Bir yapay afet olarak depremin ekonomipolitiği

PROF. DR. İ. MELİH BAŞ

17 Ağustos Marmara depreminin 21’nci yılı geldi çattı. Bilanço için resmi rakamları kullanırsak, 18.000’i aşkın ölü, 50.000’i aşkın yaralı, 300.000 dolayında konut ve işyeri hasarı olmuştu. Ülkemizin her yanı etkin fay hatlarıyla dolu olduğu için depremler bir ölçüde kaçınılmaz.  Amansız doğal felaketler diyarı Anadolu konusunda keyifli bir okuma için Aktüel Arkeoloji dergisinin Temmuz – Ağustos 2020 sayısını edinin, kapak dosyası “Doğal Afetler”.

Arkeoloji, Pre-historya, uzak tarih konularında çok zengin bir popüler bilim dergisi: Aktüel Arkeoloji

1999 İzmit (Gölcük) depreminin hemen ardından yerbilimciler genelde Marmara Denizi ve özelde de İstanbul’un tehdit altına girdiğinin altını çokça çizdiler, yakın gelecekte en az 7,2 büyüklüğünde ve 30-45 saniye sürebilecek bir deprem bekliyorlar. Ayrıntılı bilgi için Prof. Dr. Naci Görür’ün Temmuz 2020 baskılı “Türkiye’de Deprem” adlı kitabına bakabilirsiniz. Nitekim uyarılardan üç ay sonra da Düzce depremi olmuştu. 

KISA KISA DEPREM SORULARI

Stres yüklü bir fayın enerjisini yapay depremler yaratarak boşaltmanın olanaklı olmadığını söylüyor yerbilimciler. Küçük küçük depremler de bu anlamda işlevsiz imiş. Örneğin 7,0 büyüklüğünde deprem üretecek bir fayın enerjisini 4,0’lık depremlerle boşalması için gereken deprem sayısı 32.978 imiş. Gülmeyin lütfen, bu soru ciddi ciddi çok sorulan sorulardan biri.  Depremin büyüklüğü Richter ölçeğiyle (1 – 10 arasında) ölçülüyor. Depremin şiddeti farklı bir kavram ve yeryüzündeki yapıların etkilenmesine ait bir ölçü olup değiştirilmiş Mercalli ölçeği ile ölçülmektedir. Bu ölçek I – XII arasındadır. Deprem olan bölgede depremin büyüklüğü değişmeyip her yerde aynı olurken; depremin şiddeti yapının deprem odağına uzaklığına ve zemin durumuna göre değişmektedir. Şiddet açısından bakıldığında İstanbul’da Avrupa yakasının (özellikle de Trakya taraflarının) Asya yakasına göre daha riskli olduğu, sahillerin iç kısımlara göre daha riskli olduğu, dolgu alanları ile dere yatakları ve bataklık alanların daha riskli olduğu belirtilmektedir. Depremler kinematik ilişkiler vb. kimi kurallara göre birbirini tetikleyebilmektedir. Zaman zaman da depremler sıklaşabilir. Deprem bulutları kavramı yerbilimde henüz bilimsel karşılığını bulmuş değil, hele atmosferde 11.340 çeşit bulutun oluştuğu düşünüldüğünde! Deprem ile dünya ışıkları arasında verilere dayalı ciddi bir ilişki saptanamamış olup, ayrıca depremin günün her saatinde olabildiği bilgisi de nettir.  Depremin hava koşulları ile ya da ay ve güneş tutulmaları ile doğrudan bir nedensellik ilişkisi olmadığı bilimsel bir gerçektir. Deniz çekilmesinin de deprem öncesinde olmadığı, sonrasında olabildiği ve hatta tsunami dalgalarının sahili vurabileceği bilimsel olarak saptanmıştır. Bilim dünyasında maalesef depremle ilgili farklı görüşler ortaya çıkabilmekte, bu da kafa karıştırabilmektedir. Eh, bu da bilim toplumu ya da film toplumu olma çelişkisinden!  2000 yılında kurulan Ulusal Deprem Konseyi 2007 yılında bir genelge ile kaldırılmış, konseye de bildirilmeden! Böyle bilimsel çalışmalara ne gerek var canım, ulemaya sorarız olur biter! Zaten bu işler kader, yeter ki güzel ölelim! Hooop, dudak bükmeyin! AKP’li Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanı Prof. Dr. Ömer Dinçer 2010 yılında TTK Karadon maden işçilerinin ölümü ile öyle yorum yapmıştı ya! Yani ben uydurmadım!

Kuşkusuz depremin hasarlarını enazlayabiliriz, hatta sıfırlayabiliriz. İnşaat Mühendisleri Odası da bir açıklama yapmış. İstanbul Şube Başkanı Nusret Suna demiş ki: İstanbul’da depreme hazırlık için ulusal seferberlik ilan edilmelidir. Bu amaçla Kanal İstanbul projesinden vazgeçilmeli bu proje için ayrılan bütçe de depreme hazırlık için kullanılmalıdır.

DEF RİSK RAPORU 2020

WEF’in (Dünya Ekonomik Forumu) 2020 başında yapılan Davos Zirvesinde sunulan bu yılki raporunda iktisadî, çevresel, jeopolitik, toplumsal ve teknolojik riskler ve uzun dönemde bu riskleri etkileyebilecek trendler saptanmıştı. Raporda gerçekleşmesi en olası beş küresel risk olarak aşırı hava olayları, iklim değişikliğinin iyileştirilmesi ve uyum çabaları konusunda başarısızlık, doğal afetler, biyoçeşitlilik yitimi, insan yapısı çevresel felaketler olarak belirlenmişti. Ayrıca uzun erimli riskler bağlamında da gelecek on yılda gerçekleşmesi olası ve etki bağlamında önde gelen on riskin içinde doğal afetler yer almaktadır.

DOĞAL AFET DOĞAL MI?

Doğal afetleri, tanrı işi olarak (doğaüstü güçlerle) veya doğa işi olarak (doğal güçlerle) ya da insan ve toplum işi olarak açıklamak olanaklıdır. Tanımsal yaklaşımı bir yana koyalım. Doğal afetlerin gerçekte doğal olmadığını, doğal afetlere bağlı kayıpların bütünüyle Doğa Ana’ya atfedilemeyecek kadar yüksek olması nedeniyle rahatça ifade edebiliriz. O halde üçüncü açıklama tarzı ön plana çıkmaktadır.

Birleşmiş Milletler (UNESCO) tarafından 13 Ekim Uluslararası Afet Risk Azaltım Günü olarak kabul edilmiştir. 2018 yılı 13 Ekim’inde ana tema afetlerin küresel gayri safi milli hasılaya olumsuz ekonomik etkilerinin azaltılmasıydı. 2019 yılı ana teması da ‘Afetin kritik altyapılara verdiği hasarın ve temel hizmetlerin (sağlık ve eğitim tesislerinin hizmetleri, su tedariki, enerji, telekomünikasyon ve ulaşım hizmetleri vb.) kesilmesinin önlenmesi’ olarak belirlenmişti. Bu ana tema Birleşmiş Milletler tarafından ortaya konulan ‘Sendai Yedi Hedef’ kampanyasının bir parçası olarak sürdürüldü. Hedef 2030’de bu etkinin sıfırlanması elbette!

2016’da ortaya konulan yedi yıl yedi hedef (a-g) kampanyasında yıllara göre hedefler şöyle belirlenmişti:

2016: Ölümleri azaltmak / 2017: Etkilenen insanların sayısını azaltmak / 2018: Küresel toplam (Gayri Safi Yurt İçi Hasıla) GSYH’ya olumsuz etkisini azaltmak / 2019: Afetin kritik altyapılara verdiği hasarın ve temel hizmetlerin (sağlık ve eğitim tesislerinin hizmetleri, su tedariki, enerji, telekomünikasyon ve ulaşım hizmetleri vb.) kesilmesinin önlenmesi /  2020: Ulusal ve yerel afet risk azaltım stratejisi olan ülkelerin sayısını arttırmak / 2021: Bu Sendai Yedi Çerçevesine ilişkin olarak gelişmekte olan ülkelere destek işbirliğini geliştirmek / 2022: Çok yönlü hasar erken uyarı ve enformasyon sistemlerinin kurulması ve işletimini arttırmak

DOĞAL AFETLERİN EKONOMİK ETKİLERİ

Bu etkilerin yapısal özellikleri, depremin büyüklüğüne (depremin kaynağında ortaya çıkan enerjinin ölçüsü) ve şiddetine (depremin yeryüzeyindeki yapılar ve insanlar üzerindeki etkilerinin ölçüsü) göre farklılaşabilecektir. Birleşmiş Milletler’in afetlerle ilgili örgütü UNDRO bu etkileri doğrudan, dolaylı ve ikincil etkiler olarak sınıflamaktadır. Şöyle ki;

  1. Doğrudan etkiler :Bunlar afetin devletin kamusal malları, iş dünyası ve nüfus üzerindeki doğrudan etkileridir. Genelde insan nüfusunun yaşam niteliği ve sayısı üzerindeki etkiler ile fiziksel stok, hayvan ve bitki stokunun niteliği ve niceliği üzerindeki hasar ve yıkım gibi kayıplardır. Özelde ise toplumsal ve ekonomik altyapıda ortaya çıkan hasarlar ile sermaye stoğundaki kayıplardır.

Doğrudan ekonomik kayıplar şu başlıklarda toparlanabilmektedir:

Yapıların yeniden yapılmasının veya onarılmasının maliyetleri, yapıların içindeki özel malların zararı, yapıların içindeki ticari mallara gelen zarar, yapıların onarılması için gereken zamanda eğitim, hizmet ve ticaretin aksaması, gerektiğinde konut ve işyerlerinin taşınma maliyeti, gelir kaybı, kira kaybı.

  • Dolaylı etkiler: Bunlar doğrudan etkilerin türevleri olarak tanımlanmaktadır. Üretimdeki düşüşe ve hizmetlerin karşılanmasındaki aksamalara bağlı olarak ortaya çıkan etkilerdir. Bu etkiler fiziksel yapılar ve insanlar arasındaki ilişkilere tesir eder. Üretim ve hizmetlerin (su, iletişim ve ulaşım vb.) kesilmesiyle gelir kayıpları ve fiyat artışları ortaya çıkar. Bu etkiler birkaç yıla dek uzayabilmektedirler. Bunlar şu başlıklarda toparlanabilmektedir:

Doğrudan halkın gönenci ve gereksinimleriyle ilgili olanlar: Hane halkının yaşam koşullarının bozulması (evsizlik, gereksinimlerin karşılanamaması, göç ve taşınma ve geçimliklerin yitirilmesi) / Halkın sağlık ve beslenme durumlarının bozulması (çevresel bozulma, hijyen sorunları, afetlerin artması, yiyecek kıtlığı)

Bütün bir toplumsal dizgeyle ilgili olanlar: Ekonomik faaliyetlerin bozulması (ara ve nihai piyasaların, politikaların ve bekleyişlerin olumsuz etkilenmesi) / Kamusal faaliyetlerin bozulması (aşırı yüklenme, aksamalar, siyasallaşma ve yandaşçılık)

  • İkincil etkiler: Afetten bir süre sonra ortaya çıkan afetin ülke ekonomisine etkileridir. Bu etkiler makroekonomik etkiler olarak nitelenebilirler. Ekonomik büyüme düşüşü, enflasyon artışı, ödemeler dengesi sorunları, kamu harcamalarında artışlar, bütçe açığının büyümesi, parasal rezervlerde azalma, borç dengesinin bozulması, ülke rezervlerinin azalması gibi örnekler verilebilir.

Doğrudan ve dolaylı etkileri olay tahribatı, ikincil etkileri ise sonuç tahribatı olarak adlandırmak da olanaklıdır.

TÜRKİYE’YE AİT ÇALIŞMALAR

Bu konuda Türkiye’ye ait kimi çalışmalar mevcuttur.

Xsights şirketinin yaptığı araştırmaya göre, katılımcıların en fazla korktuğu doğal afet % 63 oranı ile deprem imiş. Ya bilişsel süreç? Bir tatbikata katılanların oranı % 39, en yakın acil toplanma alanını bilenlerin oranı da % 5 imiş. Katılımcıların % 43’ü olası bir depremde evlerinin zarar göreceğine inanmasına karşın, % 55’inin herhangi bir deprem hazırlığı yokmuş.

Depremin ekonomik etkileri konusunda Faruk Selçuk ve Erinç Yeldan Türkiye’de Ağustos 1999 depremi sonrası için bir çalışma yapmışlar. Bu çalışmaya göre, herhangi bir politika uygulanmadığında GSYH’da % 1,3, toplam tüketim harcamaları % 1,4, toplam yatırım harcamaları % 0,8 azalacağı kestirilmiş. Dış açığın ise % 4,4 artacağı ve bu açığın özel sektör dış borçlanması ile kapatılacağı öngörülmüş. Bunun da özel kesim dış borçlanmasını % 3,3 arttıracağı öngörülmüş.

Enver Alper Güvel’in de benzer bir çalışması mevcut olup, İMKB yayını olarak kitaplaştırılmıştır.

1999 depreminden sonra depremin yol açtığı ekonomik kayıpları giderme amacıyla geçici olarak ek gelir vergisi, ek kurumlar vergisi, ek emlak vergisi, cep telefonu hizmetlerinden kesilmek üzere özel iletişim vergisi (ÖİV) ve özel işlem vergisi konulmuştu. ÖİV 1 yıllığına ve % 25 oranla geçici olarak konulmuştu. AKP hükümeti bunu kalıcı kıldı. ÖİV olarak 20 yılda toplam 66 milyar TL. (yaklaşık  36 milyar dolar) toplanmış. Peki bu paralara ne olmuş? Eski Maliye Bakanı Mr. Mehmet Şimşek sağlık, eğitim ve duble yollara harcandığını söylemişti 2011’de. ÖİV’nin kaldırılacağı söylenmişse de (Mr. M. Şimşek,2014) 2018’de oran % 5’ten % 7,5’a yükseltilmişti. ÖİV’nin gerekçelerinden biri olan GSM alt yapısının güçlendirilmesi konusunu son depremde sınadık, ardından kınadık, sonra da kanıksadık, belki de kandırıldık! Uzun sözün kısası toplanan paralar pay (fay değil!) hatlarında deve olmuş.

Çevre ve Şehircilik Bakanlığı’na göre İstanbul’da 6,7 milyon adet depreme karşı riskli konut mevcut. Zorunlu deprem sigortası (DASK) olan konut oranı Türkiye’de % 52,4 iken İstanbul’da ise % 62,9. DASK’ta azami teminat tutarı da 1.1.2020’den itibaren sadece 240.000 TL. oldu, ama azımsamayın az veren candan, azı çoğa sayıp şükretmeli, kanaat etmeli yoksa çarpılır insan billahi!

Kentsel dönüşüm Eylem Planı kapsamında 100 bini İstanbul’da olmak üzere her yıl 300 bin konutun dönüştürülmesi hedefleniyormuş. Böylece 5 yılda 1,5 milyon riskli bina elden geçmiş olacakmış! Miş miş de mış mış! Biz toplanma alanlarına AVM yapmakla meşgulüz. İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı İmamoğlu’nun açıklamasına göre 470 toplanma alanından 77 tane kalmış koca İstanbul’da. İstanbul’un büyük tıp fakültesi (Çapa) dahi depreme karşı güvenli hale getirilmedi.

Riskli binaların dönüştürülme sürecinin bir rant kapısına dönüştüğü artık ortada olan bir gerçek. Hatta İstanbul İnşaatçılar Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Nazmi Durbakayım bile bu sakıncaya işaret ediyor.        

SONSÖZ:

Kuşkusuz risk yönetimi bağlamında ekonomik etkilere karşı önlem almak ve bu amaçla stratejiler geliştirmek olanaklıdır. Yukarıda sayılan yanlışlardan dönmekle başlayacak herşey!

Türkiye’nin deprem korunma reçetesi artık semaver, çay, park olmaktan çıkmalı. Çıkmalı çıkmasına da, çözüm deprem duaları olmamalı! Bir de şaka gibi bir bilgi paylaşalım. İran’ın Bam kentinde Aralık 2003’de 40.000 kişinin öldüğü bir deprem olmuştu. Depremden sonra kentin yeniden inşası sırasında birçok aile evlerinin girişlerinde İmam, Aziz portrelerine ve Kuran ayetlerini temsil eden fayanslara yer vermiş. Neden mi? Yanıtı belli değil mi? 

Deprem sonrası müdahale mantığı terkedilip, hasarın sıfırlanmasına odaklanarak depreme dayanıklılık geliştirilmeli. Bunun için yapılacak şeyler de belli. Şöyle ki;

Afet riski olan yerleşim yerlerinin taşınması, afet sonrası kriz yönetim senaryolarının yapılaşmaya kurban edilen deprem toplanma alanları dahil hazırlanması, binaların depreme dayanıklı hale getirilmesi, yapı denetim sisteminin ticarileşmesine son verilmesi ve meslek odalarına bu yetkilerin devri, imar barışı ile ruhsatlandırılan kaçak yapıların tekrar incelenmeye alınması vb. bir dizi önlem ivedice yaşama geçirilmeli….Heeey biz kime diyoruz duvara mı konuşuyoruz kovalaklar? Balıkesir ağzıyla söylersek “sümdüklenip duruyonuz, geç kalcez”