Nokta

Gamze buzdolabının önünde bağdaş kurmuş, avucundaki küçük yastığa bakarken hatırladı: Anneanne yine bir gün dar yakalı kazaklar örerken, o koşarak iplik kutusundan çengelli iğne kapmış ve yastığı kaybolmaması için babasının aldığı Büdü’nün içine saklamıştı.

 

GİZEM PINAR KARABOĞA

1987’de, İstanbul- Kadıköy’de doğdu. Maltepe Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Görüntü Sanatları Bölümü’nü bitirdi. İlk kitabı Elma Kabuğu, 2009’da Gülten Dayıoğlu Vakfı’nın düzenlediği yarışmada İlk Gençlik Romanı dalında birinci oldu. ve Altın Kitaplar Yayınevi’nde basıldı. Aynı yayınevinde Tilda-1 ve Tilda-2 adlı  iki çocuk kitabı daha yayımlanan bulunan Karaboğa’nın Elma Kurdu adlı çocuk kitabı Yitik Ülke Yayınları’nca,  yetişkinlere yönelik Yazılmamış Bir Kitapçık adlı öykü kitabı ise Düşülke Yayınları’nda basıldı.

NOKTA

Ne olurdu sanki, yalnız teneffüse çağıran zilleri yazmasına izin verilseydi! Ayağını yere vurdukça yanında ışıklar patlayan spor ayakkabılarını, ağzına attığı anda Sulugöz sakızının genzi yakan ekşi tebeşir tadını, yerden yüksek oyununu kazanmak için tırmanılan ağaçların kozalaklı dallarını keyfince yazabilseydi. Oysa bölüm sonunda mutlak surette ders zili çalmalı ve karakterler “öğrenmeli!”ydi. Mümkünse bir şarkıyla, güle oynaya: Kırmızı ışıkta dur dur dur, sarı ışıkta hazırlan; şeker yeme dişlere zarar, dallar canını yakar!

Büyük Patron burnunun altındaki kravatından gayet net gıcırdamamış mıydı: “Çocuklara bir şey öğretmeyeceksek ne diye çizgi-film yapıyoruz?” Gamze, mutfak masasında yükselen A4’lük yapının üzerinden kahve kavanozuna uzandı. Cezve bıkkınlıktan kabarana kadar düşünmeye devam etti. Kendisini, çocukların dünyasına gönderilmiş bir casus gibi hissediyordu. Yetişkin, çocuğa türlü oyunlarla yanaşır ve onun sınırsızlığını işgal eder. Kimse yakalayıp şikâyet etmese de o, çocuklardan çektiği kopyanın suçluluğunu taşıyordu. Çöp kutusunun yanında, tek ayak üstünde bekleseydi keşke!

Kahvesini yudumlarken telefonunun ekranı aydınlandı: Halası ona mesaj atmış. İnternette paylaştığı fotoğraflarını arada sırada beğenmek dışında hayatında varlığına dair bir izi bulunmayan halası mesaj atmış. Virüs olmalı diye düşündü, ya da daha kötüsü: Halasının onunla konuşası tutmuş olabilirdi. Nasılsın, ne yapıyorsun, büyümüşsün, evlendin mi, nerede yaşıyorsun, işin nasıl, görüşelim, evet haberleşelim filan. Zamanın bunca boş sözle kaybına üzülürdü ya, şimdi onu senaryonun öğretici sonunu yazmaktan alıkoyacağı için pek huysuzlanmayacaktı. Bu ümitle mesajı açtı. Kısacık bir metinle karşılaştı. Tek satırlık, basık, dikdörtgen bir kutucuk; öyle ki yanıtlamasa bile hoş karşılanırdı. Mesajı birkaç kere okudu ve “işte sana bölüm sonu” diyerek kahvesini başına dikti. Ağzını saran acı telveyle müstehzi gülümsedi. Genç Kadın, bölüm sonu için öğretici bir mesaj düşünürken hala imdada yetişir. Tek bir satır yazıp noktayı koyuverir: Başın sağ olsun, babanı kaybettik.

Ekmekliğin arkasına sakladığı sigara paketinden bir dal alıp ocakta yaktı. Telefonunun ekranını kilitledi, ışığını söndürdü. “Şimdi ne yapmalı yani?” dedi kendi kendine. Büyük Patron başından beri haklı mıydı, sigarasından derin bir nefes çekti, eğer bir şey öğretmeyecekse bu hayatı ne diye yaşıyoruz? Verdiği nefesle ürperdi. Sonbaharı yaşamadan kış geliyordu. İlkbaharı da yaşamadık zaten; hemen yaz geldi diye düşündü. İki mevsim arasında hapsolduk. Pencereyi kapatırken söyleniyordu. Göz ucuyla masadaki fincana baktı. Dibe çöreklenen telve kurumaya yüz tutmuştu. Manaymış… diyerek omuz silkti. Şimdi şu fincana bak da içindeki ince çatlağa dolmuş telveyi yola benzet. Bilmem kaç vakte kadar sana bir cenaze yolu görünüyor Gamze. Ne münasebet!

Annesine telefon edip haber vermeyi düşündü ama ne önemi vardı ki? Fonda “kimmiş, kimmiş?” diye haşlanan yumurta gibi sıçrayan anneannesi sonunda telefonu alıp “kuyuyu açtırdıysa toprak bereketlidir; sen de kafanı kullan da, payının peşine düş!” demeyecek miydi?

Gülümsemesi gözyaşlarıyla durulandı. Buradaydı işte. Burada! Senaryonun sonunu nasıl yazacağını biliyordu artık.

Yatak odasına hırkasını almaya gitti. Ne o, bir şeylere sarılmaya mı ihtiyacın var Gamze Hanım diye mırıldandı. Öyle olsun, senaryonun sonunda yaramaz çocuk, annesinden, babasından, anneannesinden, öğretmeninden, arkadaşlarından, herkesten özür dilesin; birbirlerine sarılsınlar. Müzik girer, jenerik akar: Yaşasın sevmek la la la, yaşasın ölmek tral lal la! Yatağına oturup soluklandı. Belki babasının öldüğünü söylerse teslim tarihini erteleyebilirdi. Bu düşünce zihninin boş odalarında teneffüs zili gibi çınladı, içini ferahlattı; ama sanki öğretmen ona bahçeye çıkma yasağı vermiş gibi huzursuz, oturduğu yatakta öylece kaldı. Bu iç sıkıntısının nereden, daha doğrusu neyden kaynaklandığını biliyordu aslında. Üzerine doğrultulmuş iki namlu karası; suları birbirinden habersiz iki kuyu; gözbebeksiz, salt iristen iki düğmecik: Büdü’nün gözleri…

Babasının Gamze’ye aldığı tek oyuncak, Susam Sokağı’ndaki Büdü’ydü. Ona, koca bir mutluluk sokağından ala ala, kâbuslarının ana kahramanı olan Büdü’yü almıştı. Annesinin hırkasından çekiştirerek, ‘’Edi’yi de biz alalım, ne olur’’ diye yalvarmıştı; en azından dostu onu yatıştırırdı. Büdü bundan böyle, tek kaşının tüm mimiklerini dehşetle ezip onu ebedi bir kedere mahkûm ettiği bakışlarını Edi’ye çevirebilirdi. O zaman gözleri şaşkın fakat bağışlayıcı bakardı. Ama o, yalnızdı. Tüm yük onun üzerindeydi. Gamze’nin değişen yataklarında, farklı yastıklar arasında böyle yıllarca iki kolu açık beklemişti ki Gamze, Büdü’yle vedalaşma vaktinin geldiğini anladı. Son, ancak böyle yazılabilirdi. Zaten neden bunca sene şehirden şehre, yurtlardan evlere taşınmıştı ki? Babamla aramda özlem adında hiç düğüm atılmamış bir bağcık kurmuş olmalıyım diye düşündü, çocuk aklına gülümseyerek. İpleri bağlanmamış bir ayakkabı gibi ayağında taşıdığı ve her adımında takılıp düştüğü bağcık. Şimdi Gamze, ayakkabılarını çıkarıp evin önüne bırakacaktı. Öyle yapmazlar mı ölü evlerinde?

Büdü’yü aldı. Ona son kez bakmak istedi. Atmak için mutfaktaki çöp kovasına götürürken parmağına kıymık gibi bir şey battı. Sıçrayıp masayı titretti, fincanını devirdi; kuru kahve halıya dağılırken fincanda bir çatlak daha peyda oldu. Büdü’yü öfkeyle elinden fırlattı. Telveleri halıda leke bırakmaması için tırnağının ucuyla kabuk kabuk kaldırırken, sırtını buzdolabına dayayıp kollarını iki yana açmış bekleyen Büdü’nün boğazlı kazağındaki şişliği fark etti. Şişliğin ortasında, kazağı delerek uzanan iğne ucunun pırıltısı görünüyordu. Eskiden ağaçlara kazınan kalplerin içinden geçen ok gibi. Buzdolabının karşısına geçip oturdu, oyuncağı aldı. Büdü’nün beyaz yakalı kazağının altında âdem elması gibi duran şişlik iğneyle iliştirilmişe benziyordu. Kazağı ters çevirerek baktı: Bir çengelli iğneyle Büdü’nün boğazına tutturulmuş iri, yumuşak, soluk pembe nodül. İğneden kurtarıp tümörü avuçlarına aldı. Küçücük, korunmasız bir bebek… ‘’Tebrikler, baba oldunuz’’ diyerek gülümsedi Büdü’ye. Gülümsemesi gözyaşlarıyla durulandı. Buradaydı işte. Burada! Senaryonun sonunu nasıl yazacağını biliyordu artık.

S1 İÇ                              ANNEANNE’NİN EVİ- SALON                                     GÜN

Küçük Gamze, bacaklarını bitiştirip uzun saçlarını işaret parmağı altına aldığı Barbie bebeğini bir buket çiçek tutar gibi dimdik, yumruğuna sıkıştırır. Bebeği yerde nazikçe zıplatır. Halının bitip başlayan desenleri üzerinde sürdürdüğü yolculukta bebek, şehirler gezer; ülkelerin sınırlarını seke seke geçer. Anneannenin patikle kundaklı terlikli ayaklarına: karlı bir ülkeye ulaşır. Bebeğin kolunu kaldırıp onun pırıl pırıl plastikten yağmurluğunu bozmak istemediğinden eylemleri hayalinde gerçekleştirirken, seslerini çıkarır.

GAMZE:

Tık tık tık, ding dong, ding ding dong!

Anneannenin bacağının arkasında, koltuğun altına oturttuğu diğer Barbie bebek tüy gibi yerinden kalkıp sıçrayarak kapıyı açar.

GAMZE:

Oh Niki Nivmın sen mi geldin arkadaşım?  Peki kocan Erik nerede?

Niki, Gamze’nin hayalinde saçını geriye atar ve gülümser:

GAMZE:

Erik, bize ev almaya gitti. Yakında taşınacağız.

Anneanne elindeki şişe bir ilmek daha atar ve her zamanki gibi homurdanır. Sıcak bir ülkede, halının ta öbür ucunda ise aniden rüzgâr çıkar. Püsküller havalanır, tehlike çanları çalar. Gamze dönüp güneye bakar: Annesi oturduğu koltuktan kalkmış, koridora doğru gitmektedir. Gamze ürpererek kalkar. Bebeklerini kaptığı gibi annenin peşinden gider.

S2 İÇ                               ANNEANNE’NİN EVİ- KORİDOR                                GÜN

Anne daracık yer altı dehlizinde karanlık bir su gibi akar. Gamze peşinde nefes nefese koşarken annenin ‘’Notre Dame’ın Kamburu Odası’’nın yanından sağ salim geçip kendi odalarına girdiğini görür. Rahat bir nefes alıp kamburlu odanın bal peteği desenli yarı saydam camına kaçamak bir bakış atarak odalarına koşar.

S3 İÇ              ANNEANNE’NİN EVİ- ANNE İLE GAMZE’NİN ODASI         GÜN

Anne yatakta oturmaktadır. Gamze, çekinerek yanaşır. Tepsi gibi bitiştirdiği kollarına yan yana yatırdığı bebekleri annesine uzatır.

GAMZE:

Daha fazla oynamayacağım. Alabilirsin anneciğim.

Küçük kızın korkudan işaret parmağı içe kıvrılır. Annenin gözlerinde televizyonun maviden, pembeye, sarıdan beyaza durmaksızın akan ışığı alev alır.

Anne hiçbir şey söylemeden bebekleri alır, yatağa bırakır. Makyaj masasının sandalyesini dolabın önüne çekerek çıkar. Bu sırada Gamze, anneden herhangi bir yanıt alamadığı için tedirgin, onu izler; parmaklarıyla oynar. Anne, dolabın üzerindeki koliyi zorlukla indirir. Karton kapaklarını aralayarak Gamze’nin tüm Barbie bebeklerinin üst üste pırıl pırıl yattığı kutuyu açarak, yataktaki iki bebeği de alıp üstlerine yatırır.

GAMZE:

Ne kadar temiz oynamışım değil mi anneciğim?

Küçük kız, bebeklerden birini koltuğun altına oturttuğu için hata ettiğini düşünmektedir. Saçları kirlenmiş olmalıdır. Annesi toz zerreciklerini dahi görür çünkü. Neyse ki anne dalgındır da kızın içine unutulmuşluğunun ekşi sularını serper.

ANNE:

Aferin kızıma.

Anne koliyi yeniden dolabın üzerine, yemek takımı poşetinin yanındaki yerine yerleştirir.

GAMZE:

Çünkü babam gelip bize ev alınca bebeklerim de evimiz gibi yeni olsun, değil mi?

Anne bir şey söylemez. Dolapla tavan arasındaki boşlukta ha bire kolileri çekiştirir, poşetleri hışırdatır. Gamze’nin başına dolabın üzerindeki küçük poşetten bir limon sıkacağı düşer.

GAMZE:

(başını tutarak)

Ouy!

Gamze, yerdeki limon sıkacağını alarak kahkahalara boğulur. Hatta daha da çok gülüp hoplayıp zıplaması gerektiğini düşünür. Karnına bastırdığı limon sıkacağıyla bir eğilip bir doğrularak uzun uzun güler.

GAMZE:

Anne gördün mü, başıma ne düştü! Anne!

 

S4 İÇ                                ANNEANNE’NİN EVİ- SALON                                   GECE

Anne ve anneanne çekirdek çitleyip çay içerek Yalan Rüzgârı dizisini izlerler. Reklamlar başladığında, anneanne elinde biriktirdiği çekirdek kabuklarını sehpadaki gazeteye döküverir. O, anneye bir şeyler sorarken Gamze, ekranda beliren Barbie Bebek Evi’ni görüp yerinde sıçrar.

GAMZE:

Anne baksana, ne güzel!

Anne ile anneanne kendi aralarında konuşur, Gamze’ye kulak asmazlar. Anneanne sürekli sorar, anne bir şeyler geveler.

GAMZE:

Of, çok güzel! Anne şuna bak, şöminesi bile var!

Anne, kalkıp anneannenin boş çay bardağını alır, salondan çıkar.

Gamze, ışıl ışıl parlayan karton duvarlı üç katlı evin reklamını izlerken ağzı bir karış açıktır. Anne, elinde dolu çay bardağıyla girer. Sehpaya bırakır.

GAMZE:

Anne, anne gördün mü bak!

Annesine bakarak televizyonu işaret eder. Anne birden neredeyse hiddetle televizyona bakar. Küçük kızın korkudan işaret parmağı içe kıvrılır. Annenin gözlerinde televizyonun maviden, pembeye, sarıdan beyaza durmaksızın akan ışığı alev alır.

S5 İÇ              ANNEANNE’NİN EVİ- ANNE VE GAMZE’NİN ODASI          GÜN

Gamze odadaki çift kişilik yatakta tek başına uyur. Anne odadan içeri girer.

ANNE:

Uyan bakalım uykucu!

Gamze, kirpiklerini birbirine yapıştıran şekerli uykudan kaşlarını zorlukla kaldırarak kurtulmaya çalışırken, araladığı gözkapaklarının incecik manzarasında annesini elinde kocaman bir kutuyla gülümserken görür. Kutunun üzerinde Barbie Bebek Evi’nin resmi vardır. Gamze yorganı attığı gibi sıçrar, annesinin bacağına sarılır. Neşeyle kutuyu açmaya girişirler. Evin temelini atacakları boş bir köşe bulmaya çalışırlar. Pencerenin önündeki komodini çeker ve evi oraya kurmaya karar verirler. Kutudan bir sürü pembe plastik çubuk çıkar. Bunlar evin direkleri olacaktır. Bu direklerin arasına da kartondan, üzerinde süslemelerin olduğu duvarlar tutturulacaktır. Ama en keyiflisi kutudan çıkan küçük mobilyalardır.

Notre Dame korkunç bir adamdır; insanlara eziyet eder. Kamburunu bu eve bırakmıştır; işte o odada yaşatır. Kambur doymak bilmez; fırın, buzdolabı, kanepe, yeni alınmış tüm eşyaları üst üste yutar ve yükselir

Her şey öyle küçüktür ki; hepsi bir hap tanesi minikliğindeki naylon ambalajlara geçirilmiştir. Poşetlerden şömineyi, dolabı, fırını çıkarırlar. Yatağı, komodini, giysi dolabını da çıkarıp odalara tek tek yerleştirirler. Salonu annesi düzenler. Koltuğun üzerine küçücük yastığı da ekledikten sonra bebek kolisini indirir. Gamze hoplayıp zıplar. Annesi bakmadığında başını pembe çatıdan içeri sokup evi doya doya koklamak ister. Anne, en üstteki iki bebeği alır; birini Gamze’ye verir, birini kendi alır. Bebek Evi’nin önünde bağdaş kurup oynamaya başlarlar.

GAMZE:

Ben şimdi gidip kek yapacağım

Bebek, direği sarsmaktan, zemini titretmekten çekinerek havada süzülerek mutfağa gider. Buzdolabının kapağı açıldığında ışıkları yanar.

ANNE:

Ben de gidip biraz oturacağım.

Anne, bebeği salondaki koltuğa oturturken arkasına küçük yastığı koyar. Bebek yüzündeki ışıltılı gülümseyişiyle çok yorgun görünmektedir.

GAMZE:

Hadi gel arkadaşım, kek hazır!

ANNE:

Sen gelsene yanıma! Burada, koltukta oturup yiyelim.

Gamze, annesine bakıp kıkırdayarak bebeğini alt kata indirip koltuğa nazikçe oturtur. Gamze’nin bebeği, anneninkine bir sürü şey anlatır ama diğeri hep suskundur. Annenin bebeği keki yerken ağzını bile şıpırdatmaz. Yüzünde balmumu gibi donup bir gülümseme, sırtını arkasındaki yastığa gömmüş öylece oturur. Neyse ki anneannesi, anneyi çağırır da Gamze de gönlünce oynayabilir. Örneğin bebek tuvaletini yapabilir, giysi dolabını karıştırabilir ya da arkadaşlarını evine davet edip parti verebilir.

ANNE

(kalkarken)

Bak bazı eşyalar çok küçük. Kaybetme tamam mı? Baksana şu yastığa ne güzel!

Gamze başını sallar, oyununa geri döner.

S6 İÇ                              ANNEANNE’NİN EVİ- MUTFAK                               GECE

Gamze tabağındaki yaprak sarmaları yerken anneanne, yeşil plastik sürahide Tang meyvesuyu tozunu suyla karıştırmaktadır. Annenin tabağı dolu, sandalyesi boştur. Anneanne kepçeyi sürahide döndürdükçe koridordan akan cümleler kırılıp mutfağa kelime tozları dolar.

ANNE

(uzaktan)

İnanmıyorum sana!

Gamze hapşırır.

ANNE:

(uzaktan)

Ne kuyusuymuş bu, bu kadar! Hayal bunlar!

Anneanne karıştırmayı sürdürür. Sürahinin yeşiliyle meyve suyunun turuncusu karışır, çamurdan bir girdap oluşur.

ANNE:

(uzaktan)

Eşyalar bile eskidi ben hâlâ… “Bekle bekle”ymiş!

Bir kapı çarpılır. Gamze boğazına saplanmış yaprak sarmasıyla oturur. Ayakları yere bir türlü ulaşmaz. Bir bassa anneannenin evi sarsılır, temeli çarpılır. Bu yüzden yavaşça iner sandalyesinden. Anneanne, tezgâhtan peçeteleri alırken hayalet gibi süzülerek mutfaktan çıkar.

S7 İÇ                                ANNEANNE’NİN EVİ- KORİDOR                            GECE

Önünde kıvrım kıvrım uzanan koridor, Notre Dame’ın Kamburu odasına kadar ışıksız. Anneyi kamburlu oda yakalamıştır. Notre Dame korkunç bir adamdır; insanlara eziyet eder. Kamburunu bu eve bırakmıştır; işte o odada yaşatır. Kambur doymak bilmez; fırın, buzdolabı, kanepe, yeni alınmış tüm eşyaları üst üste yutar ve yükselir. Notre Dame kendi kamburunu sırtına asmaya bir türlü gelmez. Sonunda Gamze’nin en çok korktuğu şey gerçekleşmiş, oda anneyi de kamburuna eklemiştir.

Oysa bölüm sonuna bir flashback eklenmelidir. Gamze buzdolabının önünde bağdaş kurmuş, avucundaki küçük yastığa bakarken hatırladı

Gamze elini duvar kâğıdında hızla gezdirip düğmeyi bulur, ışığı açar. Odaya doğru adımlar. Oda kapısının önüne vardığında buzlu camın ardında soluyan kamburun yükselip alçalmasını görür. Annenin ağzını kapatmış olmalı ki anne boğuk sesler çıkarmaktadır. Gamze yutkunur, odanın kapısını tıklatır.

GAMZE:

Anne? Anne geri dönebilir misin? Anne?

Anne bir anda kapıyı açıp fırlar. Gamze’nin önünden su perisi gibi uçup yatak odalarına gider. Gamze çekinerek peşinden adımlar. Ayrıca sırtı ağrımaya başlamıştır. Annesi kamburlarca yükü, geçerken ona mı bırakmıştır?

S8 İÇ            ANNEANNE’NİN EVİ- ANNE VE GAMZE’NİN ODASI         GECE

Yarı aralık kapının arasından annesine bakar. Anne, yastıkları ve Büdü’yü bir kenara atmış, yatakta dirsekleri bacaklarında, başı avuçlarının içinde küçücük olmuş oturmaktadır. Kızını görünce başını arkaya çevirir, kirpiklerini siler. Gamze, iyice bir görüldüğünün farkına vararak kendini odaya girmeye mecbur hisseder. O sırada anne, hâlâ arkasına bakmaktadır. Birden kalkıp bebek evinin karşısına geçer, dikkat kesilir. Gamze, anneyi izlerken içinde özür dileme isteği belirir. Anne, bebek evindeki küçük koltuğa dehşetle bakıp kocaman olmuş gözlerini Gamze’nin üzerine saplar.

ANNE:

Ben sana ne dedim?

Anne, bebek evinin tüm odalarına bakar; fakat aradığı şeyi bulamamıştır.

ANNE:

Nerede koltuktaki yastık? Sana kaybetme demedim mi ben?

Gamze’nin aklında, patlayan şekerler gibi bir fikir patlar. Neredeyse bir şey hatırlamak üzeredir; dudaklarına bu sürprizin erkenci gülücüğü konar. Anne, bu anlamsız neşe kırıntısını görür ve öfkelenir.

ANNE:

Ben sana bak bu yastık çok küçük, kaybetme dedim mi, demedim mi?

Gamze’nin aklındaki küçücük hatıra kaybolur gider. Hiçbir şey bilmemektedir, hiçbir şey anlamamaktadır. Annesi bir şeyler söyler. Odanın ekvator çizgisine geçip ona cevaba benzer sorular sorar. Rüzgâr çıkar, saat kuleleri devrilir, çatılar uçar, küçük fırındaki kek bile yanar. Sonunda anne durulduğunda ona bebek kolisini indirir ve gider. Gamze, bebeklerin toplu mezarını deşer, bebeklerden birinin ipekten saçları arasından kımıl kımıl bir böcek çıkar. Gamze, böceğin kutudan çıkıp parkeler üzerinde kayarak gözden kayboluşunu izler.

*SON*

Oysa bölüm sonuna bir flashback eklenmelidir. Gamze buzdolabının önünde bağdaş kurmuş, avucundaki küçük yastığa bakarken hatırladı: Anneanne yine bir gün dar yakalı kazaklar örerken, o koşarak iplik kutusundan çengelli iğne kapmış ve yastığı kaybolmaması için babasının aldığı Büdü’nün içine saklamıştı.

Gözlerini kazağının kollarıyla sildi. Yastığı masanın üstüne bıraktı.  Büdü’yü sandalyeye oturttu. Sigara biçimindeki külü ezdi. Fincanı suda çalkalamaya girişti.

PAYLAŞMAK İÇİN