Ayrıldık Biz Onunla! Kavuşmamız Ne Zaman Olacak?

Bir ayrılıp bir barışmayı takvime bağladım. Sadece çalışırken onunla birlikte olmamaya başladım. Nasıl mı? 1 Eylül’de tatilden işe dönüyorum. Son görüşmemiz 31 Ağustos’ta oluyor. İlişkimiz döngüye binmiş şeklide böyle sürer olduydu. Fakat yaşa ki neler neler göresin!

 

 

SAMİ GÜNAL

Sızlanmama bakılırsa fazla uzun sürmeyecek kavuşmamız. Onunla ilk karşılaşmamız hayal meyal anımsadığım kadarıyla ilkokul 4’üncü sınıfın yaz tatilindeydi. Yaz tatili uzun mu uzundu. Şehirleri bilmem ama köy okullarının yaz tatilleri dört ay sürerdi.

Bilemiyorum ki okumak bize çok mu ağır geliyordu? Her sabah uyandığımızda yaşasın bugün de okula gitmiyoruz, sevinciyle dam başlarında kurulu olan namsiye (cibinlik) içindeki yatağa sığmaz olurduk. Sabah okul olmadığı rahatlığıyla yatağa geç girip hayalden hayale koşturmaktan geç uyuya kaldığımız gibi sabahleyin köy meydanındaki çocuklara kavuşmak için dingin bir şekilde erkence ayağa fırlamak isterdik. Kalkmayı ne kadar istesek de yataklarımızda kurduğumuz çocuksu engin hayallerimizi bölüp kalkmak da istemezdik.

İyi de hayal kur kur nereye kadar? Kalkmam lazım. Hayati beni bekler. Dut ağacına tırmanacağız, çocukluk bu ya gün içinde serçe avına çıkacağız, it taşlayacağız, yeni bir spor türü olarak kurbağa kovalayacağız. Öğleye doğru pancar laylonlarının (römork) peşine düşeceğiz sürücüye çaktırmadan. Riskli ama ne bilelim çocuksu bir haz işte! Tüm bu yorgunluğun üzerine anamgillere çaktırmadan ya barajın ya “Yedekler” ya da “Karababa” kanallarına çimmeye gideceğiz. Hiç olmazsa akarın (pınar-artezyen) küçücük havuzunda çimeriz. Bir ablamız gelin olacak olur da cümbür cemaat “Bağlama Gölü”ne çeyiz yününü yıkamaya gittiğimizde yüzmek bizim için Miami Plajlarındaki keyfin üstüne çıkmak olurdu.

Fazla uzattım. Hayati hâlen beni bekliyor. Tatil upuzun ya yine tekrarlana tekrarlana bitmeyen sabahlardan bir sabah, kahvaltıyı sabırsızlık içinde zar zor edip buluşma yerine koştuğumda Hayati’nin onu elleri arasında sımsıkı sarmaladığını gördüm. Hayati’ye bu nedir la, demeye kalmadan bak seni kimle tanıştıracağım, dedi. Nereden buldun ki dediğimde “Akarın (pınar) başında genç abiler otururken şakalaşıp debelleşmeye fazla daldılar, sonra o hay huy içinde bunu da çimenlikte unutup gittiler. Ben de el koyup seninle tanıştırıp sana sunmayı bekliyordum.” dedi.

Şöyle baktım tütün kokulu kutu kutucuk küçücük bir şeydi. Hayati’ye dedim ki bana iteliyormuş gibi yapma. Onu yan böğrüne paralel tut ki bir gören olmasın. Ben de şöylece yanına geçeyim. Hayati kadar cesaretli değilim. Gören olur da yakalanırız diye utanıyorum. Köy içerisinde hasbıhal eyleyemeyiz, yavaş yavaş şu Tilkilerin (Bir sülale lakabı) tarlasının başına doğru götürelim, dedim. Tarlaya gidene kadar ne elimi sürdüm, ne kokusuna yanaştım.

Bunu harekete geçireceğiz de nasıl? Biz çocuğuz ve bizde bunun kalbini yakacak araç yok. Hayati’ye la bunu nasıl kullanacağız, dediğimde ilginç bir cevap verdi:

— O abiler buna kibriti çakınca sanki bu başlıyordu yakmayın beni, yakmayın beni, diye sızlanmaya. Ateşi yiyince korkudan titrek titrek salınıyordu.

Bendenizde çocukken kibrit taşıma takıntısı vardı. Cebimde kibrit eksik olmazdı. Düşündüm ki bu Hayati yine bir numara çekiyor ki elimdeki kibrit kutularından birisini alıp haybeden yakıp yakıp atacak.

Vardık üçlü olarak tarlanın kırağına (kenar). Bülbül gibi çözüldü dillerimiz. Nefeslerimiz ağzımızda kış gününün buğusu gibi tüter oldu. Muhabbet sırasında çok tedirginiz. Devamlı tarla kenarındaki kumlu yolu kolaçan ediyoruz bizi büyüklerimizden birisi görmesin diye. Bir döngü sohbet ettikten sonra köye dönelim, dedik. E bu n’olacak? Düşündük taşındık evimize götürecek hâlimiz yok ya mümkün değil anamız-babamız bizi öldürür.

Yanımızdakini ağacın gölgesine bırakıp öğle yemeğinden sonra tekrar buluşmak üzere ayrıldık. Öğle yemeğini zor ettik. Hayati’yle göz göze bakışıp sofra başında fırladık tarlada onu bıraktığımız yere doğru. Nefes nefese yine sarıldık ona. Zaman bitti yine döndük köye. İkindiyle akşam arası tekrar koştuk… Akar (pınar) başına gidip yüzümüzü, gözümüzü, başımızı yıkayıp duruyoruz ki anamgiller onun üzerimize sinen kokusunu çakmasınlar. E yani gün boyu dudak dudağa geldik. Maydanoz da yiyoruz onun kokusu ağzımızdan çıkmasın diye.

Bu buluşmalar bizde rutine bindi. Çok da disiplinliyiz. Aynen doktor tavsiyesi gibi yemeklerden sonra günde üç kez ona koşuyoruz. Artık birlikteliğe o kadar alıştık ki yavaş yavaş köy içine inmeye başladık. İndik ama öyle açık alanlarda onunla salına salına gezmemiz mümkün değil. Yaşımız daha çok küçük. Boş evlerin “örtme” dediğimiz avlularında birlikte oluyoruz. Derken bizim gibi küçük yaşta beraber olmaya alışmış diğer köy dölleriyle (çocuk) topluca bir arada olmaya başladık. Bu birliktelik bağlılığa dönüştü ayrılamaz olduk. Nereden buluyorsa artık, en güzel sevgili, Bereket İsmet’in oğlu Öztürk’ün olurdu. Saçları sarı sarı boyalı cinsindendi hep. Ona çok yalvarırdık bir kez olsun kendisininkiyle bize hasbihal etme izni vermesi için.

Ha unuttum! Birlikte olmanın tadına vardık ya Hayati’yle ayrı ayrı birer tane edinmeyi becerdik vallahi! Hayati’ninki, benimki, diğer köy döllerinki derken “Yedekler”in, “Hanyolu”nun, “Sıçanönü”nün yol boylarını bizim Sarıyer’in Boğaz boyunu yalayan Meserret Burnu denilen Piyasa Caddesi’ne çevirdik.

Güya biz ailelerimizden saklarken bir gün Hanyolu’ndaki birlikteliğimizi bitirip eve geldiğimizde Hayati’nin ablası Hatice abla demesin mi ki,

— Sizi gidi şimirler (yaramaz), kiminle gezdiğinizi gördüm!

Kem küm, abla sakın ha anamgile söyleme diye yalvarmaya başladık. Hatice ablayla Perihan da zaten bizimkinin emmisi kızlarıyla çoktan tanış idiler. Hatice abla bize,

— Ne öyle dağda taşta güneş altında helak oluyorsunuz, alın gelin eve, size kamuflaj sağlarım.

Deyince artık ev içine sirayet etmeye başladık. Ohoo geceler boyu aman sabahlar olmasın havasında idare lambasının kör ışığında duman altında pişpirik oynuyoruz hep beraber. Ara sıra Havva dezzem uyanıp uyanıp,

— Kele dölleeer, daha uyumadııız mı, zatı bu kâğıt oynamada heç mi osanmadııız?

Deyip deyip susuyor. Zaman neredeyse sabaha vurduğunda kıvrılıp yatıyoruz.

Vay babam, bu aşk kaç yaşımızda sardı bizi böyle? Çok erken oldu. Ortaokul, lise demedik kara sevdaya çevirdik. Hele lise de bana mısın demiyoruz birlikteliğimizin ne sayısı ne de yeri açısından. Diğer büyüklerimize çaktırmadık ama analarımızla nerdeyse kaç sene oldu tanıştıralı.

Hayati hiç mi hiç ayrılmadı. Hayret edilecek derecede sadık kaldılar birbirlerine. Üniversiteye gelince ne hâller olduysa bir ayrılık, bir barıştık! Görenler, bilenler bendenize hayret ediyorlardı. Nasıl olur da bu kadar bağlılık gösterdiğin bir sevgiliden istediğin zaman ayrılıp tekrar geliyorsun, diyorlardı. İrade işte deyip onlara hava atıyordum.

Son yıllarımıza gelelim. Bir ayrılıp bir barışmayı takvime bağladım. Sadece çalışırken onunla birlikte olmamaya başladım. Nasıl mı? 1 Eylül’de tatilden işe dönüyorum. Son görüşmemiz 31 Ağustos’ta oluyor. Ta ki oğlumun karne aldığı şubat tatiline kadar ayrı kalıyoruz. Bu tatilde bir 15 gün daha birlikte oluyoruz ve ben onu yaz tatiline kadar tekrar bırakıyorum. Yani 30 Haziran’a kadar. 1 Temmuz’dan tekrar 31 Ağustos’a kadar beraber oluyoruz. İlişkimiz döngüye binmiş şeklide böyle sürer olduydu.

Fakat yaşa ki neler neler göresin! Yaşadığım yalnızlık stresi onu daha çok aratır oldu ki ben o takvime bağlı irademi son 2-3 yıldır yitirdim. Onsuz yaşayamaz oldum. Onunla her birlikte oluşumda nefes nefese kalıyordum. Sizin anlayacağınız, yalan olmazsa nefesimin kesildiği bile oluyordu. Birlikteliğimizi tekrar 12 aya çıkardık.

Bu seneki yaz tatilinde daha da sıkı görüşür olduk. Dedim ki oğlum Sami, bu bağlılık sana fazladır. Hadi silkelen eski iradeni yakala, en azından dene, dedim ve şu geçtiğimiz 31 Ağustos’ta bir kez daha ayrıldık. Artık eski ayrılık dayanıklılığımı görmek istiyorum.

Hayati ne mi yaptı. Ben bir barışık bir dargın geçirdim. Takvimimizi biraz önce anlattım. Hayati mübarek, üstelik kimyevi karışımlar içeren boyacılık sanatıyla uğraşırken bu sigara denen mereti o boya gazlarıyla birlikte içiyordu. Şu an tamamen iyileştiği o melun hastalığa yakalanmasıyla birlikte 4’üncü sınıftan bu yana bir sevgili misali birlikte olduğumuz sigarayla olan birlikteliğini altı yıldır temelli bitiriverdi.

Bense içine sürüklendiğim büyük bir kahır yaşantısı içerisinde kendime nasıl zarar vereceğimi bilemiyorum. Sigarayı bırakıp teselli bulmak için alkol almak istiyorum ama direniyorum. Her nedense içeni seviyorum da içmiyorum. Alkolün zirvesine bayrak dikmiş olan yerel şair-filozof Hamza dedeme ihanet içerisinde alkole sırt dönmüş hain bir torunum ben.

Bugün tamı tamına koca üç gün bitti. Burnumda tütüyor. Hani ara tatillerde (karne) 15 güncük buluşuyorduk ya şunun şurasında ne kaldı ki altı aydan az.

*

NOT: Öztürk’ün içtiği sarı filtreli Samsun sigarasıydı. Bizimkiler filtresiz Bafra sigarasıydı. Sonra elimiz bollaşınca bizler de Maltepe’ye, Samsun’a terfi etmiştik.

 

paylaşmanız için