Değiştir

Evlere bakın bir de. Kendi evinizle, komşunun evinin iç dekorasyonunda farklı bir şey var mı? Koltuklar aynı, perdeler aynı hatta banyoya serdiğin paspas aynı. Fark, renkleri ve yerleşimi. Of! Sıkılmıyor musun be kardeşim? Ben çok sıkıldım bu tek düzelikten

 

 

EMİNE SUPÇİN

Hani eskiden çok basit bir yarışma vardı, adı değiştir.
Yarışmacı bir şarkıya başlıyor ve yarışmayı idare eden de daha şarkının ikinci dizesine bile geçmeden “değiştir” diyordu. Seyrederken biz de kendi içimizde yarışıyorduk, acaba daha hızlı değiştirebilecek miyiz derdiyle. Sonra o yıllarda bir yazı okumuştum, diyordu ki sofranızı zengin tutun. Herkesin evinde yumurta vardır, diyordu yazar. Yumurtayı her gün yiyorsan bile, her gün farklı pişir. Yanına salata yap. Bir gün zeytinle çeşitlendir bir gün peynir koy içine. Her gün aynı salatayı yapma, bir gün patates salatası yap, bir gün çoban salata. Herkesin evinde vardır bunlar. Vardı çünkü o yıllarda. O yıllarda biz patatesi soğanı yurt dışından almaz, hele hele karnabahar, marul kuyruğuna filan girmezdik. Gani gani üretilirdi köyde, kasabada.  Yanına tatlı yap. Hiçbir şey bulamazsan un helvası kavur. Sofran ne kadar zengince, muhayyilen o kadar genişler, diye ekliyordu yazar.  

O yarışmalar, o yazılar ne güzel bir kafaydı öyle. Değişime uyumlu, düşündürmeye meyilli.

Şimdilerde ne o eğlenceli yarışmalar kaldı ne de değişim, yenilik, yaratıcılık adına gerçekleştirilen eylemler. Son yirmi yıldır gittikçe daha derine işleyen sabit fikirlilik modası içindeyiz ve buradan çıkışımız henüz gözükmüyor. Biliyorum bunu değiştirecek tek bir fitilin ateşlenmesine bakıyor toplum. Aslında hepimiz bu durağanlık, bu yeknesaklık, bu meczupluktan bıktık, yorulduk. Artık güçlü, önü alınamaz bir gelişim ve aydınlanmanın eşiğindeyiz. Çünkü patlamak üzere toplum. Fakat öyle bir fay hattındayız ki bu patlama isteği ya herro ya merro şeklinde olursa iç çatışmalara da sebep olabilir gibime geliyor bazen. Bu kırılgan noktayı aklıselim bir şekilde bilime, sanata, yaşama yönlendirmek, o kör cahil kötülüğün yerine geçecek olanların işi. Tüm toplumu barışçıl bir noktaya çekip ülkenin üretken çehresini ortaya çıkarması gerekiyor.

Değiştir, derken sadece siyasi anlamda kafayı değiştirmekten bahsetmiyorum (ki aslında fitili ateşleyecek olan değişimin kilidi tam da orası.)

Dikkat ettiniz mi bilmiyorum, lokantalar aynı yemekleri sunuyor. Lahmacun aynı lahmacun, kebap aynı kebap, mezeler hep aynı. La bir değişiklik yap yahu. Tatlıyla tuzluyu öpüştür, ekşiyle acıyı seviştir, bir şey yap ama değişik olsun. Yok, aynı kafa, aynı mantık. Nasılsa yiyoruz, değiştirmeye ne lüzum.

Neredeyse her gün yeni bir araziye patır patır dikilen binalar birbirinin aynı. Tek farkı birinin balkonu şuraya, ötekininki buraya bakıyor. Bu nasıl bir mimari çirkinliktir, bu nasıl bir dar kafalılıktır ki ufacık, minnacık bir bakış açısı değişimi göstermiyor! İnanın anlamıyorum… Bağnazlık derecesinde tutarlı bir körlük içindeyiz.

Evlere bakın bir de. Kendi evinizle, komşunun evinin iç dekorasyonunda farklı bir şey var mı? Koltuklar aynı, perdeler aynı hatta banyoya serdiğin paspas aynı. Tek farkı renkleri ve yerleşimi. Of! Sıkılmıyor musun be kardeşim? Ben çok sıkıldım bu tek düzelikten. Bir parmak şıklatıp, bir sihir yapıp değiştir demek istiyorum.   Elimden gelse herkes aynı yürüyor, ben farklı yürüyeyim deyip amuda kalkarak yürüyeceğim. Bilim ve Sanat Merkezi’nde (üstün ve özel yetenekli çocukların devam ettiği okullar) çalışırken bir öğrencimiz “Ben sınıfta amuda kalkıp şu köşede durmak ve öyle dinlemek istiyorum,” demişti. Ve öyle de yapmıştı. Farklı olmayı küçücük bir çocukken uygulamayı aklına koymuş olan o genç adam şimdi Amerika’da. Çok geçmez duyarız bir icadını, bir buluşunu.

Ve en önemlisi fark yaratacak gençlerimizi her gün kaybediyoruz. İlk değiştirmemiz gereken şey de bu işte. Memleketin bağrından fışkıran zekayı, beceriyi, aklı kaybetmemek gerekiyor. Onların ufkunu açacak eğitim sistemi, çalışabilecekleri donanımlı sahalar açmak olmalı işimiz. Gerçek kurtarıcıları kaybedip, aptal yığınlardan sonuç beklemek ne acı!

Hepimiz olağanüstü bir sığlığın içinde nefes alıyor ve zamanı gelince gömülüyoruz. Yaşamak ve ölmekten uzağız. Çünkü yaşamak farkında olmaktır ve değişim ister. Ölmek de öyle. İnsan ölürken “yaşadım” diyebiliyorsa gidebilir. Eminim Araf denen o yerde bolca bizim insanımızdan mevcuttur.
Biz ne yaşayabiliyoruz ne de ölebiliyoruz.

 

PAYLAŞMANIZ İÇİN