Gördüğün, yaşadığın, kazandığın her şeye teşekkürler

Beni ben yapanın sen olduğunu biliyorum. Hâlâ senin ellerinle çalışıyorum, senin kalbinle heyecan duyuyorum, senin gözlerin bu gördüklerimi gören. Şimdi o deli çoşkuları da, o ağır hüzünleri de seviyorum. Bu kadar kırılmasan, bu kadar güçlü olmazdım belki, bu kadar sevmesen baktığın her şeyi, şimdi katılaşmış, ruhsuz, duygusuz bir insan olurdum.

 

ASLIHAN TÜYLÜOĞLU

Sevgili sevdalı çocuk,

Senden kalan, deniz derya bir izlenimler dünyası. Bir büyü gibi bakmak olan her şeye. Bir su akıntısında kocaman bir nehir görmek, güneşte parlayan çakıl taşlarının kocaman elmaslar olduğunu düşünmek. Bir su birikintisinden yansıyınca gök, o artık  bir okyanus olurdu. Çimenlerin belçimleri ottan palmiyelerindi, altında yürüdüğün. Sabahları erken kalkıp alnını güneşli pencereye dayamak, ışıkların kirpiklerinde oynaşmasını izlemek. Kuşkonmazla konuşmak. Serseri serseri sokaklarda dolaşmak. Sokaklar ne çok yakışıyor çocuklara. Bir eski kapı. Bir küçük çiçek. Kımıl kımıl bir böcek. Bakmak, izlemek, izlemek, bakmak ve düşlemek. Dünyayı keşfetmenin heyecanı…

Geceleri mutlaka pencere kenarında yatardın. Perdeyi açık bırakıp oradaki en parlak yıldızı sahiplenirdin. Evet sahiplenmek; sokak kedilerini, terkedilmiş bir evin bahçesini, salıncağın kefesini. İstediğin her şeye sahiptin. Köşedeki yıllanmış çınar senindi. Komşu bahçede kendiliğinden açan laleler de. Sokağa sarkan erikler de senindi tabii ve cümle çimen yatağın olarak hazırdı seni üstüne almaya.

ALT TARAFI KUŞKONMAZ, SIRDAŞIN OLDUĞUNU NERDEN BİLECEKLER

Zorla hangi şehre götürülsen bunlardan bulur yurtlanırdın orayı da. Her şey değişirdi; insanlar, evler, caddeler okullar… ama bu küçük sahiplikler değişmezdi. Bazen evdeki bir çiçek çok istemene rağmen götürülmezdi taşındığınız kente. Bir arabaya konur, otogara getirilir ama otobüse konmazdı. Koyduk denirdi. Kuşkonmaz, arabanın sahipleriyle gider, sen gittiğin kentte öğrenirdin gerçeği. Alt tarafı kuşkonmaz niye getirmezler? Senin sırdaşın olduğunu nerden bilecekler…

Çocukluğum, sen hep bir şeyleri geride, bir daha dönmemecesine geride bırakarak geçtin. Evleri, odaları, sokakları, okulları, öğretmenleri, arkadaşları… Nerdeyse her yıl koskoca bir kenti geride bırakarak geçtin. Evden göçen ev kadar, köyden göçen köy kadar yıkılırmış, derdi ninem. Her bir kentte sahip olduğun o küçücük şeyleri bıraktın. Geniş, büyülü bir izlenimler dünyasını, o küçücük sevimli yaşantıları. Her gittiğin yerde hemen yenilerini edinmeye çalıştın. Bu, bu şehirdeki çınar ağacım. Bu kedi bu sokaktaki kedim, bu yeni sokak lambam, bu da altındaki söğüdüm. Yeni balkonum. Bu yeni yıldızım penceremde. Yeni olan her zaman iyi değildir. Bir şeyleri geride bıraktın demektir. Mekânlarda biriken birçok yaşantıyı geride bırakmak. Yeniden yeni bağlar kurmak gerekirdi. İçeri girdiğinde, hepsi birbirini tanıyan ama seni ilk defa gören koskoca bir sınıf, seni hiç tanımayan bir öğretmen. Yaptığın şeyleri yeniden yapmak, yeniden başarmak, yeniden kendini ispatlamak… İşte bundan hep nefret ettin için için.

MAVİ BİR OKUL ÇANTASI

Herkesin önünden geçtiği bir okulu, yıllarca oturduğu doğduğu evi, çocukluk arkadaşları var. Senin yok. Ürkütücü bir yalnızlık senden kalan.  Hep gideceğini düşünerek yaşamak. Bağlanma ve bağlanmama arasında her daim savaşa savaşa sonunda yanında götürebileceğin bir şeyler seçmek. Bir kalem, bir günlük, bir şiir defteri, bir atlas, kartlar mektuplar… topu topu mavi bir okul çantası. Bütün çocukluğum sonunda bu çantaya sığdı. Şimdi aynen duruyor. Hiç ellemedim.

Ben de sana güzellemeler yazmak isterdim. Ama hatırladığım; o coşkunun yanında ağır bir hüzün. Birbirine evrilir durulurdu bu ikisi. Yorulurdum.

Yazlar vardı, uzak şehirlerden hep döndüğüm, bir tek yazlar. Bütün sene iple çektiğim o düş avlusu, ninem ve dedemin gecekondusu. İlk iş etrafı kolaçan ederdim. Dedem bir yere parlak beton dökmüş, bir kapıyı değiştirmiş. Dayım bahçeye fıstık ve yer elması ekmiş. Ninem güvercingöğsü bir örtü örmüş buzdolabına ve bir sokak köpeği edinmiş… hepsi çığlık çığlığa sevinç… Şimdi o sevinç onlarla beraber gitmiş. O geniş avlulu ev, o asma çardağı, bahçedeki ağaçlar yıkılmış. Yerinde ruhsuz bir apartman, bir türlü alamadıkları tapuyla başkalarına geçmiş, baktıkça acı veren bir köşesi o yaz şehrinin. Tüm çocukluğumu yıkmışlar… Bir kentle kurabildiğim son bağ da kesilmiş… Tam burada gezinmek işte yakılmış bir obaya dönmek gibi; bir ucu yanmış bir bez bebek bulur da ağlarsın işte öyle…

YAĞMUR YAĞSA BEN O ÇOCUĞUM

‘Yaşadığım her ana dönebilirim/ama istemem de/geçmişlerdi kanatarak…’ Bugün mayıs çiçekleriyle dolu bir bahçe gördüm pazara giderken. İşte o bahçeye bakarken aynı çocuktum. Göğe bakarken de o olurum. Sayısız kere unutmak istemediğim bir ânı saklamak için göğe baktım. Her başımı kaldırışta bunu anımsayayım diye. Çünkü değişmeyecek şeyin gökyüzü olduğunu anlamıştım. Nerde, kaç yaşında olursam olayım benimle olacak tek yer gökyüzüydü. Kimi zaman sonsuzluk istediğimde, kimi zaman o sakladığım ânları hatırlamak istediğimde, kimi zaman da nedensizce gökyüzüne bakarım. İnsanların kafalarını kaldırmadan yaşamalarına şaşarım. Şaşkınlık evet bir de bu var senden getirdiğim. Uzun, sesli ve sevinçli bir şaşırmak. Yine her şeye ilk defa görmüşüm gibi bakmak. İlk baharın ilk çiçeğine, kurak geçen bir yazdan sonra, sonbaharın ilk yağmuruna, akşam doğan yıldızıma şaşırarak sevinçle bakmak ve sayısız ama aynı ânı üst üste yaşamak. Yeni şaşkınlıklarım da oldu ama onlar pek üzücü. Hepsi insanlarla ilgili. İnsanlardaki iyilik ve kötülük potansiyeli beni hep şaşırtır. Daha çok da ortaya çıkarttıkları yaratıcı kötülük. Laflar, kırıcılık, kayıtsızlık, acımasızlık, bencillik, kıskançlık vs. Masalların gücüyle iyiliğe inanmış kalbim kabullenemez bunları. Ne başkasında ne kendimde. Hâlâ iyilerin eninde sonunda kazandığı bir masalda yaşar.

Bir yağmur yağsa ben o çocuğum, balkonda saatlerce izleyebilirim onu. İlk yaprak sararsa hüznüm aynı. İlk sümbül açsa ilk aşkıma dönerim hızla. Zamanı yadsıyan bir şey var anımsamakta. Her şeyi dün olmuş gibi yaşayabilirim yeniden. Onun içimde bir yerlerde olduğunu bilirim. Doymadan, durmadan her şeye yepyeniymiş gibi şaşırabilirim. Dünyaya bir bebek dalgınlığı getirebilirim hâlâ.

İÇİNE DOĞRU KAZMAK HER ŞEYİ

Olayları attım, duygulanımlar bıraktım. İzlenimleri, duyduğum hisleri. Senden kalanlar bunlar daha çok. Oldukça çoklar ama bütün dünyayı yeniden doldurabilirim onlarla. Zaman zaman ölesiye hüzne dönüşse de bu coşku ondan. O yüzden taşıp akan bu sözcükler. Bu sözcükler, senin sözcüklerin hep. Tek tek tanıyıp anlamlandırdığın, hayattan söküp kendi içine akıttığın, her birine kişisel bir alan açtığın sözcükler…Onlar hep benimleler ve kalemi her elime alışta, şiire her duruşta benimleler.

Bazı haksızlıklar da ettim sana. Çocuk olmana izin vermedim, sana yanlış yapma hakkı, şımarma hakkı tanımadım. Sorumluluk duygusunu hep abarttım. Suçlanmana izin verdim. Küçük bir çocuğun yapabileceklerinden fazlasını bekledim. Bildiğince yaşamana izin vermedim. Bana verdiğin o büyülü dünya anılarla kurulabilir ya orda mutlak birileri gitmiştir şimdi. Şimdi ölülerimin özlemiyle üzgünüm.

O zamandan bu zamana sonsuz bir anlama isteği kaldı bende. Kendini, başkalarını, hayatı anlama isteği. İçine doğru kazmak her şeyi. Bu yüzden romanlara giderdin. Odana kapanıp saatlerce okurdun yemek bile yemezdin. Hava kararır ışığı bile açmaz alacakaranlıkta okumaya devam ederdin. Ta ki annen gelip kitabı elinden alıp fırlatana dek. Kafanda hep bir şeyler olurdu, seni mutfağa gönderirler, durur ne istediklerini unuttuğunu farkederdin, annen ‘sevdalı’ derdi sana. Sana diyeyim hâlâ sevdalısın merak etme. Kafanda okuduklarının uğultusu, sürekli bir meşguliyet. Romanlara kaçtığın gibi, orda birkaç gün yaşadığın gibi ben de yazacaklarımı tasarlarken tam olarak burada olamıyorum.

HER ŞEYE TEŞEKKÜRLER

Çocuklukta aldığın besinler nasıl önündeki yıllarda sağlığını korumanı sağlıyorsa, o ilk izlenimler, o ilk düşler de sonraki hayatını besleyen bir kaynak. Ne kadar zengin, ne kadar geniş ve derin yaşanmışsa öylece geleceğini de zenginleştirip besliyor. Şiir yeniden o çocuk olmak demek. Onun gözüyle tekrar dünyaya, yaşananlara bakmak, algıları açık, duyarlılığı yüksek, mantığı farklı, bozulmamış özgür bir akıl demek. Ne yaşamışsak gene de memnunum. Beni ben yapanın sen olduğunu biliyorum. Hâlâ senin ellerinle çalışıyorum, senin kalbinle heyecan duyuyorum, senin gözlerin bu gördüklerimi gören. Şimdi o deli çoşkuları da, o ağır hüzünleri de seviyorum. Bu kadar kırılmasan, bu kadar güçlü olmazdım belki, bu kadar sevmesen baktığın her şeyi, şimdi katılaşmış, ruhsuz, duygusuz bir insan olurdum. Artık her şeyin sorumlusu olamayacağımızı, yanlış yapma hakkımızın da olduğunu ve sadece insan olduğumuzu biliyorum ama insan kalmayı da seçtiğimizi görüyorum. Gördüğün, dinlediğin, düşündüğün, yaşadığın, deneyimlediğin, sahiplendiğin, kaybettiğin, kazandığın her şeye teşekkürler…