depoyu da ahşap gereçlerle kendimiz yaptık,  Bodrum’da 21 metrekare boş bir depo aylık 1000 TL) kendimize içinde kalabilecek bir kulübe yapmak için bir adım atıyoruz.

Bir şarkıcı ile bir “şarapçı” ne anlar kulübe yapmaktan demeyin arkamızdan. Size arada anlatırım ne haldeyiz, neler yapıyoruz. Yeni bir yola çıkıyoruz işte. Paranın gücüne gücümüz yetmedi, toprağa harcayacağız emeğimizi. Bundan 13 yıl önce koskoca Ankara’dan Bodrum’a minicik bir bebe ile tek başıma çıktığım yol bu gün başka bir yola, başka bir hayat biçimine dönüşüyor kıvrılarak. Denizde balık tutup topraktan patates çıkaracağız bundan sonra. Şehirden köye iniyoruz. En azından bir avuç toprağım var diye avunarak. Bodrum’un yarısı benim durumumda ve çoğunun toprağı bile yok, paralarının yettiği tek göz pansiyon aramakta tüm emekçiler. Paranın yönettiği bu yeni düzen hepimizi evsiz barksız moralsiz bıraktı çünkü. Yani ben yeni bir hayalin, yine bir hayalin peşinden yürüyorum. Korkmuyorum

“Enter”

Yürüdüğüm yolu da seviyorum. Bilmiyorum mutlu olur muyum, olmaz mıyım! Ama bildiğim ve güvendiğim tek şey yeni başlangıçlara olan inancım. Arada örselese de hiç yanıltmadı. Tekerleğin bile yolda yıpranma payı var öyle değil mi? Önemli olan o tekerin dönmekten yorulmaması ve vardığı yerdeki mutluluk Şimdi o tekerin yolunu, vardığı yeri ve orada yaşananları anlatacağım sizlere. Umut kalbimizden dostlar yanımızdan eksik olmasın.

PAYLAŞMANIZ İÇİN