Entelektüel yoksuzluk

Bugünkü siyasal anlayış; mimarlık, opera, müzik, resim, heykel, spor, şiir, yazı, gülmece, tiyatro, sinema gibi dalları kapsayan bir kültürü hemen her yerde aşağılamış, değersizleştirmiş, bilginin, aklın, sorgulamanın, çağdaşlığın, bilimin adının geçtiği her şeyi geri plana atmış, dışlamıştır.

CEM BAYINDIR

Hiç unutmam, bir zamanlar meclis başkanlığı yapan ‘İsmail’ adında yaşını başını almış bir amca 1919-2002 arasından yani “Cumhuriyet” döneminden “Duraklama Devri” biçiminde söz etmişti.

Amerikan askeri gemilerinin önünde esas duruşa geçmede ve Alman malı son model Mercedes arabalara binmede usta biri olan “İsmail dayı”, Atatürk dönemindeki bir açılışı aşağılayarak, “…1930’lu yıllarda bir tören resmi aklıma geldi. 3-5 tane tahtayı ufak bir derenin üzerine koymuşlar, en fazla 3 metrelik bir mesafeye iki tane kalas koyduk diye seviniyorlar…” gibi zavallı bir tümce kullanırken o dönemin belediye başkanı da Taksim Alanı’na saksılarla çiçek dikerek yüksek estetik bakış açısını sergiliyordu.

İşte, bu kafa sahiplerinin yaşama bakış açılarına uygun bir uygarlık kurma (medeniyet inşa) ya da Osmanlı’yı canlandırma amacıyla çıktıları yolda bu hallerini gören her vatan evladının, Orta Doğu ve dünyanın tüm mazlum halklarına öncülük eden büyük devrimci ve kahraman Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün büyüklüğünü bir kez daha anlaması, Tanrı’ya binlerce kez daha çok şükretmesi gerekir.

Orta Doğu’da bugün var olan hiçbir siyasal iktidarın uygar, çağdaş bir toplum yaratması, insan onuruna yakışır bir toplum düzeni kurması ve bir kültürel devrim gerçekleştirmesi olanaksızdır.

Bizde de siyasal gücün, Anadolu insanının dindarlığı, hoşgörü anlayışı kısaca Türk kültürü ile bir ilgisinin olmadığını ve tek amacının iktidarı sonsuza değin sürdürmek olduğunu görmemek olası değil.

Bunların bale, tiyatro, sinema, kitap vb konularda düşüncelerini biliyordum ama o günlerde kesinlikle anlamıştım ki, yerli ve milli bir ülke yaratma savının gelebileceği son nokta, Taksim Alanı’nda saksılara dikilen köksüz çiçekler, TRT’de yayınlanan bir iki tarihsel dizi, Doblo arabalar için yollarda satılan kağıttan Osmanlı tuğraları ve Mercedesçi İsmail Amcanın ve benzerlerinin gülünç söylemleri olabilir

Orta Asya, Selçuklu, Osmanlı Türkleri, kısaca Türk-İslam anlayışını 15 yılda yeniden canlandırma savındakilerin en kalıcı yapıtları Doblo marka araçlara yapıştırılan Osmanlı tuğra çıkartmaları ve yandaş artistlerin oynadıkları diziler olsa gerek.

Bir ülkeyi bu denli uzun yöneten bir partinin, Taksim Alanı’ndaki saksıya çiçek dikme görüntüleri, yerli, milli, muhafazakâr savlı bir iktidarın vardığı kültürel doruk noktasıdır. Dost acı söyler ama bundan yükseğine -Sergey Bubka bir el atsa yine– çıkamazlar.

Türkiye Cumhuriyetinin temeli kültürdür” ve “En gerçek tarikat uygarlık tarikatıdır.” ilkelerini benimsemiş yeni cumhuriyetin uygarlık (medeniyet) yoluna bakıp da, bir de bugünkü sinema, tiyatro, mimarlık, müzik, resim, spor, bale, heykel, şiir, yazın gibi alanların tükenmişliğini görünce kültürel ve entelektüel zavallılığımız daha net ortaya çıkıyor ve üzülüyoruz…

Eski Türk, Selçuklu, Osmanlı’nın kültürel ardılı olmak ve o uygarlık yolunu örnek seçmek, öyle dizi izlemekle, Osmanlı tuğrası yapıştırmakla, troll paylaşımları yapmakla olunmuyor, olunamaz da…

PEKİ, UYGARLIKTAN NE ANLARIZ?

Uygarlık, Divriği gibi küçük bir ilçede bundan 800 yıl önce yapılan Divriği Ahmet Şah Camisi ve Turan Melek Darüşşifası yapılarının bugün bile dimdik ayakta olmasıdır…

Uygarlık, bu yapıların üzerindeki süsleme ve bezemelerdir, bu süsleme sanatı, kadın figürleri, kartal simgelerinin -kendinden önceki tüm kültürlerin etkilerini içeren-, bugün bile taklit edilemez özellikleridir.

Anadolu Selçuklu (Mengüçler / Mengücek) tarihinin en görkemli ve özgün yapısının, Türk İslam sanatının doruk noktasının, bir anıt yapıtının bir kadın buyruğu ile küçük bir yerde yapılması bir rastlantı değildir.

İşte kültür ve uygarlık denilen kavramlar, sıradan bir Anadolu kentine çağının en görkemli ve sanatsal anıtını, bir “kadın sultan” buyruğuyla dikebilme gücüdür.

Fatih’in İstanbul’u bilginler ve sanatçılar kenti yapması, Bellini gibi dünyanın en büyük ressam ve bilginlerinin hürmet görmesidir.

Uygarlık, bir Türk padişahının, bilimin evrenselliğini görüp, Latince, Yunanca yapıtları, felsefecilerin kitaplarını özgün dilinden okuması, başucu kitabı yapmasıdır, Uluğ Bey gibi bir sultanın en yakın dostu bilim insanı Ali Kuşçu’yu ülkesinden getirtip, ona rasathane kurdurtmasıdır.

Farabi’nin Eski Yunan felsefesiyle İslam felsefesini birleştirmeye çalışması, akılcılığı ve bilgiyi öne çıkarmasıdır uygarlık.

Kültürel uygarlık, unutulmuş köylerde, köy enstitüleri kurabilme düşüncesidir.

Savaştan kaçan Batılı bilim adamlarını Türk üniversitelerine getirme gücüdür.

Anadolu bozkırlarına opera yapıları yapmaktır, köy çocuklarını, köylü kızları okutmak, bilim insanı olmasına olanak sağlamaktır.

Kendine özgü bir uygarlık, bir kültür oluşturmak yani kültürel bir uygarlık yaratmak savında bulunanlar, entelektüel üretimden, kültürel geçmişten, sağlam köklerden beslenmeli, bilgi ve aklın kılavuzluğunu seçmelidirler. Bu topraklarda ve başka topraklarda, bizlerce ya da başkalarınca, geçmişten bugüne insana ve insanoğluna eklenmiş tüm uygarlıklardan yararlanmaktır.

Uygarlık, bilim, bilgi, akıl ve özgürlük, özgür düşünce demektir.

Bu değerleri aşağılayanların uygarlık kurma (medeniyet inşası) savı, toplum için yıkıcı, yok edici, aşındırıcı etkilere yol açar.

Uygarlık, Şeyh Galip, Ali Kuşçu, Yunus Emre, Mevlana Celaleddin, Ömer Hayyam, Molla Lütfi, Mimar Sinan, Tevfik Fikret, İbrahim Çallı, Fikret Mualla, Nikoğos Balyan, Karacaoğlan, Kemani Tatyos Efendi, Agop Dilaçar, Yaşar Kemal, Nermi Uygur, Abdulbaki Gölpınarlı, Pir Sultan Abdal, Kadı Burhaneddin, Farabi, İbni Sina, İbn Haldun, İbni Rüşd ile yükselir (inşa olur)…

Siz kültürel uygarlığı, Orhan Gencebay, İbrahim Tatlıses, Bülent Ersoy, Sibel Can, Yavuz Bingöl, Alişan, Deniz Seki, Nagehan Alçı, Mustafa Keser, Markar Esayan, Hilal Kaplan, Abdülkadir Selvi, Ahmet Hamdi Çam, yaşını başını almış İsmail Amca ile inşaya çalışırsanız gideceğiniz yer “Doblo” hafif ticari araç satış müdürlüğü olacaktır…

ÖZGÜR AKILLA GELİŞEN ALANLAR

Bugünkü siyasal anlayış; mimarlık, opera, müzik, resim, heykel, spor, şiir, yazı, gülmece, tiyatro, sinema gibi dalları kapsayan bir kültürü hemen her yerde aşağılamış, değersizleştirmiş, bilginin, aklın, sorgulamanın, çağdaşlığın, bilimin adının geçtiği her şeyi geri plana atmış, dışlamıştır.

Böyle toplumlarda egemen güç gibi düşünen herkes değerli gösterilir, kendi gibi olmayan -dünyanın en önemli sanatçısı, bilim insanı bile olsa- düşmanlaştırılır, hedef yapılır. Sanatçı, gazeteci ya da bilim insanı siyasetin güdümünde oldukça değeri artar.

Bugün yeni Türkiye kültürü inşaya çalışanlar, bu toprakların gerçek değerlerini, Cumhuriyet dönemini ve Atatürk’ü her fırsatta aşağılamaya yeltenip, Osmanlı’yı yıkım sürecine götüren dönemlerin, padişahını, kişiliklerini, o dönemde kalmış değerleri halka zorla kabullendirmeye çalışıyor ve bunun için de “din” ve “milliyetçilik” gibi tinsel (manevi) değerleri kullanıyorlar.

17-18 yılda her şeyi ele geçiren, her kurumu yıkan, bozan, içeriğini darmadağın eden siyasal gücün, nedense entelektüel ya da kültürel alanda 1 cm bile ileri gidemediğini, hep teklediğini görüyoruz.

Çünkü kültür ve uygarlık, özgürlükle, özgür düşünceyle, özgür akılla gelişen alanlardır.

Biat ederek, kopya ya da taklitle, sorgulama yeteneğini dışlamakla, bilgi ve akıl düşmanlığıyla, beton dikmekle yol alınamaz. Osmanlı tuğralı bir “Doblo” ile alınabilecek yolun takdirini size bırakıyorum.

Bu bakımdan Alman Mercedesçi ve Amerikan savaş gemisi sevici İsmail Amca ve yoldaşlarının kültürel iktidar ve tarihi yeniden yazma çabası bilimsel ciddiyetten uzak olup, ancak mizah (gülmece) sanatının konusu olabilir.

“Türkiye Cumhuriyeti”, “Türk”, “Türk kültürü” ve “Türkçe” diyemeden, sanata, kültüre, tarihe, estetiğe yabancı ömür tüketmiş bu siyasal anlayışa -işlerine yarar umuduyla-, büyük ozanımız Ahmed Arif’in (1927-1991) eşsiz sözlerini gönderiyorum:

“Karanfil sokağında bir camlı bahçe
Camlı bahçe içre bir çini saksı
Bir dal süzülür mavide
Al al bir yangın şarkısı,
Bakmayın saksıda boy verdiğine
Kökü Altındağ’da, İncesu’dadır.”