Eller yukarı!

Ya kalkıp bir şekilde (sopa niyetine kullanabileceğin bir gereçle) hırsızla yüzleşeceksin, ya da uyuyor numarası yapacaksın. İkincisi mantığına daha yatkın geliyor. Tıpkı mensubu olduğun Türk halkı gibi uyuyor numarası yapmayı tercih ediyorsun

 

 

 

 

EMİNE SUPÇİN

Gece yarısı, tam da uykuya daldığın sırada bir tıkırtı duyuyorsun. Başını yastıktan kurtarıyorsun; vücut yatağın içinde, sinirlerin hepsi teyakkuza geçmiş, tüm dikkatinle sese odaklanıyorsun.

Aha!

Hırsız!

Vallahi hırsız!

Aklından bir milyon tane senaryo geçiyor fakat iki seçeneğin var: Ya kalkıp bir şekilde (sopa niyetine kullanabileceğin bir gereçle) hırsızla yüzleşeceksin, ya da uyuyor numarası yapacaksın. İkincisi mantığına daha yatkın geliyor. Tıpkı mensubu olduğun Türk halkı gibi uyuyor numarası yapmayı tercih ediyorsun. Alsın bakalım ne varsa, diye geçiyor içinden. Evde yükte hafif, pahada ağır pek bir şey yok nasılsa. Olsa olsa cüzdanındaki birkaç kuruşu alacak. Zaten ay sonu gelmiş, borç bini aşmış, kalanı da o alsın.

Bir süre sonra, bayağı bir süre sonra elbette, sık sık yağladığın dış kapının o hafiften “klik” diyen sesiyle hırsızın evi terk ettiğini anlıyorsun. Fakat hala kalkıp bakacak cesaretin de yok. Biraz daha yatakta kalıyorsun. Kalbinin ritmi yavaş yavaş normale dönüyor ve bir cesaretle yataktan kalkıp, tıpkı hırsızlar gibi parmak uçlarına basarak odadan çıkıyorsun. Korku insanı kendi evinde esir eder. (Yine, mensubu olduğun, diye başlamayayım, devam edelim.)

Etrafı kolaçan ediyorsun. Koltukların üstündeki kırlentlerin karınları yarılmış, halı ters yüz edilmiş, kitaplar yerlere saçılmış, dizüstü bilgisayarın gitmiş, şarjda bıraktığın telefonun selamı kalmış geride, vestiyer kapakları açık, kabanın cebindeki cüzdan boşaltılmış, yerde yarı baygın uzanıyor. Hiç birine değil de kimliği de götürdü mü ki diye saçma bir soru düşüyor zihnine. Zira böylesi şok zamanlarında beyin en saçma şeyleri düşünür. O da aklı sıra kendini mi koruyor ne? Soru saçma ama bir de kimlik çıkartmakla uğraşacağına takılıyorsun. Ardından kırlentlere canın sıkılıyor. “Be hey salak hırsız,” diye geçiriyorsun içinden. “Param olsa kırlentlerin içinde mi saklarım?”

Aklını başına topluyor ve oturup düşünüyorsun.

“Önemli değil,” diyorsun. “Bilgisayar zaten eskiydi, cep telefonuma yazık oldu ama neyse ki kimlik cüzdanda. Ortalığı bir toplayalım bakalım.”

Öyle ya, maddi zararlar bir şekilde kotarılır. Giden para olsun, cana gelmesin demiş atalar.

Ama öyle değil işte. Soygun başka felaketlere benzemez. Çünkü hırsız torbasına sadece senin eski bilgisayarını, ikinci el telefonunu koyup götürmemiş; tekrar geri yerine koyamayacağın benliğinden parçalar da çalmıştır. Bir kere yuvanın huzuru hırsızın torbasında gitmiştir ve bir daha eskisi gibi güvenle uyuyamazsın evinde. İkinci sırada cesaretin çalınmış olur, bir daha eskisi gibi başını dik tutamazsın. Yani bir kereden çok şey olur.

Keşke uyuyor numarası yapmak yerine gerekirse ölürüm deyip elimize geçirdiğimiz tas tava ne varsa hırsızın kafasına geçirerek ve onu ölesiye korkutarak evden kovsaydık (mı?)

Şimdi bir parça Acun’culuk oynayalım ve bu filmi koca bir ülke için uyarlayalım. Zaten kıt kanaat geçinen halkın, elinde avucunda ne varsa soyulduğunu farz edelim. Bizde öyle olduğundan değil tabii ki, Tanzanya’da mesela hani. Halkta uyuyor numarası yapmayı seçmiş olsun. (Hırsızın da gitmediğini çöreklendiğini varsayalım. Yandı gülüm vatan helva…)

Maddi kayıpları, hırsızın musallat olduğu güne değin biriktirilmiş ne var ne yoksa hepsinin yağmalandığını bir kenara bırakalım. Öyle ya cana gelmesin, mala gelsin dedik. Ve maldan vazgeçtik. Değil mi ki aklımız başımızda, değil mi ki gücümüz kuvvetimiz yerinde, çalışır çabalar yeniden mamur kılarız dedik.

De…

Sen hiç gözü gönlü tok hırsız gördün mü? Göremezsin çünkü yoktur. İşte bu yüzden, gözü sadece malında mülkünde değil de; varını yoğunu emanet ettiğin hukukunda, demokrasinde, eğitiminde, geleceğinde ise? Tarlaya dadanan süne zararlısı, ayrık otu neyse hırsız da o’dur. Çılgınca ürer çoğalır ve asla doymaz. Daha çok, daha çok çalabilmek için önce aklını alır. Aklını almak için faydalanacağı araçlar kadimdir, hep aynıları kullanılır. Hani şu Afrikalı Kenyatta’nın dediği gibi: “Beyaz adam geldiğinde, bizim elimizde topraklarımız, onların ellerinde İncil vardı. İncil’i verip bizi uyuttular; gözlerimizi açtığımızda İncil bizim elimizde, topraklarımız onlardaydı.”
Nasıl ki hırsızın yavuzu ev sahibini bastırırsa, bizim hırsız da elinde avucunda ne varsa somurabilmek için, yok şu vergisi, yok bu vergisi diyerek, olmadı adımlamadığın yollar, adresini bilmediğin binalar için vergi kesip donuna kadar soyar, haberin bile olmaz. Ama gelen mala gelsin demiştik değil mi?  Hı?

Yok yok, öyle olmuyordu. Hani yukarıda bir eve giren, torbasında sadece malla çıkmamıştı evden; güveni, huzuru da götürmüştü ya, işte Tanzanya halkının da o güne kadar biriktirdiği değerlerine de çörekleniyor soyguncu.

Uyuyor numarası yapan halkın demokrasisini çalıyor ilkin. Vatandaşlık saygınlığı gidiyor peşi sıra. Ardından tabakta ne kadar hür inanç, insanca yaşama ideolojisi, laiklik, insan hakları varsa (sünnetleyerek) dibini sıyırıyor. Halk gözlerini açtığında elinde ne var sen tahmin et artık.

Tanzanya halkını soyanlar adi hırsız olmadıkları için çuvalla götürmezler. Deniz aşırı bankalarda kiraladıkları (belki de satın aldıkları) kasaları vardır. O kasalar sadece halkın parasını değil, aynı zamanda halkın adalet anlayışını, hukuka olan güvenini de hapseder. Memlekette hukuksuzluk galip gelince özgür düşünceyi, hakça bölüşmeyi rüyalarında bile göremezler.

Sahi bir de, hırsız hırsızı korur. Dolayısıyla işi bilene değil, ona göre iş bilene verir ki liyakatin çalındığını ancak gittiğin yerde ya gözleri fıldır fıldır bir başka hırsız cinsine denk gelince ya da ebleh birine dert anlatmaya çalışırken anlarsın.

Bir kere düzen bozulmayagörsün. Hani bir kereden bir şey olmaz diyorlar ya, öyle değildir o iş. Her şey o bir kere ile başlar. Tek bir kadın katilinin salıverilmesi, tüm katilleri cesaretlendirir; sokakta özgürce yürüyen kadın imajını çaldırırsın. Tek bir kere çocuğunu taciz edenlerin affı, memleketin tüm çocuklarını tecavüze açık hale getirir ki çocukların alnı açık, aklı özgür yetişmesini çaldırırsın.

Hırsız meraklıdır; açmadığı dolap içi, karıştırıp ters yüz etmediği çekmece kalmaz. Bak, bir kere eğitimin içine burnunu sokarsa, tüm sistemi yerinden oynatıp dillere destan aptallar sürüsü yetişmeye başlar ki en parlak çocuklarını cayır cayır yakmış olursun, geleceğin gider elinden, ardı sıra bakakalırsın.

Hırsız fütursuzdur; çalmayı aklına koyduğu bir şey olmaya görsün, her türlü yüzsüzlüğü görürsün.

Maazallah. Hırsıza bir kere göz yumarsan, hayatını çalar bakakalırsın.

Tanrı Tanzaya’yı korusun.

 

BEĞENDİYSENİZ PAYLAŞIR MISINIZ LÜTFEN