Ezgi’nin sosyal danışman olarak başarılı bir iş hayatı var. Ağır işlerde çalışmaktan sağlığını kaybeden göçmen kadınların hayatını kolaylaştıracak projeler hazırlıyor ve bunları hayata geçiriyor. Sağlık ve eğitim kurumlarıyla ortak çalışmalarda görev alıyor.
HATİCE BEKTAŞ
Ezgi çocuklarıyla yürüyüş yapıyordu. Gözü birden yol kenarında bir evin ön bahçesindeki bir çiçeğe takıldı. Çörek otu çiçeğiydi bu. Çok şaşırdı. Danimarka’da çörek otunu hiç görmemişti. Hep Türkiye’den alır, bavulun bir köşesinde getirirdi yaptığı börek ve pideleri süslemek için. Kokusunu da ekmeğe verdiği tadı da çok severdi. Ramazan pidelerinin vazgeçilmeziydi.
Yaşlı bir Danimarkalı yaklaştı gülümseyerek, selamlaştılar. Çiçeğin adını sordu Ezgi, “jomfruen i det grønne” dedi yaşlı kadın. Doğadaki bakire diye çevirdi kafasının içinde Ezgi, gülümsedi. Çiçeğin ortasındaki tomurcuğu sordu, tohum dedi yaşlı kadın, saklıyorum, gelecek sene tekrar çiçek ekmek için. Ekmek yaparken kullanıp kullanmadığını sorunca çok şaşırdı, kafa salladı, hiç duymadım dedi ve Ezgi sanki başka bir gezegenden geliyormuş gibi süzdü Ezgi’yi. El sallayıp ayrıldılar.
Eve giderken daldı hatıralarına Ezgi, Danimarka’ya gelişi ve yaşadıkları geçti aklından. Ne garip dedi kendi kendine, ben tam da bu çörek otu çiçeği gibiyim. Doğduğum, büyüdüğüm, eğitim alıp geleceğimi kurmayı hayal ettiğim ülkemden koptum. Geldim buralarda ırgat olarak çalıştım. Ne diplomam ne de ülkemde öğrendiklerimi kimse umursamadı. Tıpkı çörek otunun Danimarka’da sadece bahçeleri süslediği gibi diye düşündü hüzünle.
Yüzölçümü Konya kadar, nüfusu beş milyonluk küçücük bir devlet
Ezgi ondokuz yaşındaydı Danimarka`ya geldiğinde. Liseyi yeni bitirmis, üniversite sınavının sonucunu almadan gelmişti. Bir devlet dairesinde işe girmeyi, ekonomik sorunlar yüzünden üniversiteye gitmese bile açık öğretimle bir eğitim almayı planlıyordu kafasında.
Avrupa’ya gitmek, dünyanın sayılı refah ülkelerinden birinde yaşamak hiç aklına bile gelmemişti. Danimarka’yı okuduğu kitaplardan tanıyordu biraz. Vahşi ve yağmacı Vikinglerin anavatanı. Coğrafya derslerinde altı ay gece altı ay gündüzün yaşandığını biliyordu. Ama bunun ne demek olduğunu hayal etmek zordu. Demokrasinin beşiği Anadolu ve Yunan yarımadası olsa bile, uygulamada en başarılı, sayılı ülkelerden biriydi Danimarka. Yüzölçümü Konya vilayeti kadar, nüfusu beş milyonluk küçücük bir devlet. Çok çalışkan bir toplum olduğunu da okumuştu edebiyat kitabındaki bir yazıda. Gemi endüstrisi ve sütçülükte çok başarılı bir ülkeydi. Felsefe dersinde de Søren Kirkegård kalmıştı aklında, varoluş teorisinin seçkin düşünürlerinden. Kuantum fiziğinin öncüsü Niels Bohr`u tanımıştı fizik dersinde. En iyi bildiği de Kibritçi Kızın yazarı Hans Christian Andersen`di. Çirkin Ördek masalını defalarca okumuştu.
Avrupalı olmak, Avrupa’da yaşamak, yabancı dil öğrenmek, Avrupa’yı gezip görmek
Zaman ne kadar hızlı geçti ve değişti diye düşündü Ezgi. Daha dün gibiydi. Kasabada bir düğünde kahve ikram etmişti bugün kayınvalide olarak hitap ettigi kadına. Utangaç bakışları, saygılı davranışları, güzelliği dikkatini çekmişti kayınvalidesinin. Avrupa`da bir yerlerde yaşadıklarını duymuştu konuşulanlardan. Almancı bir aileydi, halk arasındaki tabiriyle. Avrupa’da yaşayan Türk ailelerin yaz tatillerinde oğullarına uygun gelin aradıklarını biliyordu. Ezgi’nin arkadaşlarından evlenip Avrupa’ya bir yerlere gelin olarak gidenler vardı. Avrupalı olmak, Avrupa’da yaşamak, yabancı dil öğrenmek, Avrupa’yı gezip görmek herkes gibi ona da cazip gelirdi. Belki de eğitimini Danimarka’da tamamlardı. Hayal bu, sınırı yoktu.
Birkaç gün sonra dünür geldiler. Ezgi daha ne olduğunu anlayamadan düğün dernek kuruldu. Ezgi evlenmeden önce doğru dürüst bir sohbet etme, evlendiği gencin nasıl biri olduğunu anlama ve tanıma fırsatı bulamadı. Düğünden kısa bir süre sonra da yeni ailesi Danimarka’ya dönmüş, bir kaç ay süren pasaport ve vize işlemlerinden sonra Ezgi de Danimarkaya gelmişti.
Yaşamın tüm renkleri birer birer kaybolurken Avrupa’ya gelirken hayal ettikleri de bu renklerle birlikte maziye karışmıştı
Kayınvalidesi ve kayınpederi bir de ailenin büyük oğlu ve karısıyla birlikte küçük bir dairede yaşadılar uzun bir süre. Çok şaşırmıştı Ezgi. Ailenin köydeki kocaman evlerinin yanında oturdukları daire kibrit kutusu gibiydi. Bütün günü ev işleriyle ve diğer Türk aileleri ziyaretle geçiyordu. Aileler bir Avrupa şehrinde köy hayatı yaşıyorlardı. Dertlerini anlatacak kadar bile dil öğrenememişler, içinde yaşadıkları toplumu ve kültürü hiç merak etmemişlerdi. Köylerinden gelirken sadece ev ve tarla alacak parayı kazanıp anavatana zengin olarak dönmekti amaçları. O zamana kadar da dillerini, dinlerini, örf ve adetlerini unutmadan, kendi tabirleriyle gavur olmadan yaşamaktı bütün çabaları. Kafeye, lokantaya, yüzme havuzuna, sinemaya gidenleri yadırgarlar, hatta kınarlardı. Herkesin yaşamı birbirine benzerdi. Çağın değişen toplum anlayışına yabancıydılar. Bilmedikleri her değişim ürkütürdü onları. Bu yüzden genç kuşağında bu çemberden çıkmalarını istemezlerdi.
Danca öğrenmek için kursa gideceğini hayal ederken, çiçek yetiştiren bir serada işe başlamış buldu kendini Ezgi. Sadece çalışıp para kazanmaktan ibaret bir hayattı. Yaşamın tüm renkleri birer birer kaybolurken Ezgi’nin Avrupa’ya gelirken hayal ettikleri de bu renklerle birlikte maziye karıştı. Bu süreçte eşini bile yakından tanıma fırsatı olmamıştı. Her türlü karar ailenin, daha doğrusu kayınvalide ve kayınpederin onayına mahkumdu. Sadece karı koca olarak geçirdikleri zaman yatak odasının dört duvarıyla sınırlıydı.
Oysa Ezgi yaşadığı toplumun seyircisi değil, o toplumun içinde bir aktör olarak yerini almak istiyordu. Bunun içinde Danca öğrenmek, bir eğitim almak ve Danimarka toplumunu daha yakından tanımak gerektiğinin bilincindeydi.
Sosyal danışman olarak ağır işlerde çalışmaktan sağlığını kaybeden göçmen kadınların hayatını kolaylaştıracak çözümler üretiyor
İkinci çocuğu ilkokula başladığında kocasıyla birlikte kendi dairelerine taşındılar. Evliliği ve Danimarka hayatı sil baştan başladı. Karı koca olarak birbirlerini yeniden tanıdılar, keşfettiler ve sevdiler. Ezgi’nin hayallerini ve hedeflerini de ancak o zaman öğrendi kocası.
Ezgi eşinin de yardımıyla Danca’yı öğrendi. Temel eğitimi dışarıdan tamamladı ve üniversiteyi bitirip sosyal danışman oldu. Hem Türkiye’de kurduğu hayalleri hem de Danimarka toplumunda aktif bir yurttaş olma hedefini gerçekleştirdi. Kendi değerlerinden ve kültüründen vazgeçmeden içinde yaşadığı toplumun değerli bir parçası olmanın olası olduğunu kanıtladı.
Ezgi sosyal danışman olarak başarılı bir iş hayatı sergiliyor. Ağır işlerde çalışmaktan sağlığını kaybeden göçmen kadınların hayatını kolaylaştıracak çözümler üretiyor, projeler hazırlıyor ve bunları hayata geçiriyor. Sağlık ve eğitim kurumlarıyla ortak çalışmalarda görev alıyor. Bu konularda Danimarkalı yetkililerin sorunlara eğilmesine ve çözümler üretmesine katkı sağlıyor.
Kafeye de gidiyor, yüzmeye de. Ne kadar para kazandığını değil, ne kadar bilgi biriktirdiğini önemsiyor. Çağdaş bir insan olmak ve çağına ayak uydurmanın bir gereklilik olduğunu hem kendine hem de çevresine kabul ettirdi Ezgi. Kendinden sonraki kuşaklar için değerli bir örnek, Danimarkalı toplumun göçmenlere bakış açısının değişmesinde iyi bir referans oldu.
Çörek otlu ekmeğin tadından mı bilinmez, bir ay sonraki yaş gününe davet etti Ezgi ve küçük ailesini yaşlı teyze
Eve geldiğinde dolapta hala çörek otu olduğunu görünce çok sevindi Ezgi. Ertesi gün annesinin öğrettiği pideyi yaptı. Bol çörek otu ve susamla süsledi. Kocası ve çocuklarıyla birlikte yürüyerek çörek otu çiçeğini gördüğü evin önüne gittiler.
Yaşlı teyze onları uzaktan tanıyıp eliyle selam verdi. Ezgi çörek otlu pideyi uzattı. Buram buram taze ekmek kokusunu hissedince yaşlı teyze gözlerini kapattı. Kokuyu içine çekti. Ezgi ve ailesini bahçede kahve içmeye davet etti. Ekmeğin üzerindeki çörekotuna bir anlam veremedi önce. Bahçesinde sadece çiçek tohumu olarak algıladığı, susama benzer kara çörek otları ekmeğin üzerinde ne arıyordu. Kabak çekirdeği, kuru haşhaş tanelerine ekmeğin üstünde hatta içinde görmeye alışkındı, ama çörekotunu hiç düşünmemişti.
Kahvelerini içerken sohbet ettiler. Çörek otlu ekmeğin tadından mı, ilk kez bir göçmen aileyle sohbet etmenin verdiği keyiften mi bilinmez, bir ay sonraki yaş gününe davet etti Ezgi ve küçük ailesini yaşlı teyze.
Çörek otlu ekmeğin ve morlu beyazlı çörek otu çiçeklerinin başlattığı dostluk hem Ezgi’ye hem de yaşlı teyzeye çok iyi geldi. Birbirlerinden çok şey öğrenmenin zevkiyle süslendi her sohbetleri. Kah çiçeklerden konuştular kah ekmekten. Ama her sohbetlerinde önyargılarını yıktılar. Onların birbirlerini anlamalarına ne yaş farkı ne de kültür farkı engel değildi. İnsan olmak yetiyordu.
PAYLAŞMAK İÇİN