İzmir Suikastı: Cumhuriyet İttihatçılık’ı Bitiriyor

Gazi Mustafa Kemal, İsmet Paşa’ya İzmir’e gelerek durumu düzeltmesini, aksi halde kendisinin de mahkeme kararını engellemek suçuyla tutuklanabileceğini bildirir

 

 

AV. CEM BAYINDIR

İzmir Suikastı davası Cumhuriyetin ilk dönemlerinde cumhuriyet karşıtları için kurulan İstiklâl Mahkemelerinde görülen en önemli davalardandır.

Dava 14 Haziran 1926 tarihinde İzmir Valiliğine yapılan bir ihbarla ortaya çıkan ve tarihe “İzmir Suikastı” olarak geçen olaya karışanların yargılanmasıdır.

Atatürk, Büyük Söylev’inde bu olay ve yargılama süreci için “Cumhuriyet düşmanları, büyük komplonun bütün safhaları ile son bulduğunu kabul etmediler. Alçakçasına son bir teşebbüse giriştiler. Bu teşebbüsler ‘İzmir Suikastı’ olarak kendini gösterdi. Cumhuriyet mahkemelerinin ezici pençesi, bu kez de Cumhuriyeti suikastçıların elinden kurtarmayı başardı.” der.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk Anadolu Ajansı’nda yer alan, “… Benim naçiz vücudum bir gün elbet toprak olacaktır; fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır ve Türk Milleti emniyet ve saadetini zamin prensiplerle medeniyet yolunda tereddütsüz yürümeye devam edecektir.” biçimindeki sözleriyle Türk halkına ve Türkiye Cumhuriyeti’ne güvenine vurgu yapmış, bu suikastın kendisine değil Cumhuriyetin temel ilkelerine karşı gerçekleştirildiğine dikkat çekmiştir.

Falih Rıfkı Atay da, Atatürk’ü anlattığı Çankaya adlı kitapta suikasta ilişkin şöyle yazar: “Suikastçılar Mustafa Kemal’i öldüremediler. Fakat kendi partilerini öldürdüler. Ne kadar yazık ki yeni rejimin otoritesi, İzmir ve Ankara sehpaları üstünde tutundu. Bu kesin tasfiye, her türlü aleyhtarlığın veya gericiliğin bütün cesaretlerini kırdı. Mustafa Kemal’e başladığı inkılâbı tamamlamak fırsatı verdi.”

 

Aslında cumhuriyette çok partili sisteme geçiş ilk andan beri düşünülen bir şeydi. Ancak Terakkiper­ver Cumhuriyet Fırkası’nın kurulmasıyla işin rengi değişti; tüm laiklik, cumhuriyet ve devrim düşmanları buraya yanaşmaya başladı. Bu partinin teşkilatı, Türkiye’nin hemen her yanında Halk Partisi’ne, Mustafa Kemal ve arkadaşlarına karşıt  ne denli padişahçı, şeriatçı, çıkarcı, ayrılıkçı tip varsa onlardan oluşmaya başladı. Parti oy kaygısıyla tüm muhaliflere kapılarını açmıştı.

1925 Şubatında başlayan Şeyh Sait Ayaklanması sonrasında yapılan mahke­melerde Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası görevlilerinden bazılarının ce­za alması ve bu arada ünlü İttihatçılardan Kara Vasıf Bey’in “Mustafa Kemal Paşa’yı istiyorsanız Halk Fırkasına gidiniz. Halifeyi istiyorsanız bizim Fır­kamıza geliniz” sözlerinden yargılanması ve benzer karşıt söylemler nedeniyle parti  Bakanlar Kurulu kararı ile Takriri Sükûn Yasası gereğince kapatıldı.

Partinin kapatılmasıyla İttihatçılar yine ortada kaldılar ve iktidarı ele geçirmeye karar verdiler. Suikast kararı ise eski İaşe Na­zırı Küçük Efendi Kara Kemal’in düşüncesiydi. Kara Kemal zeki, yetenekli ve eski bir komitacıydı.  Öteki önemli kişi İzmit Mebusu Ahmet Şükrü Bey ve üçüncü önemli ad da İsmail Canbolat Bey’di. İşte bu üç İttihatçı geçmişi yeniden kurabilmek adına “Terakki” sözcüğünü de koruyarak birleşmişlerdi. “Bu işe başlayabilmek için önce Mustafa Kemal’i ortadan kaldırmak gerekir” diyen Şükrü Bey’in bu düşüncesine Kara Kemal de destek vermişti.

Ahmet Şükrü 

Günlerce bu önemli suikastı yapabilecek kişileri arayıp sonunda da hükûmete kırgın bir eski İttihatçı olan Abdülkadir Bey onla­rı eski Lazistan (Rize) milletvekili Ziya Hurşit Bey’le tanıştırdı.

Ziya Hurşit, Almanya’da eğitim almış, yurda döndüğünde öğret­menlik yapmış, yaşı yetmemesine karşın Büyük Millet Meclisi’ne Lazis­tan vekili olarak girmişti. Gazi Mustafa Kemal Atatürk “Sakarya Savaşı”nı kazanıp Ankara’ya döndüğünde büyük bir törenle kar­şılanınca Meclis’teki kara tahtaya “Bir millet kendi putlarını kendi yapar, kendi tapar” diye yazmış, cumhuriyetin ilanına da muhalif oy vermişti. Özellikle ikinci grup liderlerin­den Ali Şükrü Bey’in, Topal Osman tarafından öldürülmesine çok tepkiliydi. Ziya Hurşit bu cinayetin işlen­mesinde Atatürk’ün parmağı olduğunu düşündüğünden öç alma duygusu içindeydi. Aslında Kurtuluş Savaşı gazisi olmasına karşın bu tutumlarından ötürü İstiklal Madalyası alması CHP milletvekillerince engellendi­ğinden ve bir sonraki dönem aday gösterilmediğinden  tümüyle Atatürk’e karşı düşman olmuştu.

Tasarlayıcılar ilk iş olarak silah kullanacak kişiler olarak Laz İsmail’i ve Gürcü Yusuf’u buldular. Ekip, Ankara, İstanbul, Bursa derken suikast için en uygun yerin İzmir olduğuna karar verdi.

Gazi; yapılan devrimleri halka anlatmak, yeni devrimlerin ortamını hazırlamak amacıyla 8 Mayıs 1926’da Konya, Tarsus, Mersin, Adana, Bilecik, Bursa, Balıkesir ve İzmir’i kapsayan Güney ve Batı Anadolu gezisine çıkmaya karar vermişti. 14 Haziran’da İzmir’e doğru yola koyulacağı sırada, İzmir valisi Kâzım Bey’den kendisine suikast düzenleneceğine yönelik ihbar geldiği bilgisini veren bir telgraf alır. Vali, telgrafında Gazi’nin İzmir’e hareketini ertelemesini istemektedir.

Valiliğe yapılan ihbara göre; eski Lazistan Mebusu Ziya Hurşit, Laz İsmail, Çopur Hilmi ve Gürcü Yusuf isimli tetikçiler Kemeraltı’ndan geçeceği sırada otomobilinin yavaşlayacağı sokakta Gazi’yi öldürmeyi planlamışlardır.

Plan gereği suikastçıları Sakız’a kaçıracak olan Motorcu Giritli Şevki; suikast günü yaklaşırken, ekipte yer alan eski İttihatçı subay Sarı Efe Edip ile Saruhan Milletvekili Abidin Bey’in İstanbul’a gitmelerinden kuşkulanarak olayın anlaşıldığı düşüncesiyle olayı Valiliğe ihbar etmiş, ayrıca Gazi’ye hitaben yazdığı ihbar mektubunu da valiye vermiştir.

Giritli Şevki’nin bu ihbar mektubu ile olay anlaşılmış, Atatürk rastlantı sonucu bu suikasttan kurtulmuştu. 15 Haziran 1926 yani ih­barın yapıldığı gün Ziya Hurşit, Laz İsmail, Gürcü Yusuf ve Çopur Hilmi yakalandılar. Sarı Efe Edip ile Abidin Beyler de İstanbul’da yakalanmışlardı.

Giritli Şevki’nin ihbar mektubu

Olay sonrası Ankara İstiklal Mahke­mesi 17 Hazi­ran 1926 günü özel bir trenle İzmir’e geldi. Başkanlığını Afyonkarahisar Milletvekili Ali (Çetinkaya) Bey, üyelik­lerini Gaziantep Milletvekili Kılıç Ali Bey, Aydın Milletvekili Reşit Galip Bey, Rize Milletvekili Laz Ali (Zırh) Bey ve Savcılığını Denizli Milletvekili Necip Ali (Küçüka) Bey’in yaptığı,  dört üyenin  Ali adında olmasından dolayı Aliler Mahkemesi de denilen İstiklal Mahkemesi hemen göreve başladı ve kısa sürede suikastla bağlantısı olan pek çok kişi tutuklandı.

Tutuklananlar arasında Terakkiperver Parti’de yer alan Millî Mücadele’nin önder kadrosundan Kâzım Karabekir, Ali Fuat (Cebesoy), Refet (Bele), Bekir Sami (Kunduh), Cafer Tayyar (Eğilmez), Mersinli Cemal Paşa ve Rüştü Paşalar da bulunuyordu.

Bu büyük ve tarihi kişiliklerin tutuklanmaları onlar ve sevenleri adına onur kırıcı olsa da mahkeme sonunda suçsuzlukları anlaşılmış ve serbest bırakılmışlardı. Çoğu yeniden önemli görevler aldı, milletve­kili oldular. Örneğin, Kâzım Karabekir Paşa öldüğü tarihte TBMM başkanı idi.

Millî Mücadele önderlerinin tutuklanması karşısında İsmet Paşa, ortada ciddî bir kanıt olmadığı gerekçesiyle tutuklanmalara karşı çıkmışsa da yalnızca Kâzım Karabekir Paşa’nın serbest bırakılmasını sağlayabilmiştir. Ancak bu müdahalenin duyulması üzerine Gazi Mustafa Kemal, İsmet Paşa’ya İzmir’e gelerek durumu düzeltmesini, aksi halde kendisinin de mahkeme kararını engellemek suçuyla tutuklanabileceğini bildirir. İsmet Paşa mahkemenin yetkilerinin yerinde olduğunu ve mahkeme üyelerinin vatan ve Cumhuriyet için yaptığı çalışmanın başarılı bir adalet örneği olacağına inandığını belirten mektubunu Mahkeme Başkanı Kel Ali’ye gönderince bu kriz bir biçimde atlatılacaktır.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk, ken­dini vurmak isteyen canilerin başı olan tutuklu Ziya Hurşit ile de bir görüşme yaparak bu eylemin tasarlamasının nedenini sormak ister:

-Ziya Hurşit Bey, uzun bir zaman teşriki mesai etmiş değil miydik? Bir gaye uğruna çalışmadık mı?

-Evet Paşam  

-Nedir bu suikast? Hem de şebekenin elebaşı, ruhu imişsiniz öyle mi?

-Öyle… Doğrudur. Suikast yapmaya geldim. Amma kuvvede kaldı… Fiile çıkmadı…

-Sizden bunu beklemezdim.

-Dünya beklenmedik şeylerle doludur Paşam. Ne yapayım ki, kar­şınız da bu vaziyette suçlu olarak bulunuyorum. Ne diyebilirim…

Ziya Hurşit, “Ne diyebilirim!”

Mahkemenin ilk duruşması 26 Haziran 1926 tarihinde yapılır. Mahkeme, 13 Temmuz’da kararını açıklar ve suikast olayı, muhalefetle bağlantılı olarak değerlendirilir. Türk Ceza Kanunu’nun 55. ve 57. maddelerine göre Teşkilât-ı Esâsiyye Kanunu’nu kısmen ya da tamamen değiştirmek amacına yönelik cemiyet kurmak veya bu cemiyete üye olmak suçundan ikisi gıyaben olmak üzere on beş kişi idama mahkum edilir.

Kaçak olan eski İaşe Nazırı Kara Kemal ve eski Ankara Valisi Abdülkadir dışında, suikastın tetikçileri ve olayın perde arkasında oldukları iddia edilen İzmir Milletvekili Şükrü, Saruhan Milletvekili Abidin, Eskişehir Milletvekili Ayıcı Arif, Sivas Milletvekili Halis Turgut, İstanbul Milletvekili İsmail Canbolat, Erzurum Milletvekili Rüştü Paşa, Albay Baytar Rasim, Sarı Efe Edip, Hafız Mehmet, Ziya Hurşit, Çopur Hilmi, Laz İsmail, Gürcü Yusuf adlı on üç kişinin idamı, 13 Temmuz gecesi gerçekleştirilir.

Suikastla ilişkisi olmadığı anlaşılan Kâzım Karabekir, Ali Fuat, Refet, Cafer Tayyar ve Cemal Paşaların da aralarında bulunduğu yirmi dört kişi ise beraat eder. Çoğu eski İttihatçı olan dokuz kişi de yargılanmak üzere Ankara’ya nakledilir ve 17 Temmuzda Ankara’ya dönen İstiklâl Mahkemesi Heyeti, İttihatçıların yargılanması için soruşturma başlatır.

Mahkeme, 26 Ağustos’ta Ceza Kanunu’nun 55. ve 57. maddelerini esas alarak Teşkilât-ı Esâsiyye Kanunu’nu tamamen veya kısmen değiştirmeye ve kaldırmaya, Millet Meclisi’nin görevine son vermeye teşebbüs suçundan dört kişinin idamına karar verir. Rauf (Orbay) Bey ile birlikte beş kişiye de onar yıl kalebentlik cezası verilir, otuz yedi kişi ise beraat eder.

26 Ağustos gecesi de Maliye Nazırı Cavit, Maarif Nazırı Doktor Nazım, Ardahan Milletvekili Hilmi ile Kâtib-i Mesullerden Nail Bey idam edilir. Haklarında gıyabî idam kararı bulunan iki kişiden Kara Kemal, davalar sürerken İstanbul’da saklandığı evin polis tarafından kuşatılması üzerine intihar eder. Abdülkadir Bey ise Bulgaristan’a kaçmak isterken yakalanır, yeniden yargılanarak idam edilir. (31 Ağustos 1926) Böylece İzmir ve Ankara’da yapılan duruşmalar sonucunda suikast davası, on dokuz kişinin idamı ile sonuçlanmış olur.

Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlarının bir tertip olduğunu iddia etmelerine karşın Türkiye’nin kuruluş aşamasında önemli bir dönüm anı olan İzmir Suikastı ve mahkeme süreci birçok kitabın da konusunu oluşturmuştur. Türk yazınında birçok yazar bu konuda roman üretir. Samim Kocagöz’ün “İzmir’in İçinde”, Kemal Tahir’in “Kurt Kanunu”, Tarık Buğra’nın “Firavun İmanı”, Ayla Kutlu’nun “Bir Göçmen Kuştu O”, Yılmaz Karakoyunlu’nun “Üç Aliler Divanı” ve “Yorgun Mayıs Kısrakları”, Ayşe Kulin’in “Füreya” adlı yapıtları bunlar arasındadır. Bu romanlar içinde en güçlüsü Cumhuriyet’in ilk yıllarını yerip İttihatçılara karşı yakın bir dil kullanıyor olsa da Kemal Tahir’in Kurt Kanunu’dur.

Ziya Hurşit darağacında

 

Kaynakça:

  • Kemal Tahir, Kurt Kanunu, İthaki Yay, 2020
  • Samim Kocagöz, İzmir’in İçinde, Literatür Yay., 2021
  • Gonca Arkon Tekinel, Türk Romanında 1926 İzmir Suikastı, Akademik Sosyal Araştırmalar Dergisi, Yıl: 5, Sayı: 62, 2017, S
  • Cemal Avcı, İzmir Suikastı, Iq Kültür Yay, 2007
  • Gülten Savaşal Savran, 1926 İzmir Suikastı ve İstiklal Mahkemeleri, Dokuz Eylül Üniversitesi Atatürk İlkeleri Ve İnkılap Tarihi Enstitüsü, 2006

 

paylaşmanız için