Geldin ot gittin maydanoz

Emine SUPÇİN

Eskimiyen için ilk yazı, Eskimiyen’in eskimeyecek okurları için minik bir anı olsun.

Geçen yıl çalıştığım kurum için, ilkyardım belgesi almam şart olmuştu.

          Halk Eğitim Merkezinde, hafta sonuna sıkıştırılmış on sekiz saatlik İlkyardım Kursuna katıldım ve sabahın 08.40’ından akşamın 16.40’ına kadar cumartesi, pazar ders dinledim.

          İlkyardımın anlamının, yetkili sağlık ekibi gelene kadar hayatın kurtarılması ya da durumun daha kötüye gitmesini önleyebilmek amacıyla olay yerinde, tıbbi araç gereç aranmaksızın yapılan ilaçsız uygulamalar olduğu hatırlatıldı. Hangi durumda neler yapılabileceğinin ve bir ilk yardımcının görevinin ne olduğu açıklanıyor arada biz dinleyenlere de sorular soruluyordu.

          Grubun en yaşlı üyesi bendim. Geneli gençler ve tümü hanımlardan ibaret bir topluluktuk. Sınıf öğretmenliğinde okuyan genç kızlardan dördünün başı kapalıydı. Ne alakası var demeyin, birazdan anlayacaksınız alaka-i maydanozu.

Başı kapalı hanımcıklardan birinin dudakları kısa, buna mukabil dişleri yarışı başlatacak tabanca sesini bekleyen koşucular gibi dışarı fırlamaya hazır vaziyetteydi. Belki de tabanca patlamıştı ve etrafa saçılan barut izinden olsa gerek dişlerinin hepsi simsiyahtı. Sanırım bu arazı gidermek için olsa gerek ağzı diş teliyle kaplıydı. Yarı yanmış odun istifinin parlak telle sarmalanmış hali gibiydi desem benzetme yanlış olmaz.

Elbette bir insanın ne başının kapalı olmasına, ne de diş teli takmasına takacak biri değilimdir. Hatta kimse takmamalıdır. Çünkü yaşam öncelikle bireysel, sonra toplumsaldır.

          Bir ilk yardımcı olarak yerde yatan kazazede ya da yaralının bilinci kapalı ve solunumu durmuş ise yapılacak olan Temel Yaşam Desteği için kalp masajı ve kurtarıcı nefes verilmesinden söz ediliyor ve uygulama şekli maketler üzerinde denetilerek gösteriliyordu. Hakkını teslim etmek gerekir ki hocamız hanımefendi alanının uzmanıydı ve öğrettiği her başlığı ya mutlaka tatbik ettiriyor ya da hiç beklemediğin şekilde bir soru sorarak dikkati zinde tutuyordu.

          Şu yukarıdaki kurtarıcı nefes tekniğini maket üzerinde gösterip, uygulama yaptıran hocamız, herkes yerine yerleşince sınıfın karşısına geçip şöyle bir hikayeye başladı:

“Bir otoyolda aracınızla seyahat ediyorsunuz. Bir süre sonra yol kenarındaki büyükçe bir ağaca hızla çarpmış araçtan fırlayan bir yaralıyı görüyorsunuz ve sizden başka yardım edebilecek kimse yok. Kurtarıcı nefes vermezseniz yerde yatan yaralı ölecek. Ve yaralı erkek,” deyip başı kapalı hanımlara döndü.

İlk tepki hangisinden gelse beğenirsiniz? Elbette yanmış odunları gümüş diş teliyle kaplı kızımızdan. (Tam şurada onun “Tabi ki hemen kurtarıcı nefes çalışmasına başlarım, erkek olması neyi değiştirir ki” dediğini yazabilmeyi çok isterdim. Ve mis gibi de özür dilerdim yukarıdaki yazdıklarımdan.)

Oysa o, “A! Erkekse ben yapamaaam!..” dedi. Tabi bu istemsizce ağzından çıkana destek bulmak için diğer başörtülü arkadaşlarına döndü ve gözleriyle onlardan yardım dilendi. Onlar da destek verdiler elbette. Sonuçta namus meselesiydi bu. Erkek eli mahremdi, kaldı ki adamın ağzına üfleyecekti. Hiç olacak iş miydi canım. Onlar namuslu kızlardı, geriden giderleri olur, önden gideri ehl-i namus için bekletirlerdi. (Umarım son cümleyi anlamamışsınızdır.)   

          Aslında şu an itibari ile ağıza alınmayacak sözcükleri klavye rahatlığı ile saydırmaya devam etmek geliyor içimden. Fakat o an, ilkin hayali olarak yerde yatmakta olan erkek hastaya baktım ve “Öldün o’lum,” dedim.

Düşünsenize, solunum yok, kalp durmuş ve onu kurtarabilecek tek kişi şu bizim, “Ay erkek ama… Ben yapamam ki?” diyen masal cadısı.

          Hayali hasta bir anlığına bana baktı ve göz kırpıp “Sakın beni bu kurtarmasın!” dedi. Haklıydı da. İnsanın yaşayacağı varsa da ölesi gelirdi bu tipin karşısında.

Hasta erkek diye ölüme terk etti maydanozlar.

          Hasılı kelam, içine bilim sirayet etmemiş kafatasını örtsen ne, açsan ne? Geldin ot, gittin maydanoz işte…