BİR TÜRKDANIŞ’IN ANILARI… Herford’da sahipsiz on iki bin memleketlimle karşılaştım

Terk edilmiş gibiydiler, çaresizdiler. Ne çalıştıkları ülke ne de uzaklarda kalan memleketleri sahip çıkıyordu bu insanlara… İşim ağırdı. Oturma izni, çalışma izni, işyeri, konut sorunları, aile içi sorunları vardı. Bir de, okul çağındaki çocuklarımızın eğitim sorunları… 

HALİT ÜNAL 

Her köyün bir delisi olur, bir de yiğidi. Bizim kasabanın delisi Efür, yiğidi ise İnci Halil’di. İnci Halil (Zaralı Halil Söyler), ünlü bir türkücüydü. Kasabamızda her genç, her çocuk bir İnci Halil olmak isterdi. Mahallelerde, bol çocuklu her sokaktan, çarşıda her dükkândan bir türkü yükselirdi. Bizim çarıkçı dükkânında da türküyü ben çığırırdım; sesim iyiydi.  

Babam türkü tutkunuydu; türkü söylemeyi, türkü söyleyeni severdi; bir yandan çarık diker bir yandan da ha babam türkü söylerdim. Bir türkü defterim bile vardı; ortaokul sıralarındaydım o zaman. 

Türkü ile şiirin, birbirini besleyen iki iyi kardeş olduğunu nereden bilebilirdim ki? 

Benim ortaokul yıllarımdaki o türkü defterimin bir şiir defterine dönüştüğünün, türkülere koşut şiirler yazmaya başladığımın farkında bile değildim. 1971 yılında yurtdışına okumaya çıkarken defterimi memlekette, baba mirası türkü söylemeyi ve şiir yazmayı da burada, Almanya’da unutmuştum; taa ki 1977 yılında Arbeiterwohlfahrt’ın Türkdanış bürosunda Sosyaldanışman/Sozialbetreuer olarak göreve başladığım güne kadar.  

Yazarlık serüvenim bu görevle başladı, diyebilirim.      

Bochum’da bir yıl çalıştım, sonra Herford’a atandım. Bölgemde on iki bine yakın memleketlimle karşılaştım; sahipsizdiler, terk edilmiş gibiydiler, çaresizdiler. Ne çalıştıkları ülke ne de uzaklarda kalan memleketleri sahip çıkıyordu bu insanlara. İşim ağırdı; “dilleri” vardı da “lisanları” yoktu. Oturma izni, çalışma izni, işyeri, konut sorunları, aile içi sorunları vardı. Ve bir de, kendime dert edindiğim, okul çağındaki çocuklarımızın eğitim sorunları… 

 Türkdanış nedir, kimdir? 

Devam etmeden önce Arbeiterwohlfahrt (AWO)/Türkdanış ve Arbeit und Leben-DGB/VHS (AuL) hakkında biraz bilgi vereyim. Türkdanış nedir, kimdir onu açayım… 

Arbeiterwohlfahrt (AWO), 100 yıllık geçmişi olan, Almanya’nın en eski Sosyal yardım kuruluşlarından biridir. Sosyal-demokrat Marie Juchacz ve arkadaşları tarafından 1919 yılında kurulmuştur. Din, dil, ırk ayrımı gözetmeksizin sosyal yardıma ihtiyacı olan herkese hizmet veren yarı-kamu kuruluşu statüsündedir. 

Hitler’in 30 Ocak 1933’te iktidarı ele geçirmesiyle birlikte, AWO’ya el konulmak istenmişse de, üyelerin karşı koymaları üzerine başarılamamıştır. Sonunda da yasaklanmış ve varlıklarına el konulmuştur. Bunun üzerine Marie Juchacz ve arkadaşları Almanya’yı terk etmek zorunda kalmışlardır.

Herford’daki Türkdanış bürosunda,1980.

  

Arbeiterwohlfahrt, savaş sonrasında, din, dil ve ırk ayrımı gözetmeyen, siyasi partilerden bağımsız, özerk bir sosyal yardım kuruluşu olarak 1946 yılında Hannover’de tekrar kurulmuştur. (Arbeit iş, Arbeiter işçi demektir.) 

Wohlfahrt, kişilerin kendi yaşamlarını bağımsız bir şekilde ve refah içinde sürdürebilmeleri için zorunlu ekonomik ve sosyal olanaklara sahip olmaları gerektiği düşüncesine dayanan, karşılıksız hizmet verme çabasıdır. Arbeiterwohlfahrt da daha çok “Abhängigbeschäftigte” dediğimiz işçi/emekçi kesimine yönelik çalışmalar yapmaktadır.   

Federal Almanya’da Arbeiterwohlfahrt gibi benzer hizmetler sunan yarı-kamu kuruluşu statüsünde birçok kurum bulunmaktadır. Örneğin; Diakonisches Werk, Caritas Verband, Paritätischer Wohlfahrtsverband bunlardan bazılarıdır. Yarı-kamu kuruluşu statüsünde olmalarının sebebi, devletin vatandaşlarına karşı yerine getirmesi gereken bazı görev ve hizmetleri üstlenmiş olmalarındandır.  

1960’lı yıllarda art arda yoğun olarak getirilen yabancı işçilere sosyal hizmet vermek üzere, Ortodoks Hıristiyan Yunan işçileri için Diakonisches Werk, Katolik İtalyanlar için Caritas Verband ve Yugoslav, Müslüman Türk ve Müslüman Tunuslu işçiler için ise Arbeiterwohlfahrt görevlendirilmiştir.     

AWO’nun ilk Türkdanış bürosu 1 Haziran 1961’de açılmıştır.    

1989 yılında, 12 yıl hizmet ettiğim AWO/Türkdanış’taki görevimden istifa ettim ve Arbeit und Leben-DGB/VHS Herford’da Sosyal Pedagog olarak çalışmaya başladım.  

Arbeit und Leben-DGB/VHS (AuL) ise, yetişkinlere değişik şekillerde eğitim hizmetleri sunan bir kuruluştur. Kuzey Ren Vestfalya Eyaleti/NRW’de, Alman Sendikalar Birliği DGB ve Volkshochschule/Halk Yüksek Okullarının ortak iş birliği çerçevesinde kurulmuştur. 

İlkesi, “İş(imiz) İçin Eğitim-Yaşam(ımız) İçin Eğitim” olarak tanımlanır.

AuL’in faaliyetlerinin temelini özgürleştirici eğitim çalışmaları, demokrasi bilinci, dayanışma, eşitlik ve çeşitlilik, oluşturur. Eğitim projelerinin içerikleri, hedef grupların bireysel ve toplumsal ihtiyaçlarına göre belirlenir. Bu bağlamda çalışan insanın, bireysel ve toplumsal hak ve çıkarlarını yansıtabilmesi, kendini ifade edebilmesi ve savunabilmesine katkı sağlayacak ve aynı zamanda yurttaşlık bilincini geliştirecek seminer, konferans, bilgilendirme toplantıları, eğitim gezileri düzenler.

Liseliler sınıfı, Bilefeld 1982.
Mesleki sosyal uyum kursiyerleri.

Yukardaki bu iki fotoğrafta bulunan gençler, 70’li yılların sonu ile 80’li yılların başında Almanya’ya gelen gençlerdir. Almanya’ya göçün başladığı yıllarda birçok yurttaşımız, sadece birkaç yıllığına gittiklerini düşünerek çocuklarını Türkiye’de anne-babalarının yanında bırakmışlardır.

Yıllar sonra memleketlerine dönemeyecekleri anlaşılınca ve Alman Yabancılar Yasası’nın zorlaması ile çocuklarını 16 yaşını doldurmadan tek tek yanlarına almaya başlamışlardır. Yabancılar Yasası, 16 yaşını doldurmuş çocukların anne-babalarının yanına aile bireyi olarak getirilmelerini engellemektedir.

O yıllarda Federal Almanya’ya gelen/getirilen gençlerin bir bölümü lise mezunu bir bölümü de ilk ya da ortaokullu idiler. Lise mezunlarımız, Federal Almanya’da üniversite öğrenimi yapabilmek için zorunlu olan 12 yıllık orta öğrenim koşulunu yerine getiremediklerinden (o yıllarda Türkiye’de orta öğrenim ilkokul ile birlikte 5+3+3 toplam 11 yıl idi) bir yıllık eksiklerini tamamlamak üzere, bölgemdeki mesleki eğitim kurumlarından birinde sadece bizim gençler için bir sınıf açtık. Fotoğrafların birisi o gençlerimizin fotoğrafı. Diğeri ise yine benim hazırladığım, 8 ay süreli (MBSE) iş/çalışma hayatına hazırlık adını verebileceğimiz kursumuza katılan gençlerin fotoğrafı. Bu gençlerimiz de Almanca öğrenmelerinin yanı sıra mesleki bilgiler de alıyor ve ileride babaları gibi çalışma izni alıp işçi oluyorlardı.

Sınıfında Türk öğrenci bulunan öğretmenlere mektup yazdım 

Uzatmayayım…  

Yaşayan her şey değişiyor yeryüzünde. 

İnsanlar da öyle; değişiyoruz. Yaşadığımız coğrafya, içinde bulunduğumuz toplum, yaptığımız iş ister istemez bizi değiştiriyor -çaresi yok.  

Mesleğim beni değiştiriyordu, farkındaydım; daha duyarlı olmuştum. Şiir yazmaya başlamıştım; yazıyor, çekmeceme atıyordum. Şiirlerim sosyal içerikliydi, yurttaşlarımın iç sıkıntılarını, özlemlerini yansıtıyorlardı çoğunlukla.  

1981 yılıydı, Kreis Herford’a geleli üç yıl olmuştu. Benden önce Herford’da Türkdanış bürosu yoktu. Okullar açıldıktan bir süre sonraydı. Grundschule’ye/ilkokul devam eden çocuklarımızın sınıf öğretmenlerinden şikayetler gelmeye başladı. Öğretmenler, Türk velilerinin ilgisizliğinden, öğrencilerin ev ödevlerini yapmadıklarından, dersleri dinlemediklerinden yakınırken velilerimiz de çocuklarının öğretmenlerinden şikayetçi oluyorlar, çocuklarını Sonderschuleye (deli okuluna) göndermek için bahane aradıklarını iddia ediyorlardı.  

Sonderschule, özel okul anlamına gelir, fakat, özel oluşu bizdekiler gibi değildir; farklıdır: Federal Almanya’daki “Sonderschule“ler, zihinsel ya da fiziksel engelli öğrencilerin eğitim gördüğü bir okuldur.

Bilindiği üzere bizler, ad takmayı severiz. Yurttaşlarımız arasında bu tür okullara “Deli Okulu” ya da “Dangalak Okulu” diyenler de vardır.

İşin esası, öğrencilerimizin yeterli derecede Almanca bilmemesi yüzünden öğretmenlerin işin kolayına kaçarak bu yolu seçmeleridir.

Ne yapabilirdim?  

Velilerden, çocuklarının adlarını, devam ettikleri okulları, sınıf öğretmenlerinin kim olduğunu not ettikten sonra işe koyuldum. 

Kreis Herford küçük bir yer değil ki! Herford İlçesine bağlı birçok kasaba var ve her kasabada da en az bir, kimisinde iki-üç Grundschule/ilkokul mevcut. Üşenmedim elimdeki listeye göre her birine ayrı ayrı mektup yolladım. Kreis Herford’da yaşayan Türk vatandaşlarının danışmanı sıfatıyla, sınıfında Türk öğrencisi bulunan öğretmenler ile kendilerine yardımcı olmak niyetiyle görüşmek arzusunda olduğumu bildirdim. 

Mektubumun yankısı büyük oldu. Birçok öğretmen ve okul müdürüyle görüşmeler yaptım.  

“Ve biz Türkiyeli yabancılar” 

Sonuç felaketti. Öğretmenlerin çoğu, öğrencisinin adını biliyordu sadece, bir de Türk çocuğu olduğunu; ne Türkiye, ne Türkiye’den gelen insanlar ne de yetiştirmekle yükümlü oldukları yabancı kökenli öğrencilerin gelenekleri, kültürleri, aile yapıları ve yaşam koşulları hakkında bilgileri vardı. 

Kararımı vermiştim, mutlaka bir şeyler yapmalıydım.

Bunun üzerine, 1982 yılında, Alman okullarında okuyan çocuklarımızın öğretmenleri, “Kindergarten/Ana okulu” eğitmenleri ve ilgi duyanlar için bilgiler içeren “Und wir die Fremden, die aus der Türkei kommen/Ve Biz Türkiyeli Yabancılar” adını verdiğim bir kitapçık hazırladım.

  

Kitapçığımın ön sayfasına da, yazıp çekmeceme attığım şiirlerimden birisini koydum. 

Şiir şu: 

Als wir die Heimat verliessen 

Die Wolken weinten,
die Hügel auf den Bergen
rauften sich die Haare,
                       in den Dörfern
                  schlugen sich die Menschen auf die Knie,
                                                      die Babys schrien.
Der vertraute,
hellbraune Ochse
er zog seine Hufe hinter sich her.
Und das Quietschen
         unseres Ochsenkarrens
               tönte über die Berge und Hügel.
Der Weizen war reif,
die Ähren verbeugten sich. 

Mit einem Wort:
dir Heimat weinte sich zu Tode
als wir in die Fremde gingen. 

 

(Türkçesi): 

Bulutlar ağlıyordu
Saçını yoluyordu tepeler
Ovalar dizini dövüyor
              haykırıyordu bebeler … 

Ökçesini sürüyordu sarı öküz
Gıcırtısı dağı tepeyi tutmuştu
                                    kağnımızın … 

Ekinler sararmış
               eğilmişti başları
                                başakların … 

Haşat olmuştu velhasıl
            tüm kapı komşu
                     biz köyü terk ederken.

“Sieh mich an/beni iki gözünle gör” 

Kitapçığımda yer verdiğim bu şiirimin aynı yıl, Rororo yayınevi tarafından “Eine Chance für Fatma” adlı bir kitapta yayınlandığını Ramazan Özgentürk’ten öğrendim. Şiir daha sonra, 1983 yılında da Rowohlt Yayınevi‘nin 25. kuruluş yılı jübilesi münasebetiyle yayınladığı, içinde Heinrich Böll, Franz Alt, Salvador Allende, Freimut Duve gibi yazarların yer aldığı  “Das Rowohlt Aktuell Lesebuch” adlı kitapta çıktı.   

Ve bu şiir beni hem Rowohlt, Suhrkamp, Scherz gibi yayın evleriyle hem de Fakir Baykurt ile tanıştırdı. (F. Baykurt ile tanışmamızın ilginç hikâyesini ayrıca yazacağım) 

Yazmak, yazar olmak hiç aklımda yoktu. Hani damadı gerdek gecesi yumruklayarak gerdek odasına sokarlar ya, işte öyle sırtımdan tatlı tatlı yumruklanarak itildim edebiyat dünyasına desem yanlış olmaz. 

Fakir Baykurt ile tanışmamızın üzerinden henüz bir kaç ay geçmişti, hafta sonuydu, evdeydim, telefonum çaldı. Arayan Fakir Baykurt’tu, kısa bir sohbetin ardından, “dosya hâlâ gelmedi Halit, merak ettim, onun için aradım”, dedi. Tanıştığımız gün benden ısrarla istediği şiir dosyasını yollayamamıştım.    

Telefon görüşmemizden bir kaç gün sonra dosyamı postaladım ama, pek umutlu da değildim açıkçası. Şiirlerim bana göreydi, yayınlanacak türden olduklarını düşünmüyordum. Fotoğrafçı onlarca fotoğraf çeker, içlerinden belki bir tanesi işe yarar. Benim şiirlerim de öyle olabilirdi.

Fakir Baykurt’un önsözü, Hüseyin Çölgeçen’in emeği.ikisini de burada rahmetle anıyorum. Tonguç Baykurt’un resimlediği ilk kitabım, 1986.

Yanılmışım.  

Bir akşam eve geldiğimde eşim, Fakir Baykurt’tan sana mektup var, dedi. Mektup, Sevgili Kardeşim Halit diye başlıyordu. “Şiirlerini yayınlayalım. Tonguç ile konuştuk, kapak düzenini o yapacak, sayfa aralarına resimler de koyalım diyoruz …  Bana yolladığın dosyanın aynısından bir dosya daha hazırla, Oberhausen’da Hüseyin Çölgeçen’e götür teslim et. Çok yakın dostumuzdur, tanışmanı isterim …” 

Ve Fakir Baykurt’un önsözü, Hüseyin Çölgeçen’in emeği (her ikisini de burada rahmetle anıyorum) ve Tonguç Baykurt’un resimlemesi ile ilk kitabım:  

1986 yılında Sieh mich an/Beni İki Gözünle Gör adıyla Almanca/Türkçe olarak yayımlandı. 

(Sürecek)

PAYLAŞIM İÇİN