Acı ve öfke dolu günler…
Salgında annesini kaybeden Süheyla Doğan sorularımızı yanıtladı:
“Annem bir battaniyenin altında her tarafı kapatılmış bir şekilde yatarken eşyalarını toparlamak zorunda kalmanın dayanılmaz acısını yaşadım… Duyduğum acıyı ve öfkeyi tarif edemem, dava açacağım.”
Süheyla Doğan…
Çanakkale’den Balıkesir’e, Kazdağları’ndan Madra Dağları’na nerde bir doğa talanı var orada, nerde kadına şiddet var, kadın cinayeti var orada.
Süheyla Doğan…
Ekoloji Birliği Eşsözcüsü, Kazdağı Doğal ve Kültürel Varlıkları Koruma Derneği Başkanı, Eşitlik İçin Kadın Platformu, (Edremit) Körfez Bağımsız Kadın Dayanışması aktivisti ve Eskimiyen yazarı…
Kamuoyunun Kazdağları’ndaki doğa talanına karşı verdiği mücadeleden tanıdığı Doğan, geçtiğimiz haftalarda geçirdiği ev kazasında düşüp ayağını kıran annesinin tedavisi ve bakımıyla ilgilenmeye gittiği memleketi Tokat-Erbaa’nın yaylalarında gerçekleştirilmek istenen altın madeni projesine karşı yöre halkına siyanürlü altın madenciliğinin doğaya, insana, tarım ve hayvancılığa vereceği zararları anlatırken koronavirüse yakalanmıştı. Test sonuçlarına göre tüm aile, anne, baba ve iki kardeş kovid olmuşlardı.
Doğan ve annesi Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’nde tedavi görmüşler, anne Hatice Doğan yaşama tutunmayı başaramamıştı.
Doğan, koronavirüse yenik düşen annesinin kaybını “annem melek oldu” sözleriyle duyurmuştu. (Konuyla ilgili daha önceki haberimiz için tıklayınız.)
Tedavisi evde devam eden Doğan ile acılı günlerinde bu röportajı, whatsapp üzerinden yazışarak gerçekleştirdik.
“İpin ucu çoktan kaçmış. Artık neredeyse her evde kovid var. Evdekileri takip eden yok… Ambulanslar yoğunluktan çok geç geliyor. Hastanelerde yatak bulunmuyor…”
– Öncelikle baş sağlığı diliyoruz. Size ve ailenize geçmiş olsun dileklerimizi kabul edin lütfen… Kötü, karanlık bir süreçten geçiyoruz. Salgın gün geçtikçe önlenemez bir noktaya doğru ilerliyor. Resmi açıklamaların güvenilirliği de nicedir sorgulanmaya başlandı. Bilim insanları, hekimler kaygılı, halk korku içinde. Ama öte yandan, azımsanmayacak sayıda, tehlikeyi umursamayan, salgını ciddiye almayan bir insan kitlesi var. Komplo teorileri havada uçuşuyor. Aşı karşıtlığı ise alıp başını gitmiş durumda. Herkesin bir başkası için, kardeşin kardeşe, evladın anne babaya tehlike oluşturduğu bir salgınla karşı karşıyayız. Bu süreci, hastalığa yakalanarak içinden yaşayan biri oldunuz. Fiziksel ve ruhsal olarak neler yaşadınız, anlatır mısınız.
-Bunca yıl emek, demokrasi, kadın hakları ve ekoloji mücadelesinde aktif olarak yer aldım. Mücadeleyi sürdürebilmek için sağlıklı bir akıl ve bedene ihtiyaç olduğu için de elimden geldiğince sağlıklı olmaya çalıştım. Kovid Pandemisinin başlangıcından bu yana da çok dikkatli idim. Ancak iktidarın yoğun saldırıları pandemi süresince artarak devam ettiği için ne yazık ki bizler de zaman zaman riskleri göze alarak alanlarda mücadelemizi sürdürdük. Alanda olduğumuz zamanlarda gerekli önlemi aldığımı düşünüyordum ancak ne yazık ki Kovid virüsü bir şekilde beni ve ailemi de bulmuştu. Evde birlikte olduğumuz kardeşim ve bende kovid belirtilerini hissettiğimizde aile hekimimizin önerisi ile test yaptırdık ve ertesi gün ikimizin de test sonucunun pozitif olduğunu telefon ile öğrendik. Evde yaşlılarımız vardı. “Ya onlara da bulaşmışsa?” diye panik olduk. Filyasyon ekibi evin kapısına geldi. Bize ilaçlarımızı bıraktı ve anne ve babamızın testlerini de ısrarımız üzerine kapıdan aldılar.
– Bu kadar mı? Kimlerle görüştüğünüzü, kimlerle temas ettiğinizi sormadılar mı?
– Hayır, temaslı sorgulaması falan yapılmadı. Annemle babamın ilaçlarını da ne olur ne olmaz bir daha gelmeyelim diye peşin peşin bıraktılar. Ertesi gün de onların sonucunu bildirdiler ve ilaca başlayın dediler. Bir daha da bizi arayan soran olmadı.
– Ünlü kişilerin ve sosyal medya fenomenlerinin sosyal medya paylaşımlarına bakılırsa koronavirüs konusunda Sağlık Bakanlığı, filyasyon ekipleri süreci çok başarılı bir biçimde “götürüyorlar”. Oysa gerçeğin hiç de öyle olmadığı TTB ve birçok hekimin açıklamalarından anlaşılıyor. Siz nelere tanık oldunuz? Herhangi filyasyon ekibiyle karşılaştınız mı? Virüse yakalananlara genelde ne tür tıbbi müdahalelerde bulunuluyor? Hastayı ve hastalığı takip süreçleri nasıl işliyor?
– Filyasyon ekibi diye bir ekip kalmış mı? Bizim eve iki kişi geldi, kovid ilaçları bırakıp gittiler, “Kiminle temas ettiniz, virüsü nasıl aldınız” diye sormadılar. İpin ucu çoktan kaçmış. Artık neredeyse her evde kovid var. Evdekileri takip eden yok… Ambulanslar yoğunluktan çok geç geliyor. Hastanelerde yatak bulunmuyor…
– Peki siz ne yaptınız bu durumda? Ne gibi önlemler aldınız?
-Her birimiz bir odaya izole ettik kendimizi ve kovidin tüm belirtilerini yaşamaya başladık. Bu arada birkaç gün aynı evde bulunduğumuz ve daha sonra İstanbul’a dönen diğer kardeşimin de kovid olduğunu öğrendik. Beynimizden vurulmuşa döndük. Ben biraz ağır geçiriyordum. Ayağa kalkacak, tuvalete gidecek gücüm yoktu. Sağolsun durumu nisbeten iyi olan kardeşim hepimizle ilgileniyor, yemeklerimizi, ilaçlarımızı veriyordu. Annemin kronik sorunları vardı, ağırlaşırsa evde ilgilenemeyiz diye 112’yi çağırıp hastaneye gönderdik. Ancak durumunu yeterince ağır bulmadıkları için eve geri gönderdiler. Sonra telaşla annem için hastane aramaya başladık. Hastalık belirtilerinin 5. Gününde tanıdıklar aracılığıyla Samsun Tıp Fakültesinden kabul aldık ve ambulansla hastaneye ulaştık. Ben de hastaydım ama refakatçi idim. Bir yatak bulabilmiştik. Hasta hasta koltuklarda yatarak annemle ilgilenmeye çalışıyordum. İkinci gün gece geç vakitte polikliniğe gidip tomografi çektirip sonuçları gösterdiğimde beni de hasta kabul ettiler ve ertesi gün annemle beni iki kişilik odaya aldılar. Hastalığın etkileri ikimizde de ağırlaşmıştı artık. Annemin oksijen seviyesi giderek düşüyordu. Oksijen maskesi taktılar. Ondan sonra maskeyi hiç çıkaramadık. Halim berbattı. Ancak mecburen kalkıp annemle ilgileniyordum. Annem yatakta yatamaz olmuştu, koltukta daha rahat ediyordu…
– Bu arada Erbaa’da babanızla evde kalan kardeşinizin de sıkıntıları artmıştı, hastaneye yatması gerekiyordu…
– Kardeşim de hastaneye yattı, babam evde tek başına kaldı… Aklım bir yandan da babamdaydı. Annemin iştahı kalmamıştı artık. Yemeğini zorla yedirmeye çalışıyor, yarım kase çorba içirebildiğimde mutlu oluyordum. Çok kötü baş ağrıları, adale ve eklem ağrıları çekiyor, halsizlikten ayakta duramıyordum. Annem de öyle… Ateşi fazla olmadığı halde başına ıslak örtüler koyduruyordu. Demek ki içi yanıyordu… Yatakta yatamıyor, koltuğa geçmek istiyordu. Bu da doktorlar ve hemşirelerin işini zorlaştırıyordu. Ancak onlar da alışmıştı “Hatice Teyze yine koltukta mısın” diyorlardı. “Anne, ne olur yataktan kalkma, senin için zor oluyor” desem de yapamıyordu. Bazen de yatağa yatmak istiyor, güçlükle yer değiştiriyorduk.
“Dünyam başıma yıkılmıştı. Olamazdı, annemle birlikte eve dönecektik. Biz bunu hak etmiyorduk! Annem nelere dayanmış, ne hastalıklar atlatmış, kaç ameliyattan sağ salim çıkmıştı.”
Bir gün yine koltuktan kalkmak istedi, tek başıma kaldıramadım, tam görevlilerden yardım istiyordum ki koltuktan yere kaydı ve düştü. O anda ömrümden ömür gitti… Görevlilere bağırdım, geldiler, dört kişi yatağa yatırdılar. Annem yatağa yatınca gözünü kapadı ve bir daha açmadı. Nefes alıp vermeye devam ediyordu. Bir monitöre bağladılar. Kalp ritmini, oksijen seviyesini, tansiyonunu ölçüyordu. Ekranı sürekli göreyim diye bu kez koltuğa ben oturdum. Gözüm, aklım sürekli monitörde idi. Annem arada sayıklıyordu. “Oğlanları çağır” dedi bir ara. Sonra bir daha hiç konuşmadı. Kardeşlerime haber verdim annem sizi çağırıyor diye… İstanbul’da olan kardeşim ertesi gün eşiyle birlikte geldi. Doktorun özel izni ile içeriye girdi. Annemi o haliyle gördü… Çok kötü oldu. Ağladı, ağladı. Sarılamadı bile anacığına enfeksiyon riski nedeniyle. Yarım saat kalabildi. Ertesi gün benim çeşitli ihtiyaçlarımı getirdi ama içeriye giremedi. O akşam annemin değerleri iyice düşmeye başladı. Geceyi çok zor geçirdim. Sürekli ekranı takip ediyordum. Öğleye doğru artık monitördeki oksijen değerli hızla düşmeye devam edince görevlilere bağırdım. Geldiler, müdahale edeceğiz dediler, tüm doktorlar ve hemşireler annemin başındaydı. Beni dışarı çıkardılar. Tam bir saat müdahale ettiler. Ben ise dışarda sürekli hem ağlıyor hem de “Diren annem, diren annem.” diyordum. Direnecekti, gözlerini açacaktı, birlikte evimize dönecektik. Sonra doktorlar çıktılar, “Müdahale ettik, ancak durum sıkıntılı, siz odaya girmeyin.” dediler. Bu arada kardeşime haber verdim. Bir süre daha bekledim sekreterlikte sonra doktor yanıma geldi ve “Maalesef annenizin kalbi durdu, Hatice Teyzeyi kaybettik” dedi. Dünyam başıma yıkılmıştı. Olamazdı, annemle birlikte eve dönecektik. Biz bunu hak etmiyorduk! Annem nelere dayanmış, ne hastalıklar atlatmış, kaç ameliyattan sağ salim çıkmıştı. Kovid’e yenilmemeliydi!!! Ama olmadı… Kovid canım annemi benden almıştı. Duyduğum acıyı ve öfkeyi tarif edemem…
Morga bile koymuyorlardı, cenaze nakil aracı gelene kadar odada bekletilecekti ve alıp gidecektik. Annemin, bir battaniyenin altında her tarafı kapatılmış bir şekilde yatarken eşyalarını toparlamak zorunda olmanın dayanılmaz acısını yaşadım. Acaba yüzünü görür müyüm diye battaniyeyi kaldırdım ancak her iki uçtan da bağlı idi… Bağları açamadım… Sonra da cenaze nakil aracı önde, biz arkada Erbaa Devlet Hastanesine gelişimiz ve annemizi orada morga bırakışımız… Eve gelip babam ve diğer kardeşimle kucaklaşmamız… Kendimi banyoya attım ve bir saat suyun altından çıkamadım. Sanki suyun şifalı gücüyle tüm virüslerden, tüm acılardan arınacaktım…
“İş yoğunluğundan dolayı artık çalışanların sabrı sanırım son noktalarındaydı. Yine de tüm çalışanlar görevlerini layıkıyla yerine getirmeye çalışıyorlardı. Gerçekten işleri zor. Araç, malzeme eksikleri var. Tek kullanımlık tulumlar, siperlikler yok.”
– Hastanedeki tedavi sürecinde neler oldu, nelerle karşılaştınız? Samsun şu günlerde salgının ivme kazandığı illerden biri durumunda. Yatırıldığınız hastane alt yapı, sağlık personeli sayı ve nitelikçe covid19’a karşı yeterli miydi sizce? Neler gözlemlediniz?
– Bulunduğumuz hastane Tıp Fakültesi hastanesi idi. Yoğunluktan birkaç katı kovid servisine dönüştürmüşler. Yatak kapasitesi yetmiyor…Kovid polikliniğinde kan alan görevli hemşirede ve doktorlarda yalnızca tek bir maske vardı, ne koruyucu tek kullanımlık önlük, ne siperlik…Serviste de kısıtlı malzeme ile risk altında çalışıyorlar. Hepsi çok endişeli. Haliyle hasta odasında en az süre ile kalmaya çalışıyorlar. Acele acele işlerini yapıp daha güvenli bir ortama çıkmaya çalışıyorlar. Hastalanan sağlık görevlilerinin sayısı giderek artıyor ve iş yükü ayakta olan sağlıkçılara kalıyor.
Bir gün koridorda konuşuyordu iki sağlıkçı. Biri diğerine: “Artık sabrım kalmadı, intihar etmek istiyorum.” diyordu. Yine poliklinikte benden önce sırada olan kadın sağlık görevlisi imiş, kovid geçirmiş, rapor süresi 10 güne düşürüldüğü için ertesi gün işe başlaması isteniyordu, o da “Daha iyileşemedim, nasıl çalışacağım?” diyordu.
Ciddi bir çalışan eksiği vardı. İş yoğunluğundan dolayı artık çalışanların sabrı sanırım son noktalarındaydı. Yine de tüm çalışanlar görevlerini layıkıyla yerine getirmeye çalışıyorlardı. Gerçekten işleri zor. Araç, malzeme eksikleri var. Tek kullanımlık tulumlar, siperlikler yok.
– Bilim Kurulu’nun önerisiyle Sağlık Bakanlığı karantina süresini 14 günden 10 güne indirdi ve karantina sonunda test yapmaya gerek olmadığına karar verdi. Size de test yapılmadı bildiğimiz kadarıyla. Taburcu edilme süreci hakkında neler söylemek istersiniz?
– Evet, kontrol testi yapmıyorlar. Benim taburcu olma zamanım geldiğinde test yapmadılar, tomografi falan çekip kontrol etmediler. Ancak Erbaa’ya geldikten sonra biraz sıkıntılar devam edince aile hekimimizden “Kovid testi yapılsın.” Belgesi alıp hastaneye gittik. Hekim, kontrol testi yapmıyoruz dedi, bunun üzerine rahatsızlığımızın devam ettiğini, aile hekimimizin test istediğini ve tomografi çektirmek istediğimizi söyledik. Israr edince doktor “Peki” dedi ve test verip tomografi çektirdik. Tomografi sonucunda da benim akciğerimde enfeksiyon başlamış olduğu görüldü ve antibiyotik tedavisine başladı. Israr etmesek anlaşılamayacaktı ve benim de hastalığım iyice artmış olacaktı.
– Yaşadığınız bu tecrübeye dayanarak Türkiye’deki sağlık sistemini nasıl değerlendiriyorsunuz?
– Ticarileştirilmiş bir sağlık sistemimiz var. Yıllardır bir sürü özel hastane açıldı. Kamu hastanelerindeki ücret düşüklükleri ve çalışma koşulları nitelikli sağlık görevlilerini özel sektöre çekti.
Pandemi döneminde bilim insanlarının, Türk Tabipleri Birliği’nin önerileri dikkate alınmadı. Kovid hala bir meslek hastalığı sayılmıyor. Onlarca hekim ve diğer sağlık çalışanları Kovid ile mücadele ederken canlarından oldu. Ona rağmen iktidar hala hekimleri dinlemiyor. “Tükeniyoruz, ölüyoruz.” diyorlar, iktidar kör ve sağır olmuş. Hekimlerin taleplerini yerine getirmiyor. Ekonomik çıkar nedeniyle erken başlayan sözde kontrollü hayat kontrol edilemedi ve iş artık çığırından çıktı. Resmi rakamlara göre bile her gün neredeyse 300 kişi yaşamını yitiriyor. Bir de istatistiklerde gösterilmeyen ölüm ve vakalar?
Şirketler dağlarda, ormanlarda istedikleri gibi çalışırken bizlerin ormana girişine yasaklar konuldu. Pandemi bahane edilerek STK’ların faaliyetleri yasaklandı ancak şirketler faaliyete devam ediyor.
– Ev kazası geçiren annenizi ziyarete gittiğinizde memleketinizin yaylalarında altın madeni projeleri olduğunu öğrendiğinizi biliyoruz. Altın madenciliğinin doğada ve toplumda yaratacağı yıkımı anlatmak için köy köy kasaba kasaba dolaşırken, basın toplantıları, imza kampanyaları düzenlerken virüse yakalandığınızı da facebok sayfanızda yaptığınız paylaşımdan öğrendi kamuoyu. Ama öte yandan, il hıfzısıhha kurullarının salgınla ilgili yasakları var. Sadece halk için mi bu yasaklar? Daha önemlisi, yaşam savunucularına uygulanan köy bilgilendirme toplantılarını, imza kampanyalarını yasaklama çabaları, kesilen binlerce liralık idari para cezaları maden şirketleri için geçerli değil mi? Maden şirketleri, HESçiler, RES’çiler, JES’çiler bu yasaklardan muaf mı?
– Maden ve enerji şirketlerine, HES’çilere, RES’çilere, JES’çilere yasak yok. Onlar dağlarımızda, yaylalarımızda, ovalarımızda, su kaynaklarımızın başında çalışmaya devam ediyorlar. ÇED süreçleri devam ediyor. Pandemi koşullarında ÇED toplantıları yapılıyor. Yeni maden alanları ihaleleri yapılıyor. Torba kanunlarla şirketlerin karlarına kar katılıp, önlerindeki en ufak bir engel bile ortadan kaldırılıyor. İşlerini kolaylaştırmak için daha fazla yeni yeni muafiyetler getiriliyor.
– Facebook sayfanızdaki paylaşımlarınızdan izledik, maden şirketlerine bu imtiyazlar sağlanırken doğayı, yaban hayatını, yaşamı savunanlar kolluk kuvvetlerinin engellemeleri ve tacizleriyle de karşılaşıyor. Siz gerek Kazdağları’nda gerek Erbaa-Taşova köylerinde ne gibi engellemelerle, tacizlerle karşılaştınız, karşılaşıyorsunuz?
– Kazdağlarında nöbet alanına gittik diye sayısız para cezaları ile karşılaştık. Basın toplantısı yapmamız engellendi. Sürekli izlendik. Aynı gün içinde bile sayısız GBT’lere maruz bırakıldık. Halkın Katılımı Toplantılarına katılmamız, köylerde bilgilendirme toplantıları yapmamamız engellenmeye çalışıldı. Erbaa’da da pasif kitap okuma eylemimiz engellendi. İmza standı kaldırıldı. Şirketler dağlarda, ormanlarda istedikleri gibi çalışırken bizlerin ormana girişine yasaklar konuldu. Pandemi bahane edilerek STK’ların faaliyetleri yasaklandı ancak şirketler faaliyete devam ediyor.
– Erbaa yaylalarındaki durum nedir? Bu konuda yöre halkının, köylülerinin tepkisini nasıl değerlendiriyorsunuz?
– Erbaa Yaylaları’nda şu aşamada arama faaliyetleri sürdürülüyor. Niksar’da, Taşova’da, Amasya’nın diğer ilçelerinde, dağlarında yaylalarında da çeşitli projeler var. Erbaa’daki proje şirketin “Kamuoyu Aydınlatma Platformu’na yaptığı zorunlu açıklama ile basına yansımıştı. Diğer yerlerdeki projelerden kimsenin haberi yoktu. Ben Tokat ve Amasya’daki projeleri ÇED Duyuru sistemi ve Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nün ihale listelerinden ortaya çıkarıp rapor hazırladım. Yöre vekillerine Barolarına, STK’lara, siyasi partilere haber verdim. Amasya ve Taşova gidip sunumlar yaptık. Erbaa’nın köylerinde bilgilendirme toplantıları yaptık. Yöre halkında ciddi tepki oluştu. Yeşil Erbaa Çevre Platformu, Taşova Çevre Platformu, Niksar Platformu kuruldu. İstanbul’da Tokat, Amasya, Erbaa, Niksar dernekleri, platformları bir araya geldi. Doğama Dokunma Platformu kuruldu. İstanbul’da şirketlerin önünde basın açıklamaları yapıldı. Genel olarak tepki çok iyi. Kazdağları’nda uzun süredir verilen mücadelenin Türkiye’ye örnek olmasının sonucu olarak bu bölgede de halkta altın madenciliğine karşı bir duyarlılık, hassasiyet oluşmuş durumda. Yöre halkı “Yaylalarımızı vermeyiz.” diyor.
– Hastanedeyken de mücadelenizi sürdürdüğünüze tanık olduk. Kazdağları’nda Ayvacık yöresinde, Ayvacık Barajı ve Akçin Göleti’ne su sağlayan kaynakların üzerinde TÜMAD Madencilik’in altın madeni sondajına başladığını da yine bu sırada sizin paylaşımlarınızdan öğrendik, Kazdağları’nda neler oluyor, son durum nedir?
– Madencilik faaliyetleri son sürat devam ediyor. Koza Altın Madenciliği, Atikhisar Barajı yakınında Serçiler-Terziler Köyleri yakınında arama faaiyetine devam ediyor. Adı tam olarak netleşmese de Ayvacık civarında bir şirket onlarca köyün su içme suyu toplama havzasında sondajlara devam ediyor. Alamos Gold hala alanda ve çıkartılmadı. RES şirketleri her yerde çalışmaya devam ediyor. Her köşeyi döndüğümüzde bir RES türbini karşımıza çıkıyor. JES’ler ona keza. Neyse ki 2 JES için ÇED Gerekli Değildir kararları ve bir jeotermal kaynak arama projesi için de yürütmeyi durdurma kararı aldık dernek olarak açtığımız 3 davada.
– Kovid olduktan sonra yaptığınız paylaşımda bu durumdan VERSU maden şirketini, salgın döneminde şirketlere izin veren Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı ile Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’nı sorumlu tutmuş, “anneme, babama bir şey olursa iki elim yakanızda haberiniz olsun! Hepinize tazminat davası açacağım” demiştiniz. Siz ve aileniz zor günler geçirdi, geçiriyor. Bu süreçte annenizi de kaybettiniz, söz konusu maden şirketine, ilgili bakanlıklara dava açacak mısınız?
– Evet. Duyduğum acıyı ve öfkeyi tarif edemem, dava açacağım dava açacağım ve bu şirketlerle mücadele etmek için elimden geleni yapacağım.
Dayanışma ağlarını geliştirip güçlendirmemiz gerek. Hastalığa yakalanmış birisi olarak bu süreçte aranıp sorulmanın, kısa bir mesajın, gönderilen bir şarkının önemini çok hissettim. Yanıtlayamasam da gelen telefonlar, mesajlar bana güç ve moral verdi. Bu dönemde insanın sevildiğini daha fazla hissetmeye ihtiyacı var.
-Kovid’i atlatmış bir kişi olarak ne önerirsiniz bizlere? Köyde, şehirde, evde, işte, sokakta… ne yapmalıyız, nelere dikkat etmeliyiz, üstesinden nasıl gelmeliyiz bu sürecin?
-Pandemi artık korkunç bir boyuta ulaştı. Ciddi anlamda bir kırım yaşıyoruz. Pandeminin birinci döneminde herkes, hepimiz çok daha dikkatliydik. İktidar, kontrollü hayata çok erken geçti ve hepimiz gevşedik. Şirketlerin batmasını önlemek için ve ekonomik kaygı ile yapılan açılma kontrol edilemedi ve iş çığırından çıktı. Türk Tabipleri Birliği’nin zamanında kritik dönemde yaptığı “15 gün tam kapanma” önerileri de dikkate alınmayınca pandemi çok can almaya başladı. Acil olmayan tüm yatırımların durdurularak kaynakların pandemi ile mücadeleye ve ihtiyaç sahiplerine aktarılması gerekirken böyle olmadı. Kaynaklar sermayeye aktarılmaya devam etti. Yol, tünel, köprü, maden , enerji yatırımları, tümü devam etti. İkinci dalgada virüsün değişikliğe uğrayıp etkisini azaltması beklenirken tam tersi oldu. Virüs artık daha hızla yayılıyor ve daha fazla etkiliyordu. İktidar artık sürü bağışıklığına terketti hepimizi Şu anda hepimiz birbirimiz için, sevdiklerimiz için tehlikeli hale geldik. Bu işin şakası yok…Etrafta sağlıklı görünen bir sürü taşıyıcı var ve biz bunları öngöremez hale geldik. Çok kısa süre virüse maruz kalmak yetiyor artık bulaş almak için. Onun için herkesin çok dikkatli olması ve iktidarın kararını beklemeden kendisinin kapanması gerekiyor… Zorunlu olmadıkça kimseyle görüşmemek tek çare gibi…Piyasadaki maskelerin falan da yetmediği anlaşılıyor…Kapalı alanlarda virüs yayılımının 8-10 metreleri etkilediğine dair bilimsel araştırmalar yayınlandı. Bu durumda kapalı alanlara girmemek tek çare gibi. Mecbursak da çift maske, siperlik gibi önlemleri alarak ve çok kısa kalarak hemen çıkmalı. Hele maskeyi indirip yemek yemek, bir şeyler içmek çok tehlikeli görünüyor artık. Açık alanlarda da kaliteli ve güvenli tıbbi maskelerimizi takmak ve gerçekten fiziksel mesafeyi korumak ve insanların olduğu yerlerde çok kısa vakit geçirmek gerekli. Bu süreçte bir sürü insan pandemi nedeniyle çalışamadı, işinden oldu. Evine ekmek götüremedi. Bu durumdaki insanlarla ve hastalığa yakalananlarla hem sosyal hem de ekonomik anlamda dayanışmak çok önemli. Dayanışma ağlarını geliştirip güçlendirmemiz gerek. Hastalığa yakalanmış birisi olarak bu süreçte aranıp sorulmanın, kısa bir mesajın, gönderilen bir şarkının önemini çok hissettim. Yanıtlayamasam da gelen telefonlar, mesajlar bana güç ve moral verdi. Bu dönemde insanın sevildiğini daha fazla hissetmeye ihtiyacı var. Her mesaj bir güç katıyordu. Aramayan, sormayanlar da insanın tek tek aklına geliyor. Kindar biri değilim aslında ama aramayanları da bir bir yazdım aklıma desem? Aslında aramasını zaten beklemediğim insanlardı ama insan kızgın, küs olduğu insanların bile aramasını bekliyor. Onun için birbirimizi arayalım, soralım, güzel dileklerimizi gönderelim…Dostluk, kardeşlik, yoldaşlık dayanışma gibisi var mı?
Samsun’da hastanede kaldığımız süre boyunca riskli bir ortama, hastaneye gelerek ihtiyaçlarımızı karşılayan sevgili arkadaşım Mehmet Özdağ’a ve akrabam Fadime Kaya’ya özel bir teşekkür borcum var. Varolsunlar, sağolsunlar. Onun dışında evimize gelerek evde yalnız kalan babamıza yiyecek bırakan, nasıl olduğunu soran tüm eş, dost ve akrabalarımıza, beni arayan, soran mesaj gönderen tüm canım arkadaşlarım, tanıdıklarım, köylülerim, komşularım ve akrabalarıma ve hala evimize yemek yapıp gönderen ve ihtiyaçlarımızı karşılayan tüm yakınlarıma sonsuz teşekkür ederim. Hepiniz iyi ki varsınız, iyi ki hayatımdasınız.
– Sizi yorduk. En kısa zamanda sağlığınıza ve dağlarınıza kavuşmanızı diliyor, teşekkür ediyoruz.