Keban’dan Kömürhan’a Fırat Kıyılarında Bir Gezi

Böyle daha birçok yerin, köylülerin ya da meraklıların saldırısına uğradığını ve yok edildiğini duyduğumuzda çok üzülüyoruz. Bugün de bu yıkım daha da artmış, bilinçsiz ellerde dokuyu bozan işler yapılmış durumda

 

AV. CEM BAYINDIR

Geçtiğimiz günlerde Elazığ valiliği, Baskil kaymakamlığı, Elazığ Belediyesi yetkilileri ve sivil toplum örgütlerinin yeni bir kanyon bulunduğunu ilan ettikleri bir haber yerel ve ulusal basında bolca yer buldu.

Oysa bu bölge yöre insanının öteden beri bildikleri bir yerdi. Ben de bundan yaklaşık 15 yıl önce bu bölgeyi gezdiğimde hayran kalmıştım.

O tarihte Keban’dan aşağı üç bin km yol alan Fırat Irmağı’nda halamın oğlu Koreli Reşit’in kaptanlığında 30-40 km.’lik bir yolculuk yaptık. Yol arkadaşlarım ile birlikte kayıkla indiğimde gördüğümüz kanyon, Discovery Tv ya da National Geographic kanallarında gördüğüm dünya üzerinde bulunan öteki kanyonlar gibi etkileyiciydi.

Kanyonu oluşturan kayaların dorukları Fırat’tan göğe doğru öyle bir yükseliyor ki, gölgeleri ırmağın ta ortalarına varıyor.

Irmağın sağında solunda balıkçılık yapanların kafesleri, kulübeleri var. Bu, Fırat için ciddi bir kirlilik sorunu.

Teknedekilerden, güzel sanatlar, sanat tarihi ve resim eğitimi almış Ahmet Demirel ağabey, yavaş yavaş ve kıyılara yakın yol alıp kanyonun en ince yönlerini bile incelemek, tek bir görünümü bile kaçırmamak gerektiğini söylüyor ve bize kanyonlarda ilk insanların ellerinin değmiş olduğu bu yerler hakkında değerli bilgiler veriyor.

Önce Nimri dağı eteklerinden yerel adlarıyla Kuruçay’a ve Dumbo’ya iniyoruz. “Meşelik” diye anlatılan kıyılardan geçiyoruz. Zamanında Fikret Otyam da bizim gibi bu yerlerden geçmiş, kamp kurmuş, boğulma tehlikesi atlatmış. “Oy Fırat, Asi Fırat” kitabı meraklılar için önemli bir kaynak.

Keban’a bağlı Zırkı köyünün sakinleri, Fırat kıyılarında güzel kayısı bahçeleri yetiştirmişler.

Yerli halktan Mısırlı Osman Dayı’nın evinin bulunduğu yer büyülü bir görsellik içeriyor. Kafes balıkçılığı yapan oğlu Mustafa’ya el sallıyoruz kayığımızdan.

Deveboynu bölgesinde kayık ilk arızasını veriyor. Kaptanımız Reşit motorun hava yaptığını söylüyor. Tarihin en büyük denizci halklarından Giritlilerin “Opios fovate then fovate” diye bir sözü varmış. “Korkan korkmaz” diyor Giritliler, kısaca “önlemini alan korkmaz” demekmiş.

Ama kayıkta yalnızca bir küçük anahtar ve bir de tornavida dışında hiçbir onarım aracı  göremeyince bir an korkmamız gerektiğini düşünmüş olsam da, sorun çözülünce rahatlıyor ve yolculuğumuzu sürdürüyoruz.

Özellikle Nimri Dağı kıyılarında terk edilmiş ve adına “peğ” dediğimiz eski, yıkık evler var. Bir zamanlar bu kıyılar birçok köy insanının kullandığı yazlık yerleriymiş oysa.

İleride Zırkı’nın alt yanında tıpkı uzanmış bir aslana benzeyen Fırat’a sokulmuş bir yarımadacık var.

Aslankayası” adlı bu uzantının ad babası çok sevdiğim rahmetli yakınım Ahmet Şener olunca insan daha bir ilgi duyuyor bu yere.

Ardından yüksek kayalardan oluşan yeni bir kanyon daha başlıyor. Sağlı sollu mağaralar var.

Kayıkla öyle bir yere geliyoruz ki, buz gibi olan Fırat suyu aynı anda sıcacık bir suya dönüşüyor. “Sıcak-Soğuk Bölgesi” denilen bu yer bize Cebelitarık Boğazındaki Atlas Okyanusu ile Akdeniz’in sularının karışmamasını anımsatıyor.

Gerçekten de suyun bir yanı buz gibi iken, hemen bir karış alt yanının sımsıcak olması akıl almaz bir olay. Fırat’ın balıklarının çok sevdiği yerlerden biri olduğunu da bu canlıların sudaki coşkulu kaynaşmalarından ve sıçrama şöleninden anlıyoruz.

Keban köyleri Zırkı ve Topkıran köyleri sınırlarını geçip, Baskil’e bağlı Kumlutarla ya da eski ve bilinen adıyla Adaf kıyılarına dek gittiğimizde karşımıza Karakaya Baraj Gölü çıkıyor. Kanyonun son bölümünde de yukarılar gibi, sağlı sollu mağaralar bulunuyor.

Kanyondaki mağaralar ve kayalık alanlar ve yerli halkın “Kara Leylek” dediği, yaz aylarını burada geçiren göçmen kuşlar görülmesi gerekli güzellikler. Adaf köyünün iki km kuzeyinde başlayan kanyon, Fırat boyunca yaklaşık üç km boyunca uzamakta.

Karaleylek Kanyonu’nda mağaraların ağız kısımlarının tamamı Fırat’a dönük. Bu mağaraların en ilginci Tepesidelik Mağarası. Mağaranın tepe kısmındaki orta bölümün çökmesi ile giriş kısmında doğal bir köprü var ve içerisinde de tavandan akan bir tatlı su kaynağına denk geliyoruz.

Kanyona ulaşım Fırat Irmağı üzerinden teknelerle sağlanmakta. Ayrıca Baskil ilçe merkezine gidip de oradan, yukarıda da adını andığım 45 km uzaklıktaki Adaf köyüne araçla, oradan da yürüyerek 20 dakikada kanyonun üst sırt tarafına ulaşabilirsiniz.

Mağara içlerine girmek için ilk insanların yaptığı merdivenler, kazınmış yerler hemen görülüyor. Tarih boyunca insanlar tarafından yoğun olarak kullanılan bu mağara yerleşmelerinde oyularak yapılmış merdiven sistemlerinin bugüne değin kalması da ilginç.

İçlerinde ilkel biçimlerde yapılmış yalın yapılar var. Bana mezar gibi geldi. Daha doğru bilgi için bu yerlerin bana göre en kısa sürede bilim adamlarınca incelenmesi ve korunmaya alınması gerekir.

Böyle daha birçok yerin, köylülerin ya da meraklıların saldırısına uğradığını ve yok edildiğini duyduğumuzda çok üzülüyoruz. Bugün de bu yıkım daha da artmış, bilinçsiz ellerde dokuyu bozan işler yapılmış durumda…

Üstte de belirttiğimiz gibi mağaralar, doğa koşullarından, yabanıl yaşamdan korunmak için özenli seçilmiş ve hepsi Fırat’a bakan yönlerde. Birbirlerine geçişleri olduğu söyleniyor.

Çok zamanımız olmadığından geri dönüp, Topkıran Köyü eteklerine demir atıp, bir süre dinleniyor, yemek yiyor, bir şeyler içiyoruz. Demir attığımız yerden “Aslankayası” muhteşem  görünüyor.

Akşam karanlığı ile birlikte, -yaşamımda yalnızca burada görebileceğim- bir gökyüzü şenliği başlıyor bu kez.

Samanyolu Gökadası elimizin altında, hemen yanı başımızda gibi sıralı bir biçimde bulutumsu görünüşüyle görsel bir şenlik daha sunuyor bize.

Yıldızların bu denli açık, bu denli yoğun, bu denli yakın olabileceği bir başka yer var mı acaba?

Geceyi kıyılarda geçirip, ertesi sabah, kayıktaki bir iki küçük arızadan sonra geri dönüyoruz.

Keban’ın bir su ve maden kenti olduğunu bir kez daha kanıtlıyor bu gezimiz.

Oyulmuş mağaralar, suya yakın yerleşim yerleri, su ve maden kültürüne özgü kalıntılar her yerde karşımıza çıkıyor.

Nasıl ki, Akdeniz, Karadeniz, Ege, Baltık denizlerine, Nil’e, Amazon’a özgü bir kültürden söz ediyorsak, bu bölge insanların da ilk çağlardan bu yana, bir Fırat, bir su ve bir maden topluluğu oldukları çok açık…

Açık olmayan ise, mitolojide anlatılan söylencelerin, kutsal kitaplara girmiş olağanüstü olayların yaşandığı yerleri andıran bu yerlerin ilk konuklarının, geçmişin sislerine bürünmüş insan topluluklarının kimliği, geçmişi, nereden geldikleri…

Yaman savaşlar yapan, uygarlıklara son verip, uygarlıklar kuran, Fırat boyunca uzanan gizli bir tarih var buralarda.

Amerika’daki yerli halkın yaptığı bir kaya mezardan, bir mağara evden hiçbir ayrımı olmayan, Avrupa’daki El Castillo, Altamira, Chauvet-Pontdarc  Lascaux ve Niaux gibi mağaralardaki ilk insan kanıtlarına, onların çizdiği şekillere benzeyen bu tarihsel mağara ve yapıların en kısa sürede incelenip, karşılaştırılarak bu insanlar ve tarihleri hakkında daha çok bilgi sahibi olmamız gerekiyor.

Bu zorunlu bir insanlık görevi…

 

 

paylaşmanız için

İlk yorum yapan olun

Bir yanıt bırakın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak.


*