Güneş rengi yaprakların mevsimi

Çiçeklerin çoğu solar, ağaçlar giderek soyunur çırılçıplak kalır; yaprak dökmeyenler bile ilkbahardaki o canlı parlak yeşil değildir artık. Hele göçmen kuşların gidişi, sanki son noktayı koyar. Herkes kendi faniliğini düşünür sonbaharda.

LEYLA TUNÇ YELTİN

Ağır ağır çıkacaksın bu merdivenlerden,
Eteklerinde güneş rengi bir yığın yaprak,
Ve bir zaman bakacaksın semaya ağlayarak
…”

Ahmet Haşim’in “Merdiven” isimli güzel şiiri bu satırlarla başlıyor. Ne anlattığına dair uzun tartışmalar, yorumlar yapılabilir, yapılmış da. Ama ilk anda -ve en basit bir kavrayışla diyelim- sonbahar ve sonbahar yapraklarını aklına getiriyor insanın… en azından benim.

Sonbaharın sanattaki, edebiyattaki yeri hakkında ciltler dolusu yazı yazılabilir. İnsan psikolojisi üzerinde de derin etkileri olduğu bilinir: Sonbahar romantiktir, hüzünlüdür, depresiftir, insana fani olduğunu hatırlatır… bir yandan da sonbaharda başlayan aşkların kalıcı olduğu söylenir.

Ben sonbaharı çok severim. Mevsimin güzelliği aklımı başımdan alır. Su kenarlarında, ağaç altlarında uzun uzun yürürüm. Öyle melankolik veya romantik sebeplerle değil, o bir yığın “güneş rengi yaprak” yüzünden. Doğanın sonbahardaki değişimi, dönüşümü muhteşemdir.

Doğadaki bazı unsurlar için büyük uykuya hazırlık, bazıları içinse ufacık canlarını doğanın dakik, sabırlı ve hükümran düzenine bırakma zamanıdır sonbahar.

Sonbaharda yapraklarını dökerek kışa hazırlanan bir ağacın, baharda yeniden yeşilleneceğini bilmek güzel bir tesellidir. Ama dallarda sadece yedi-sekiz ay kalarak toprağa düşen yaprak için o kısacık süre koskoca bir ömürdür. Sonbahar, bahar da olsa, sonuncu bahardır işte.

Aynı zamanda da hazırlık zamanıdır. Kış öncesi doğa otunu, ağacını, ayısını, arısını, toprağını kışa; o sessiz ve soğuk dinlenme zamanına hazırlar.

Nedir sonbahar?

Önce şuraya hemen internetten bulduğum bir “mevsimler şeması” koyayım. Bu şema dışında, yazıdaki tüm fotoğrafları, o bahsettiğim yürüyüşler sırasında ben çektim. Dışarlıklı tek görsel aşağıdaki şema.

Dünyamızın ekseni eğiktir. İyi ki de eğiktir. Çünkü hem kendi etrafında hem de güneşin etrafında usul usul dönerken, bu eğik eksen sayesinde bazen güneşe yaklaşır bazen uzaklaşır. Yaklaşma ve uzaklaşma yolunda ilkbahar ile sonbahar; yakın ve uzak olduğunda da yaz ile kış olur.

Ekvator bölgesi bu dönüşün yarattığı ısı değişimlerinden etkilenmez, kutuplarda ise değişimler gözlense bile hava daima soğuktur. Konu çok kısaca, çok kabaca böyle.

İnsan türünün bugüne kadar yarattığı en büyük canavar olan iklim krizi tüm döngüleri alt üst ettiği gibi mevsim dönüşlerini de, sınırları belirsiz bulanık zamanlara dönüştürüyor. Artık dünya iki mevsimli bir düzene geçişte. Bazı yerler sürekli yaz, bazı yerler sürekli kış yaşayacak gibi. Bugün değil belki; ama önlem alınmazsa yakında.

İklim kriziyle mücadele etmenin yöntemleri kimileri tarafından canla başla, kimileri tarafından yasak savar bir şekilde tartışılıyor. Kimilerinin ise umurunda değil. Mücadelenin doğayı veya gezegeni kurtarmaktan çok kendimizi kurtarmakla ilgili olduğunu hatırlamak, unutmayı tercih edenlere sık sık hatırlatmak gerek.

Ama bugün konumuz sonbahar; ağaçlar, yapraklar, kuşlar, böcekler… Kuzey yarım kürede sonbahar 23 Eylül – 21 Aralık arasında yaşanır. Mesela Avusturalya’da olsak, 21 Mart – 21 Haziran arası olacaktı. Kuzey ve güney yarım küre arasında devamlı seyahat etsek, sonsuz bir sonbahar içinde yaşayabilir miyiz dersiniz? Maddi kısıtları bir kenara bıraksak dahi, böyle yapmayı ister miyiz acaba?

Sonbaharı ne kadar sevsem de, her mevsimi hakkını vere vere yaşamak en iyisi olsa gerek. Dört mevsimli dünyamız güzel. Öyle kalsın.

Yaşadığım bölgede sonbahar biraz uzun sürüyor şansıma. Sonbahar yağmurları durmuyor bu ara. Kış bastırmadan hafif de bir güneş açarsa, etraf şifalı ot, mantar dolar. Fakat Kazdağı’nın Madra’nın zirvelerinde ince taze bir kar gördüm bu sabah. Kış kapıda. Zaten ağaçlar çoktan konunun farkına vardılar ve hazırlanıyorlar.

Ağaçların sonbahardaki hazırlığı

Ağaçlar yağmurdan, güneşten, kardan, doludan, şimşekten, yıldırımdan kaçamazlar, saklanamazlar. Neredelerse hep oradadırlar. Bu nedenle yaz sonuna doğru ve tüm sonbahar boyunca gelmekte olan soğukları duyumsar ve kışa hazırlanırlar.

Takip ettikleri en önemli gösterge güneş ışınlarının giderek daha eğik gelmesi ve gündüz süresinin kısalmasıdır. Hücre bazında küçülme, şeker depolama, tutulan su miktarında azalma ve dallarda, gövdede sertleşme meydana gelir.

Çeşit çeşit meyve verilir ki birileri yesin ve çekirdeklerde uyuyan hayat yeniden toprakla buluşsun.

Başka hazırlıklar da vardır: ağaç soğuğa dayanabilsin diye kabuk kalınlaşır, su kaybı (ve ihtiyacı) azalsın diye yaprak dökülür, dona karşı dayanıklı olunsun diye su dallardan gövdeye doğru geri çekilir.

Peki nedir bu güneş rengi yaprakların sırrı?

Her sonbahar yaprak döküp, her ilkbahar yeniden çıkartmak biraz zahmetli ve enerji isteyen bir iş gibi görünüyor değil mi? Değil, değil… doğanın işleme yöntemi verim odaklıdır. Boşa enerji harcamaz.

İbreli ağaçlar (iğne yapraklı diye öğretmişlerdi vaktiyle bize, şimdi ibreli deniyormuş) yapraklarını öyle her yıl dökmez. Dökenler geniş yapraklı ağaçlardır (meyveli veya meyvesiz).

Geniş yapraklı ağaçlar, alçak rakımları ve suya ulaşmanın görece kolay olduğu bölgeleri severler. Büyüme mevsiminde bol bol yapraklanırlar. Böylece, tüm yaprakların toplamına eşit çok geniş bir alanda fotosentez yapabilirler. Yaprak alanının genişliği ömürlerinin kısalığını dengeler ve güneş gören mevsimler boyunca gıda üreterek bunu enerjiye dönüştürürler. Enerjinin büyük bir kısmını çiçeklenme, meyve verme, kabuk yapma, büyüme için kullanır; bir kısmını da kış için depolarlar.

Geniş yapraklı ağaçların bol güneşli bir gündeki fotosentez kapasitesi ibreli ağaçlarınkinden fazladır. Bunun sebebi hem yaprak alanının genişliği hem de yapraklardaki nitrojenin fazlalığıdır. O nedenle, sayısı çok, alanı geniş, nitrojen açısından zengin yaprakları her ilkbaharda yeniden üretmek, yıl boyu beslemeye ve korumaya çalışmaktan daha kolay ve daha az enerji gerektiren bir eylemdir. Yani ağaçlar işini bilir. Doğa işini bilir.

İlkbahar gelip de ağaç yemyeşil yapraklanınca ortaya çok miktarda klorofil çıkar: yaprağa yeşil rengini veren pigment. Bol güneş ışığı varsa klorofil vardır, klorofil varsa yeşil renk vardır, yeşil renk varsa (bir de güneş, su ve taşıdığı mineraller ile karbondioksit) fotosentez vardır. Beslenme vardır… sonra gelsin çiçekler, meyveler.

Havaların serinlemesi ve gece süresinin uzaması ile birlikte klorofil üretimi azalır. Ağaç ışığın azaldığını duyumsar ve tepki verir. Böylece yeşil renk baskın olmaktan çıkar. Klorofilin maskelemesi kademeli olarak ortadan kalktıkça yapraktaki diğer kimyasallar kendini göstermeye başlar.

Yaprağa sarı rengi veren ksantofil; turuncu rengi veren karotin; kırmızı rengi veren antosiyanin giderek görünür hale gelir. Işığın farklı dalga boylarını soğuran farklı kimyasallar.

Bize de bu renk cümbüşünü seyretmek düşer. Ağaçta kimyasal bir değişim olur, biz romantik hayallere dalarız.

Toprağa kavuşan yaprak

Renk değişimi ve suyun çekilmesi ile birlikte yaprağın dal ile birleştiği yer giderek zayıflar. Ağaç artık yaprağı ile vedalaşmaya hazırdır. Hafif bir rüzgâr veya dala konan bir kuşun yarattığı hareket yaprağın dalından koparak yere düşmesine neden olur. Görevini ve ömrünü tamamlamış yaprak çürüyerek toprak için güçlü bir besine dönüşmeye hazırdır artık.

Toprak ise organik ve inorganik pek çok maddeyi barındıran muhteşem bir ortamdır. Can veren, besleyen, neredeyse bir bütün olarak kendisi de yaşayan bir anadır. Solucanlar, böcekler, bakteriler, mantarlar, kökler, otlar, nem… Aşık Veysel’in dediği gibi sadık yârimiz kara toprak.

Buraya doğrusu büyük usta Yaşar Kemal’in “Yer Demir Gök Bakır” adlı romanından da bir cümle yazmak geçiyor içimden. Çünkü toprak tam da Yaşar Kemal’in anlattığı gibi acı, keskin ve mis kokuludur:

Üstünde çiçek olsun olmasın, eğil bozkır toprağını kokla, mis gibi kokar. Bir avuç toprak al, koynuna koy, günlerce, acı, keskin, baş döndürücü bozkır çiçekleriyle kokarsın. İyicene, çıkmamacasına toprağa sinmiştir koku.”

İlkbahar ve yazdan sonra ağaçlık alanlarda, bahçelerde toprak da yorulmuştur artık. Sonbaharla birlikte düşen yapraklar ve dallar, ölen böcekler, böcek kabukları ile kendini zenginleştirmesinin zamanı gelmiştir. Ağaçların yarı uyku haline girip faaliyetlerini azalttığı sonbaharla birlikte, toprak için de dinlenip güçlenme zamanı başlar.

Tabii bir de yaprak dökmeyen ağaçlar var

Yaprak dökmeyen dedim ama aslında bütün ağaçlar yaprak döker. İbreli ağaçların (iğne yapraklılar) yaprak dökmesi kademeli olur. Değişik türlere göre farklılık gösterecek şekilde ağaçtaki yaprakların tamamen değişmesi yaklaşık iki ila yirmi yıllık bir süre içinde gerçekleşir.

Genellikle daha yüksek yerlerde, daha az sulak ve daha zengin olmayan topraklarda bulunan ibreli ağaçlar yıl boyunca yeşil tuttukları yaprakları sayesinde güneş görebildikleri tüm zamanlarda fotosentez yapabilirler.

Yaprak gövdesi ince ve alanı küçük olduğu için; ancak on iki ay süresince yaptıkları fotosentez, geniş yapraklıların yedi-sekiz ay içinde yaptığına eşit hale gelebilir.

Yıl boyunca yaprakları dökmemek için onları hava koşullarından korumak ve yaprak yüzeyinden gerçekleşecek su kaybını azaltmak lazımdır. Bu da mum benzeri bir maddenin yaprağı bir üst zar (kütikül) gibi kaplamasıyla sağlanır. Ağaç, yaprağını bu maddeyle kaplayarak hem su kaybını azaltır, hem de onu güçlendirerek dalından ayrılmasını zorlaştırır.

Anlıyoruz ki doğa; toprak yapısı, rakım, güneş gören gün sayısı gibi değişkenlere göre ağaçlarını çeşitlendirmiş, onları farklı yerlere serpiştirmiş.

Bazen, geçiş yüksekliklerinde harika bir manzara olarak hem yaprak döken hem dökmeyen ağaçları bir arada görebiliriz; doğanın bilgeliğine hayret ederek, verdiklerine şükrederek.

Ağaçlardan bu kadar bahsetmişken kutsal ağaç zeytine de iki satır ayıralım

Zeytin ağacı, ölmez ağacı… hafif tozluymuş hissi uyandıran açık yeşil yaprakları olan; çiçek açıyorsa bile bunu pek de göstere göstere yapmayan sakin sessiz bir emekçi ağaç.

Zeytin bölgesinde yaşayanlar bilir; zeytin kışın yaprak dökmez. Ama o da yaprak dökmeyen (diye tabir edilen) tüm ağaçlar gibi altı ay ila bir yılı aşkın bir süre içinde yapraklarını yeniler. Yapraklarının tümünü yavaş yavaş, yerine yenilerini çıkardıkça döker. Asla çıplak kalmaz.

Peki zeytin çiçek açar mı? Açmaz olur mu hiç. Tabii açar. Nisan-Haziran gibi beyaz, küçük, gösterişsiz çiçeklerini açar. Sonra da sağlık deposu, tanrıların gıdası zeytinini oluşturur. İşte aşağıda küçük bahçemdeki tek zeytin ağacımın çiçekli bir dalı.

Başka kimler neler yapıyor sonbahar gelince?

Pek çok kuş ve bazı kelebekler göç eder. Kuzey güney ekseninde gider gelirler. Yaşadığınız yerde yazlık misafirleriniz varsa çok şanslısınız. Bereket habercisidirler.

Kürkü/tüyü olan hayvanlar her sonbahar kışlık tüylerini çoğaltırlar. Evde birlikte yaşadığımız hayvan dostlarımızdan da gözlemleyebiliriz bunu. Tüyler daha kabarık, daha sık olur.

Arılar, daha doğrusu bal arıları, yazın bol bol çalışarak sonbaharla birlikte yavaş yavaş kovanlarına çekilirler. Yazın topladıkları çiçek özlerinden bal yaparlar ve bütün kış soğuktan korunmak için kovanda kalırlar. Kraliçenin etrafında toplanmış durumda hareketsiz, çok az hareketli ve hava durumuna göre arada kovan dışına da çıkarak bu balla beslenir; hem de yavrularını beslerler.

Gerçek balın şifası arıları, tarım ilaçlarından, hava kirliliğinden, mantar gibi hastalıklardan bir dereceye kadar koruyabilecek güçtedir. Bu nedenle arıcılık yaparken balı arılarla paylaşmak çok önemli. Onlara bal, nektar ve polen bırakılmazsa arılar uzun vadede yaşamlarını sürdüremez. Yalnızca kek tabir edilen yemle arılar hayatta kalamaz. Sonra da bize arı popülasyonun giderek azaldığına üzülmek düşer.

Tabii aslında pek çok böcek ilkbaharda doğar, beslenir, ürer ve sonbaharın sonlarına doğru ölür. Hepsinin bir yaşam çemberi var. Hepsi razı. Yeter ki insan eliyle bozulmasın düzen.

Bazı hayvanlar kışı uykuda geçirir. Güzel bir yöntem. Bunun için ilkbahar ve yaz aylarında bol bol beslenip, vücutlarını soğuktan koruyacak yağ oluşumunu hızlandırmaları gerekir. Sonbahar ise beslenmeye devam etmenin yanında kış uykusu için uygun yer aramak veya yapmakla geçer. Yarasalar, ayılar, bazı böcekler kış uykusuna; ya da kış uykusuna benzer şekilde, metabolizmalarını farklı kademelerde yavaşlatma sürecine girerler.

Doğanın en az bizim kadar ayrılmaz parçası olan tüm bu hayvanların beslenmek, dolaşmak, çiftleşmek, kış uykusuna yatabilmek… kısacası yaşamlarını sürdürebilmek için insan ayağının basmadığı, elinin değmediği yaban hayatına uygun ortamlara ihtiyacı var.

Sonuç: Sonbahar güzeldir

Sonbahar bir anlamda sonun başlangıcı gibi görünür. Çiçeklerin çoğu solar, ağaçlar giderek soyunur çırılçıplak kalır; yaprak dökmeyenler bile ilkbahardaki o canlı parlak yeşil değildir artık. Hele göçmen kuşların gidişi, sanki son noktayı koyar. Herkes kendi faniliğini düşünür sonbaharda.

Sarıdan turuncuya, turuncudan kırmızıya dönerek sırası geldiğinde yavaşça ağaçtan kopan yaprağın güzelliği ise, o yaprağın ömrünün sona erdiğinin bilinmesi yüzünden daha zarif, daha acımasız gelir insana. ‘Ölüyorsak da güzel ölelim’ der gibidir.

Ben baharları severim. İlkbaharı da sonbaharı da… ikisi de bahar ne de olsa. Ama sonbaharın/sombaharın zarafeti ve olgunluğu, ilkbaharın çocuksu neşesinden daha iyi gelir ruhuma. Hele yağmurlu bir günde sıcak evimde, elimde kitap yanımda kedim varsa, değmeyin keyfime. Ne demiş Bilge Karasu: “Ne kitapsız, ne kedisiz”.

Tüm mevsimleri hakkıyla deneyimleyebileceğimiz günlerimiz olsun.


Kaynaklar:
agac.gen.tr

ourbeautifulplanet.org
wnsp.org
nationalforests.org
tema.org
tubitak.gov.tr

 

PAYLAŞMAK İÇİN