Çocuk yazınıyla ilgili tartışmaları başlatan kitap

1979 yılı UNESCO tarafından Çocuk Yılı olarak duyurulduğunda  pek çok yazar çocuklar için birer kitap yazdı. Ankaralı çocuklara atık kâğıtları toplatan Belediye Başkanı Vedat Dalokay, toplattığı atıkları SEKA’ya satıp yerine aldığı kâğıtlarla çocuklar için on binden fazla kitap bastı ve dağıttı. “Avşalı Çocuk”, Demirtaş Ceyhun’un çocuk yazınıyla ilgili tartışmaları başlatan kitabıydı.

 

HİDAYET KARAKUŞ

            

             KAYIKTA

 

             İçinde karanlık gecenin

             çekeriz küreklerimizi,

             Tanırız, denizdir.

 

             İyi biliriz

             eşsiz siyahlığı

             derin denizin.

             Böyle sınırsızdır

             altta uçurumumuz.

                

             Ve içinden doğru gecenin

             başlar birisi çağırmaya isimleri emin olmak için

             ama buradadır çağrılan yeryüzündeki her isim

             gelir endişeyle yanıt aynı kayıktan.

             Biz kayıktayız hepimiz.

 

             Çatırdayan kayıkta kürek çekeriz.

             Kayık eşsizdir.

             Ve denizdir deniz.

(Tarjei VESAAS/Tarya Vesos, Türkçesi: Orhan    TEKELİOĞLU)

Bugün uzak bir deniz ülkesinden, Norveç’ten ozan Tarya Vesos’tan bir şiirle başladık edebiyatta “deniz dünyası”na.

Norveçli şair Tarya Vesos.

 

 

 

1879-1970 yılları arasında yaşayan Tarya Vesos’un tüm yaşamı büyük kentlerden, kültür merkezlerinden uzakta, Norveç’in en yabanıl doğası olarak bilinen bölgesinde geçti. Bir çiftçi ailesinin çocuğuydu. Öldüğünde İskandinav edebiyatının önde gelen temsilcilerinden biri kabul edildi.

Gecenin içinde denizin çağrıştırdıklarını, yabanıl deniz sesleriyle ürperen kayıktakileri anlatan bu şiiri dilimize Orhan Tekelioğlu kazandırmış.

Demirtaş Ceyhun, “çocuklarımızın öyküsünü yazacağım” derken acaba çocuk öyküleri mi yazmıştı?

1979 yılı UNESCO tarafından Çocuk Yılı olarak duyurulmuştu. O yıl, ülkemizdeki pek çok yazar çocuklar için birer kitap yazdı. Bunda özellikle o yıl Ankara Belediye Başkanı olan Vedat Dalokay’ın özendirici tutumu etkili olmuştur. Ankaralı çocuklara atık kâğıtları toplatan Dalokay, toplattığı atıkları SEKA’ya satıp yerine aldığı kâğıtlarla çocuklar için on binden fazla kitap bastı, çocuklara dağıttı.

Bugün sözünü edeceğim Avşalı Çocuk da 29 Temmuz 2009’da yitirdiğimiz sevgili Demirtaş Ceyhun’un çocuk yazınıyla ilgili tartışmalarını da başlatan kitabıdır. Gerçi bu tartışma uzun sürmemiş, çocuk yazını başlı başına bir dal olarak ürünlerini çoğaltarak bugünlere gelmiştir.

Bu tartışma ayrı.

O yıl Çocuklar için kitap yazanlar arasına katılan Ceyhun, öyküleri bitirdikten sonra şunu sorar kendine: “Çocuklarımızın öyküsünü yazacağım derken acaba çocuk öyküleri mi yazmıştım? Çünkü bizdeki yaygın kanıya göre, hayvanlardan ve çocuklardan söz eden öyküler, çocuk öyküsüdür? Acaba gerçekten öyle miydi?”

Bu konu ayrı bir konu ama şuncasını söyleyeyim o yıllarda bu tartışma, başladığı gibi bitti anımsadığım kadarıyla. Şundan da belli ki bugün ülkemizde iki yüze yakın çocuk kitabı yazan yazar vardır; yüzden fazla yayınevi de çocuk kitabı yayımlamaktadır.

Bugün Avşalı Çocuk’taki “Ama Belki Yarın Anlarlar” öyküsünü paylaşacağım sizinle.

Demirtaş Ceyhun’un çocuk yazınıyla ilgili tartışmalar başlatan kitabı.

               

 

Çakıl taşlarını yaladıkça yerden fışkırıyormuş gibi olan ışık küresi

 

Evden öfkeyle çıkan çocuk, büyüklerin dünyasından nefret etmektedir. Çünkü “Para para para… Bıktım vallahi. Bana ne? Yok fasulyenin kilosu elli liraya çıkmışmış. Yok etin kilosu kaç liraymış. Karınlarını doyurmak için bile neler çekiyorlarmış, haberi var mıymış? Hıh!” diye düşünmektedir.

Bu nedenle canı okula da gitmek istemez. Öfkeyle farkına varmadan anayola sapmış, deniz kıyısına inmiştir.

Aylardan Şubat’tır. Ağaçlar çiçek açmamıştır daha ama hava yumuşacıktır.

“Öfkesinden homurdana homurdana” dolaşırken deniz kıyısında hep evdekilerden nasıl öç alabileceğini düşünmektedir.

Sabah melteminde uçuşup duran ipek bir tül gibi tıpkı, önünde uzayıp giden bin bir ışıltılı denizin, arada bir usulca ayaklarının dibine kadar gelmesine de aldırmaz. Yine de denizin bir gidip bir gelen küçük dalgaları, tatlı hışırtısı ona bütün nefretini unutturuverir. O nedenle kıyı boyunca yürür, koşar, zıplar, oyunlar oynar kendi kendine.

Öyle kendinden geçmiş, oyuna dalmışken denizin kumsalla buluştuğu yerde ışıktan bir top görüverir. Yalp yalp eden, çakıl taşlarını yaladıkça yerden ışık fışkırıyormuş gibi olan bu ışık küresi sürekli renk değiştirerek onu büyüler. Korkarak, çekinerek o küreye yaklaşır, eline alır. Yitirmekten korkarak avuçlarını sımsıkı kapatır. Dokunur dokunmaz kaybolmasından korkar; avucunu aralayıp bakar. Işık yine fışkırıverir avuçlarından.

Coşkuyla okula koşar. Bunu öğretmenine göstermesi gerekmektedir. Arkadaşlarıyla paylaşmalıdır. Ders çoktan başlamıştır.

“Öğretmenim, öğretmenim, bakın ne buldum! Olağanüstü bir şey! Nasıl da ışık saçıyor yaa! Bakın!..” diyerek sınıfa girerse de öğretmeni onu azarlar:

“Terbiyesiz!” diye bağırır. “Geciken öğrencileri sınıfa almadığımı bilmiyor musun? Defol! Çık dışarı!”

“Ama öğretmenim…”

“Şuna bak, karşımda bir de konuşuyor… Çık diyorum sana! Defol!”

“Ama öğretmenim…”

Kendini kapının önünde bulur çocuk. Çok üzülmüştür. Annesine, babasına olan öfkesini anımsar o sırada. Hepsinden nefret etmektedir şimdi.

 

Bunların akılları, fikirleri hep para!

 

Koşa koşa merdivenleri iner. Bahçeyi geçip çarşıya doğru koşmaya başlar. Postacı Vahap Dayısını görür. Adam, kan ter içinde elindeki postaları dağıtmaya çalışmaktadır.

“Bak ne buldum Vahap Dayıııı!” diye bağırarak zorla durdurur adamı. Avucunu açarak dayısına doğru uzatır:

“Gördün mü? Büyülü ışığı buldum. Büyülü ışığı! Peri kızının ışığı bu dayı! Her şeyi güzel kılıyor…”

Dayısı, öfkelenir, çocuğun avucuna şöyle bir bakar, bir daha bakmaz:

“Ula deli soyka, bunun için mi beni yolumdan ettin? Nereden buldun o pis şeyi? Gazoz kapağı mıdır, nedir?” deyip bisikletine biner, çeker gider.

Çocuk dayısının yorgunluğuna verir onun ilgisizliğini; gerçekte çok da kızmıştır onun bu tutumuna.

Az ilerideki Kerim Amcasının aktar dükkânına koşar bu kez.

“Kerim Amcaaa, Kerim Amcaaa!… Bak ne buldum!..” çığlık çığlığa girer dükkâna.

Adam çocuğun sesine irkilir, telaşla kalkarken elindeki kahveyi dökeyazar.

“Allah layığını versin” diye söylenir çocuğu tanıyınca.

Çocuğun gösterdiğine bakar, inceler:

“Antika bir şeye benziyor ya… Para edeceğini sanmam” der.

“Satmayı düşünmüyorum ki”diye yanıtlar onu çocuk.

Bunların akılları, fikirleri hep para, diye öfkeyle yine dükkândan fırlar. Babasının çalıştığı daireye koşar.  “Babam anlar!” diye düşünür.

“Baba!.. Baba!..” diye seslenir sevinçle. “Bak, buldum… Büyülü bir şey…”

Memurlar başına toplanırlar çocuğun. Elindekini incelerler. Babasıyla eğlenmeye başlarlar:

“Orhan Efendi, hadi gene oğlun öyle bir define bulmuş ki… Gözün aydın…”

Aralarında kıkırdaşıp gülüşürler.

Babası, oğluna çıkışır:

“Ders saatinde ne geziyorsun buralarda ulan?” deyip tokatı yapıştırır çocuğa.

Çocuk, yediği tokattan çok avucundaki büyülü ışığı babasının da anlamamasına üzülür, hüngür hüngür ağlamaya başlar.

Belki yarın onların da bu güzelliği anlayabileceklerini düşününce…

Koşarak eve gelir. Son bir umutla annesine avucundakini uzatırken içinden “ne olur annem anlasın” diye dua eder:

“Bak, ne güzel bir şey buldum anne” der yalvarır gibi bir sesle.

Annesi de ötekiler gibi başını işinden şöyle bir kaldırıp bakmadan; göz ucuyla gördüğü şeyi yorumlayıverir:

“Sakın zehirli bir böcek filan olmasın o?” diye bağırır. “Nereden buldun o pis şeyi, at!..” diye bağırır.

Çocuk büyük bir düş kırıklığı yaşar annesinin sözlerinden sonra; kendini boşlukta bulur. Sonra ellerini göğsüne bastırarak evden fırlar. Annesine de, babasına da, dayısına da düşman kesilir içinden. Artık yaşamanın anlamı yok gibidir onun için.

“Ne olacak, kıskanıyorlar beni; büyülü ışığımı kıskanıyorlar” diye düşünür.

Avucundakini açıp onun ışığına dalıp gitmişken yanına gelen bir arkadaşını ayrımsamaz.

Onun eline baktığını görünce avucundaki ışığı kendine alıverecekmişçesine sakınır. O çocuk; “Gördüm, ne güzel yanıyor ışıl ışıl. Büyülü mü?” diye sorar.

Arkadaşının sorusuna o denli sevinir ki sevinçten uçar sanki.  Avucunu açar:

“Bak…” der.

“Nereden buldun” diye sorar öteki çocuk.

“Ama kimse anlamadı ki…” der hüzünle.

“Kimse anlamadı mı?”

“Anlamadı ya!… Belki yarın anlarlar ama…” der sonra da.

Belki yarın onların da bu güzelliği anlayabileceklerini düşününce coşar, içi içine sığmaz olur, nefret ettiği herkesi bağışlar çocuk.

PAYLAŞMAK İÇİN