ışıktan bir tablo gibi duran aşk

Aklıma gelir miydi Hamlet, Töre, Roberto Zukko, Rümuz Goncagül, Kösem Sultan gibi oyunlarda sahnede görmeye alışık olduğum bir tiyatro sanatçısının kitabı hakkında yazarken sözcüklerin elimde titreyeceği, kalbime değip değip benden uzaklaşacakları…

HAYRETTİN GEÇKİN
hayrettingeckin@gmail.com

Şiir- öykü kardeşliği; şiire de öyküye de alan açmış, birbirini varsıllaştırmıştır. Aralarındaki ilişkinin düzeyli oluşunun etkisi de var bunda. Birbirlerine gidip gelirler ama birbirlerinin varlığına, bağımsızlığına saygılıdırlar. Birbirlerinin topraklarına ayak basarlar ama asker postallarıyla değil.  Anlam götürmek için birbirlerine, duyarlılık taşımak için…

Tiyatro metinlerini bu ilişkinin neresine koymalı acaba?

“KARPUZ KABUĞUNDAN GEMİLER YAPMAK”…

Aysel Yılmaz’ın  “Kum Saatindeki Akrep” adlı tiyatro oyununu okurken bir yandan da bu soruya yanıt aradım kafamda. Öyle ya, tiyatro metni öykünün içinden geçip şiirde yıkanmadan, onların büyülü koyaklarından aldığı renkleri, bilinenin ötesindeki sese dönüştürmeden nasıl çıkar seyircinin karşısına? Galiba iyi bir tiyatro metni kendini yaratırken şiirin ve öykünün de ötesine geçiyor. Göklerde bir yerde saklanıyor bir süre. Tanrısal yer ediniyor orda. Sonra da sahneye iniyor ve karanlıkta yansıyan ışık olarak ulaşıyor seyirciye. Seyirci eski kendisi değil artık. Ve böylelikle bir kez daha tüm yazı formlarıyla ortaklaştığını görüyoruz tiyatronun da.

Aysel Yılmaz’ı, Ahmet Uluçay’ın Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak adlı filminden tanımıştım ilk önce. Nerden bilebilirdim bir gün onunla saatler süren sohbetlerimizin olacağını? Tiyatroyu, sinemayı, şiiri ve öyküyü konuşacağımızı? Aklıma gelir miydi yıllar sonra karşımda bir başka gökyüzü gibi duran kişiliğini anımsayarak, yerine göre sözcükleri harlayan, yerine göre onları serinleten; sesinin düştüğü ve bilincinin yürüdüğü, onun sahneye konmayı bekleyen oyunu hakkında yazacağım? Aklıma gelir miydi Hamlet, Töre, Roberto Zukko, Rümuz Goncagül, Kösem Sultan gibi oyunlarda sahnede görmeye alışık olduğum bir tiyatro sanatçısının kitabı hakkında yazarken sözcüklerin elimde titreyeceği, kalbime değip değip benden uzaklaşacakları…

Bunun için zor işte “Kum Saatindeki Akrep” hakkında bir şeyler yazmak. 70’inde emekli edebiyat öğretmenleri Nergis’le Adem çiftinin çocuklarını kaybettikten sonra bir daha çevrilmeyen takvim yaprağına dokunamamak bunun için zor işte.

Metnin konu ettiği yaş almışlıklarının yarattığı sıkıntıları, ilaçlarla iç içe yaşamı, zamanla insana musallat olan unutkanlıkları ama yine de bunların içinde karanlıkta ışıktan bir tablo gibi duran Nergis’le Adem’in aşkını, birbirine olan düşkünlüklerini ve birbirlerine olan geçmez sevgilerini anlatmak bunun için zor işte.

SESLERİN SAHNEDEN AKIŞINI İZLEMEK DE ŞİİRDİR

Açıkça söylemek gerekirse “Kum Saatindeki Akrep” sahnelendiğinde mutlaka izlemek isterim… Gören duyan olursa bana haber versin lütfen. Kuşkusuz yaşıyorsam, aranızdaysam… Aysel Yılmaz kendini mi oynar oyunda, Nergisi mi, Tina’yı mı ya da oyunun yönetmeni olmakla yetinir mi yalnızca,  hiç bilmem… Ama sahneden akıp izleyicilerin arasında dolaşan “Ceketimin cepleri ayrı sokağa çıkıyor, işte oralarda bulamıyorum olmaz olası kendimi”, “Yabancı evlerin zillerini çalan başparmağım kızarmış utancından”, “Kaçıp gitmeli yine de cebimdeki sokaklara”, “Bana dargın pusulalar yol gösterse; ne adresler bulurum; oysa sen; avucumun içindeki çizgiler gibisin. Ezbere tarif ederim seni. Hiç kaybolmam sende. Ezberimdesin, ölümüne…” gibi çok sayıda sözün nasıl yankılanacağını merak ederim salonda. Çünkü sahneden seslerin akışını izlemek de şiirdir, öyküdür bir bakıma.

Eline sağlık Aysel Yılmaz, benim sevgili kardeşim! Sen hep yaz. Sen hep oyna… Bilinenin ötesinde durarak dikkatimizi çek hep… Ezberlerimizi boz… Düş biriktirmemize yardım et. Utanmamızı sağla… Bizi yolculuklara çıkar, yeni kendimize doğru…

(Kum Saatindeki Akrep, Oyun metni, Aysel Yılmaz, Dorlion Yayınları 2020).