Güncel değinmeler

Her gün birilerinin muhalefet ya da itiraz eden karşıt düşünceleri ölümle, silahla, mermiyle tehdit etmesi, değişik tiplerin televizyonlardan ölüm listelerinden söz etmesi, muhalefetin eşlerinin, çocuklarının, namuslarının twitterden, facebooktan tehditlere konusu edilmesi, bunları yapanların havuz medyasınca sırtlarının sıvazlanması akıl ve izan sınırlarının dışına çıktığımızın göstergesi.

Cem BAYINDIR
Ülkedeki tüm değerleri alt üst eden siyasal güç ve destek veren havuz medyası son 3-4 yıldır mutsuz. Eski neşeleri, eski öz güvenleri, eski güçlerinin kalmadığını gittikçe zayıfladıklarını bizden daha iyi biliyorlar…

Zorlama işlerin sonu gelmiyor, %70 oy almış belediyelere bir mahkeme kararı yokken kayyum atamalar, adam kayırmalar, liyakatsizlik derken sıra barolara, İş Bankasına, büyükşehir belediyelerinin çalışmaların engellenmesine geldi.

Sosyal medyada muhalefete karşı çığırından çıkmış sövgüleri, öldürme, ırz ve namusa yönelik hatta ölüm tehditlerini troller kadar, kamu görevinde bulunan kişilerden bile görebiliyoruz. Neden böyle rahatlar çünkü sırtlarını güce dayamışlar ve hukuka değil buna güveniyorlar.

Peki siyasal gücün dilediğini denetimsiz, toplumsal uzlaşma aramadan, yasallık ve hukuka uygunluk denetimini göz ardı ederek yapması; illerin barolarının gücün kırmak, sayılarını artırmak, İş Bankası’na el koymak, vicdanlı yargıçlara soruşturma açmak, onları görevlerinden uzaklaştırmak, tersine trollük, partizanlık yapanlara, muhalefeti tehdit edenlere göz yummak, büyükşehir belediyelerini müfettişlerce felç etmek, doğu illerinde %70-80 oy alan belediyelere bile kayyım atamak türünden işler ne zaman duracak, ne zaman bitecek?  Daha ne kadar! Kaç gün, kaç ay kaç yıl sürecek bu durum, nereye kadar gidecek? Bu işlere hiç mi itiraz edilmeyecek, hiç mi eleştiri getirilmeyecek?

Görülüyor ki, siyasal güce tabi olmak, yanaşmak da çözüm olmuyor. Siyasal güç ne olursa olsun yine bildiğini okuyor, yine uzlaşmaya yanaşmıyor. Örneğin Barolar Birliği başkanı bugün eli kolu bağlı bir biçimde olacakları izlemekten başka bir şey yapabiliyor mu, siyasal güçle uzlaşma yolunu bulabileceğine inanıyor mu?   

İktidarın yanında olmayan herkesin sinir ve kaygı küpüne döndüğü, “bu kadar da olmaz” demenin sınırlarının akıl ve izan dışına çıktığı, can ve mal güvenliğinin kaygı yarattığı bir ülke olup çıktık.

Her gün birilerinin muhalefet ya da itiraz eden karşıt düşünceleri ölümle, silahla, mermiyle tehdit etmesi, değişik tiplerin televizyonlardan ölüm listelerinden söz etmesi, muhalefetin eşlerinin, çocuklarının, namuslarının twitterden, facebooktan tehditlere konusu edilmesi, bunları yapanların havuz medyasınca sırtlarının sıvazlanması akıl ve izan sınırlarının dışına çıktığımızın göstergesi.

Ülkede bağımsız, kendi iradesiyle görevini yapabilecek kurum kalmadı. Anayasa ve yasa gereği bile bağımsız olması gereken kurumlar siyasal güce bağlı kurumlara, siyasal gücün her yaptığını öven, alkışlayan, ayrı düşünceleri, başka partileri “şeytanlaştırma”ya çabalayan organlara dönüştü.

Gazeteler, televizyonlar, radyolarda artık tümüyle tek ses veriyorlar. Eleştirel yaklaşan, muhalif duran, ayrı düşünen, özgür olmak isteyen basının ise cezalarla susturulduğu bir ülkede artık ses duyurulabilecek tek yer -arada onun da fişini çektiklerini görsek de- sosyal medya kaldı.  

Her insanın herkes karşısında her şeyden sorumlu olduğunu söyleyen Dostoyevski’nin sözünü doğrular biçimde Jean Paul Sartre de aydının durduğu yerin muhalefet olması gerektiğini ileri sürer. Aydın, iktidarda olanı da muhalefet de olup da iktidar olmaya çabalayanları da eleştirebilen, eleştiren, hedef alan kimsedir. Basının da durduğu yerin tam burası olması gerekir. Basın birileri için, bir kesim için değil, ahlakçılığa ve algı yönetimine düşmeden, kendi adına, inandıklarını yazmalı kendi adına görevini yapmalı, dürüst ve tutarlı bakış açısından ödün vermemeli, topluma haber ya da düşüncesini sunarken hem aydınlanma sürecini sürdürmeli hem de ahlaklı kalabilmelidir.  

Basının yeri geldiğinde iktidarı, muhalefeti, eleştirmesi, uyarması görevi gereğidir. Bunun bir örneğini tam doksan yıl önce Yunus Nadi’de görürüz. Yunus Nadi, Gazi Mustafa Kemal Atatürk gibi bu ülkenin kurucusu ve en önemli kişisi için bile görev sınırlarını anımsatan bir yazı yazabilmiş ve bu gazetecilik sınırları içinde görülmüştür. 29 Eylül 1930 tarihli Cumhuriyet gazetesinde “Bitaraflık Meselesi” başlığıyla Yunus Nadi, Ahmet Ağaoğlu’nun bir yazısına karşı yazı yazmış ve o günlerde Serbest Cumhuriyet Fırkası’nın varlığını destekleyen Atatürk’e aşağıdaki sözleri kaleme almaktan çekinmemiştir:   

“…Cumhuriyet ve inkılaplara nezaret etmek ve onlar muvacehesinde azami takayyüt göstermek reisicumhurun yalnız gelişi güzel bir vazifesi değil, hatta kanuni mecburiyetidir de…”

Gerçek demokrasilerde siyasal gücü denetleyen, hukuka ve yasalara uygun davranmasını sağlayan güçlü kurumlar vardır. Yasalar, özerk ve bağımsız devlet kurumları, mahkemeler, sendikalar, meslek örgütleri, üniversiteler ve basın bu denetimi gerçekleştiren ve siyasal gücün sınırlarını belirleyen görevlere sahiptir. Siyasal gücün hukuksal, yasal ve geçerli bir gerekçe sunmadan alacağı kararlarda karşısına mutlaka bu kurumlar çıkar.  

Günümüzde bunu yapacak kurumların kalmadığını, devletin hemen hemen tüm kurumlarının, temel değerlerinin çökertildiğini, Türk basınının da bundan payını aldığını, kamu vicdanı açısından yapması gereken denetim görevinin elinden alındığını, eleştirel yaklaşımın unutturulduğunu açıkça görüyoruz.

Sözün kısası, bugün havuz medyası ve siyasal gücün, eleştirel yaklaşan, uyaran, karşıt düşüncelere sahip, muhalefetteki herkesi, dine, ahlaka, milli olana, devlete karşı olduğu savıyla ahlakçı etiketlerle ezmesi, küçük düşürmesi, ötekileştirmesi; darbeci, hain, dinsiz, ajan, kafir gibi nitelemelerine karşı tavır almak, eleştirel yaklaşmak bir zorunluluktur.

O yüzden bu satırlarda, hem yaşadığımız dönemin tanığı olarak bu konularda hem de yazın, eleştiri, tarih, yazın tarihi ve yerel değerler konularında -becerebildiğim ölçüde- bu görevi yerine getirmeye çalışacağım.

Saygılar sunuyorum.