Atatürk, Cumhuriyettir; Cumhuriyet, Atatürk’tür

Laik cumhuriyet rejimi tasfiye edilmiş midir? Desek ki bu, bakış açısına göre göreceli bir değerlendirme olacaktır. O zaman çok saf dillilik etmiş oluruz. Yeni rejimin yürütücüsü olan Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın ta başbakanlığı zamanında verdiği bir beyanat vardı, anımsayalım mı? 

 

SAMİ GÜNAL

Önceki yıllarda 29 Ekim Cumhuriyet Bayramı’na özel bir yazı kaleme almıştım Yurt gazetesinde yayınlanmak üzere.

Cumhuriyet’e karşı olan iki ana hareketi irdelemiştim. Cumhuriyet’in bir aydınlanma hareketi olması yanında emperyalizme de karşı koyuş olması dolayısıyla ilk olarak dış hareketi ele almıştım. Gördüğüm pazar çatışmasıydı. Temel çelişki olarak tezimi ulus devlet-küresel sermaye çatışmasına dayandırmıştım. İkinci aşama olarak tabii ki iç hareketlere değinecektim. Böylece Cumhuriyet’in her iki odakça yıkıma tabi tutulduğunu temellendirmiş olacaktım.

Yazı, iki boğumlu olması dolayısıyla belki ikiye bölünebilirdi. Öyle de oldu ama ikinci bölümü yayınlan(a)madı. Yazının devamı yayınlanmadan kanadı kırık bir kuş gibi kalacaktı.

İsteyenler yazının ilk kısmını bu yazı bitiminde bulunan gazete linki üzerinden okuyabilirler.

Yazımızın özgürleşen ikinci kısmına buyurunuz efendim:

Gelelim Cumhuriyet’e karşı olunan ikinci ayağa. İkinci ayak faaliyetlerinin ideolojik literatürdeki adı karşı devrimciliktir. Aslında birincisi, ikincisinin modelleyicisi ve destekçisidir.

Temel tezleri nedir?

Yuvarlak en temel tezleri Batı tipi modernleşmenin Müslüman bünyeye uymayacağıdır. Laik Cumhuriyet’in elitleri kendi özlerine sırt çevirerek Batı’ya doğru yürürken (Örneğin bir gecede yürürlüğe konulan harf devrimi gibi.) “millet” bu yolu reddetmiştir. Dolayısıyla Batı’nın “kültür” denen zehri yerine, biliminden de geçtik, maddi hayatı kolaylaştıracak olan teknolojisi alınmalıydı. “Ahlaksızlık üzerine kurulu” Batı kültürü bizi dinden imandan, namustan ederdi. Aslında başat kaygı din üzerine kuruluydu. Yanisi şu ki hem laik hem Müslüman olunamazdı.

Batı’nın sadece teknolojiden ibaret olmayıp edebiyat, felsefe, sanat bütünü olduğunu göremiyor. Görse de zihinlerdeki eksiltmenin etkisiyle yine “Batı/Hristiyan/gâvur” icadı ikonlarıyla redde yöneliyor. Bir toplumu sadece dinden ibaret görmeye koşullanınca o toplum içinde çıkan bilim ve tekniğin altyapısının o toplumun “kültür”ünün eseri olduğunun bilincinde olamıyor.

Şimdi, bu temel ideolojik reddiyeyi es geçmemek lazım. Pazar kaygısıyla hareket eden birinci kanadın (Batı) öngörüsü ve hedefi, daha doğrusu yöntemi neydi? Ilımlı İslam’la Cumhuriyet rejimini yıkmaktı. İyi ya işte cuk oturmuş oldu. İçeriden de toplumu dinsel gericilik etkisiyle Batı’da görmek istemeyenler var. Çelişki gibi gözükecektir ama bilinsin ki Batı, içeride kendine karşı olan alerjiyi el altından kaşımaktadır. Böylelikle içeridekileri daha da bileylemek suretiyle amaç ortaklığını zahmetsizce kurmuş oluyor.

Amaç ne idi? Batı’dan uzaklaştırıp Ilımlı İslam’a yanaştırmaktı. Bunun direkt anlamı, ulus devlet/ulusal pazarı ortadan kaldırmaktır. Bu durum, uluslararası ilişkilerde önemli olanın dostluk değil, diğer bir deyişle de düşmanlıkların (rejim tezatlığı) önemli olmayıp çıkarların asıl olduğunu bir kez daha ispatlamış oluyor. (Mütedeyyin (dindar) olmayla bu projenin parçası olmanın ayrı ayrı şeyler olduğunu buraya not düşelim. Ilımlı İslam tanımı dincilik dediğimiz siyasallaştırılmayla ilgilidir.)

İşte şimdi tam zamanı gelmişken bir tez olmaktan ziyade bir hipoteze dayandırılan “milletle devleti barıştırma” söylemi altında toplumun ve rejimin Batı açısından istenilen kıvama getirilmesi kolay olacaktı. En azından öyle umuluyordu. Bunun adı, rejimi; bir tarafa göre Ilımlı İslam’a, diğer bir tarafa göre de her koşulda İslam’a yakınlaştırmak oluyordu. Her iki tarafça da yeni bir yapılandırma planı söz konusuydu. Hatta umulmadık çevrelerde laikliğin özünü çarpıtma pahasına sanki saygısızı olurmuş gibi “inançlara saygılı laiklik” gibi ucube tanımlar bile oluşturuldu. Bunun anlamı, rejimin dinselleştirilmesi açısından FETÖ gibi cemaatlere göz yumulmasıydı.

Laik cumhuriyet rejimi tasfiye edilmiş midir?

Desek ki bu, bakış açısına göre göreceli bir değerlendirme olacaktır. O zaman çok saf dillilik etmiş oluruz. Yeni rejimin yürütücüsü olan Cumhurbaşkanı Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın ta başbakanlığı zamanında verdiği bir beyanatı anımsayacak olursak mealen şöyle demişti:

“Kabul eden etsin, etmeyen etmesin ki Türkiye’nin yönetimsel sistemi değiştirilmiştir. Bu yeni dönemde yapılacak olan bu fiili durumu anayasal olarak tescil etmektir.”

Yine hatırlayalım iktidarın fiili ortağı MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin bu fiili durumun anayasal düzenleme içine alınması gerektiği yönündeki açıklamasını.

Rejimin değiştirilmeyip sadece ekseninin kaydırıldığına mı inananlardansınız? Düşünce özgürlüğü içerisinde avunmak serbesttir.

Başarılı olunmadı mı?

Başarılı olunmadı, diyenler açısından sorun yok. Kulaklarının üzerine yatabilirler. Olundu da yerine kurum ve kurallarıyla işleyen bir yapı konabildi mi? İşte bu büyük bir sorundur.

Buna yine Cumhurbaşkanımızın birkaç vesileyle tekrarladığı değinmeyle yanıt verelim. Mealen şöyleydi:

“Her alanda iktidar olabildik ama maalesef kültürel ve sosyal alanlardaki iktidarımızı oturtamadık.”

Endişeli modernlerin şahı olan bendenizin değişmeyen bir repliği var. Bu yazıya da oldukça yakışacaktır.

“Neyi kutluyoruz? Ortada olmayanın kutlaması olmaz! Olsa olsa anması olur. Nostaljisini yaşıyoruz, o kadar.”

*

https://www.yurtgazetesi.com.tr/serbest-kursu/sami-gunal-yazdi-cumhuriyete-karsi-piyasacilar-h142053.html

 

paylaşmanız için