Ankara’da bir gün…

2021 Nedret Gürcan Edebiyat Ödülü’nün seçici kurulla, Payda Yayınları’yla Gürcan’ın ailesiyle yapılan görüşmeler sonunda edebiyata emek ödülüne dönüştürülmüş. Ödüle başvurulmuyor. Ahmet Özer, Hasibe Ayten, Özgen Seçkin, Ali Mustafa ile Mesut Özcan’ın oluşturduğu seçici kurulun ülkemizdeki yıllık edebiyat ortamını değerlendirmesi sonucu ödül alacak kişi ya da kurum belirleniyor.

HİDAYET KARAKUŞ

Nedret Gürcan Edebiyat Ödülü Töreni’ne Ankara’ya gitmek için önce uçak yolculuğunu düşündüm. Küçük bir araştırmada uçak bileti ederlerinin artık eskisi gibi olmadığını ayrımsadım. Uçaklar gibi biletler de uçmuştu. Umarsız otobüs yolculuğuna yöneldim.

Öteden beri otobüs yolculuklarını severim. Hele gündüz yolculukları benim için tam bir şölen olur. Genelde tekli koltuk alır; kitabımla, kendimle baş başa saatler boyu düşünür, düş kurarım. Oturdukça yorulsam da okumaya zaman bulduğum için mutlu olurum otobüslerde.

         Bu kez gece yolculuğu yapacaktım. Üstelik iki gece üst üste bir yolculuk olacaktı. Tepemdeki okuma ışığı sürücünün elinin altındaki bir düğmeden yanıyordu. Rica ettim ama bütün okuma ışıkları yandığı halde benim tepemdeki yanmadı. Bozukmuş! Okuyamadım, gözlerimi yumdum.

Osman Barkın Özcan, Hidayet Karakuş ve Ahmet Özer.

         Ankara’ya sabah 07.50’de vardık. Çok eski arkadaşım Gül Meriç Coşkun seni alırım, demişti. Onunla yazışmıştık. AŞTİ’den alacağını, evinin yakın olduğun söylemişti.

         Ankara’da hava soğuktu ama ilk dikkatimi çeken AŞTİ’de büyük bir temizlik çabası oldu. Hem boyacılar hem AŞTİ’nin temizliği için işçiler çalışıyordu.

Tıraş deyince…

Her sabah evde tıraş olmayı severim. Yüzüm hafifler. Kendimi dinçleşmiş duyumsarım. Bunda Selçuk Eğitim Enstitüsü’ndeki Ruh Sağlığı öğretmenimiz Burhanettin Canatan’ın sözünün etkili olduğunu biliyorum.

          “Öğretmen olarak her sabah tıraşlı bir yüzle öğrencilerinizin karşısına çıkarsanız onların üzerinde güzel bir etki bırakırsınız. Siz onların örneği olacaksınız. Ayrıca kendinizi daha iyi duyumsarsınız. Dinçleşirsiniz, temizliğin insan üzerinde çok olumlu etkisi vardır.”

           Sözcük sözcük böyle demedi öğretmenimiz ama bu anlamda konuştu. O günden beri sabahları tıraş olmak benim için hem bir görev, hem bir yeğnilik nedenidir.  Sonradan daha önemli bir değer kazandı gözümde tıraş olmak. Mustafa Kemal Atatürk’ümüzün cephelerden sonra hiç de sakal bırakmadığını anımsadım. Boyunbağı takarak çağcıl bir insan olmanın örneğini de verdi bu ulusa. Öyleyse…

            Şimdi bakıyorum da öğretmenlerin çoğu sakallı, hırpani bir kılıkla sınıfa giriyor, bunu da özgürlük sanıyorlar. Çocuğun örnek alırken zihnen kendini geleceğe onun gibi hazırlayacağını düşünmüyorlar. Gördüğü özgürlük anlayışı, çocuğun ömrüne damgasını vuracak bir yanlışlığı içeriyor. Yazık ki kimileri de boyunbağı takmamayı özgürlük, diye algıladılar. Ne verdikleri emeğin hakkını aramak, ne okulların perişan durumu onların özgürlüğünden önemli oldu. “Özgürlüğün zorunluluğun bilinci” olduğunu algılamıyorlar. Hoş bu yaşamsal zorunlulukları sayın desek bugün kaç öğretmen sayar?

            Konuyu dağıtmayayım. Bu çok ayrı bir konu ama değinmeden geçemedim tıraş deyince.

Kızıltuğ’un yanık sesi

Ankara’ya inince AŞTİ’de berbere gittim. Yıllar yıllar önce Yalvaç’ta Cici Berber Tacettin Uçar’a sakal tıraşı olmuştum. Gözümün önündedir onun tıraş ederken gülünce görünen altın dişi. Pembe yüzünde sürekli gülen gözleri, temiz elleri, kısa narin boyuyla sevdiğim bir insandı.

           AŞTİ’deki berber, yanılmıyorsam Kadir’di ama yanındaki ortağı mı, kalfası mı bilemediğim genç berber Şenol beni koltuğa buyur etti.

           Berber dükkânında koltuklar, dolaplar siyahtı. Ortadaki sehpa siyah.

          İçeri girdiğimde yüksek sesle bir türkü söyleniyordu televizyondu. Özel bir kanaldan soyadı Kızıltunç ya da Kızıltuğ olan bir türkücünün yanık sesi doldurmuştu içeriyi.[1] 

          Yaşlı berber, türkünün sesini kıstı. Türküleri sevdiğim için merak ederek sordum da söyledi türkücünün adını. İki yüz elli bestesi varmış. Pek çok kanalda söylüyormuş. Sivas’lıymış.

          Şenol, bu arada önlüğü boynuma tutturup tıraş sabununu köpürtmeye başlamıştı.

          Tıraşım boyunca türkücünün yanık sesiyle geçti zaman. Yüzümün ince derisini okşadım koltuktan kalkınca. Berber Şenol, perdahlaya perdahlaya hem usturayla hem elektrikli makineyle tıraş etmişti beni.

Hidayet Karakuş, Nurdane Özdemir Sağkan, A. Kadir Paksoy

        Aklımda Gül Meriç Coşkun’la nasıl buluşacağımız vardı ama berberden çıkınca aradı. O da gelmiş danışmanın önünde beni bekliyormuş. Arabasını bıraktığı yere yürüdük, havada kar kokusu vardı. Derken hafiften karla karışık yağmur atıştır maya başladı.

        Kahvaltı edecek, sonra da ödül töreni için Mülkiyeliler Birliği’ne geçecektik. Bildiği pastaneye yakın bir otoparka arabayı bıraktık. Yağmur durmuştu. Pastaneye dek yürüdük.

Aziz Nesin’in basın toplantısı yaptığı salon

        Gül Meriç Coşkun, ders kitapları, yardımcı kitaplar yazıyordu. Daha önce de “Umay Bir Kedi Mi” adıyla bir çocuk romanı çıkmıştı Koza Yayınları’ndan. Edebiyatı seviyor, biliyordu. Köy Enstitüleri Vakfı’yla da ilgileniyor, kültürel etkinlikleri kaçırmıyordu. Kahraman bir kadındı gözümde. Ankara’da iki çocuğuyla yaşama tutunmuş, yalnız öğretmen aylığıyla yapılamayacağını erken kavramıştı.

        Biz kahvaltı ederken yan masamıza küçük bir kızla annesi geldiler.  Gül de ben de çocukla iletişim kurmakta zorlanmadık. Çocuğun adı yanılmıyorsam Melis’ti. Birinci sınıftı. Özellikle Gül, anneyle hemen tanış oldu. Beni tanıttı. Çocukla birlikte fotoğraflarımızı çekti annesi. Çocuğun göz teması kurmaması Gül’ün dikkatini çekti. Çocuğun elinde telefon vardı. Onunla oynayıp duruyordu.

         Kızılay’a Mülkiyeliler’e geldiğimizde saat 13.00 sıralarıydı. Önce bahçede oturduk. O sırada Payda Yayınları’nın sahibi Mesut Özcan geldi. Ahmet-Nazlı Özer çifti, dayıoğlum Halim Önü, Niyazi Altunya geldiler. Derken pek çok arkadaş sökün etti. Bilgisunardan tanıştığımız, benimle zoom üzerinden bir söyleşi yapan gazeteci Nurdane Özdemir Sağkan geldi.

          1993’te Sivas’tan döndükten sonra Edebiyatçılar Derneği bize Mülkiyeliler Birliği’nde yer ayırtmıştı. 3 Temmuz’da Ankara’ya getirilmiş, 4 Temmuz sabahı saat 10.00’da da Aziz Nesin burada basın toplantısı yapmıştı. Bir sözü kalmıştı aklımda: “Bu şeriatçılar bir gün Tansu Çiller’in saçlarından sürükleyecekler.”

          Madımak Katliamı’ndan o günlerin başbakanı Tansu Çiller hükümeti sorumluydu. Aziz Nesin de konuşmasında bunu vurguluyordu.

Taşra kavramının Nedret Gürcan için önemi

Mülkiyeliler Birliği’nin arkada, eskiden pastane olan, sokağa bakan bir küçük salonundaydı ödül töreni.

          Salon yüz kişilikti sanırım. Doluydu. Pek çok dost, arkadaş doldurdu salonu. Köy Enstitüleri Vakfı’ndan Erdal Atıcı, eski dostlarımdan Erdal Çalı gelmişlerdi. Üstün Dökmen gelmişti. Tanışmıyorduk ama gelmesi sevindirdi beni.

          Şair nedret Gürcan’ın oğulları Ali Niyazi Gürcan, Osman Barkın Gürcan kızı Ertil Hanım eşiyle birlikte oradaydılar.

       Şair Ahmet Özer, ödül törenini yönetti. Birikimiyle Nedret Gürcan’ın şairliğini değerlendirdi; onun taşrada edebiyat tutkusuyla neler yaptığını anlattı. Ödülün gerekçesini açıklarken taşra kavramının Nedret Gürcan için önemini anlattı. 1953-54 yıllarında Dinar gibi küçük bir ilçede Şairler Yaprağı gibi bir dergiyi kahramanca bir savaşımla 36 sayı çıkarmanın kolay olmadığını vurguladı.

       Nedret Gürcan’ın küçük oğlu Osman Barkın, babasını anlatırken gözyaşlarını tutamadı. Ağlaya ağlaya okudu babasını anlattığı yazıyı. İzleyenlerin de duygulandığı bir konuşmaydı.

       Nedret Gürcan’ı tez konusu yapan Prof Dr. Abdullah Şengül, şairi neden ele aldığını, alınca nasıl bir insanla karşılaştığını, kendisiyle çok kez konuştuğunu belirterek ilginç izlenimlerini aktardı.

       Şair A. Kadir Paksoy da ilkçağlardan bu yana Anadolu’da yazılan şiirlerle günümüzde yazılan şiirlerin konu benzerliklerini anlattı. Eski şiirlerden seçtiği örneklerle günümüz şiirlerinden seçtiği örnekleri alt alta yazarak konu birlikteliklerini vurguladı. İlginç bir yöntemdi. Çağları aşıp gelen insanoğlunun aynı sorunlarla boğuştuğunu şiirlerle ortaya koydu.

       2020 Nedret Gürcan Edebiyat Emek Ödülü Bafra’da yayımlanan Edebiyat Nöbeti Dergisi’ne verilmişti. Dinar’da, taşrada çıkan Şairler Yaprağı’nın benzeri bir dergiye verilerek değerli şairin anısına bir saygıydı.

       2021 Nedret Gürcan Edebiyat Ödülü’nün seçici kurulla, Payda Yayınları’yla Gürcan’ın ailesiyle yapılan görüşmeler sonunda edebiyata emek ödülüne dönüştürülmüş. Ödüle başvurulmuyor. Ahmet Özer, Hasibe Ayten, Özgen Seçkin, Ali Mustafa ile Mesut Özcan’ın oluşturduğu seçici kurulun ülkemizdeki yıllık edebiyat ortamını değerlendirmesi sonucu ödül alacak kişi ya da kurum belirleniyor.

        Bu yıl da beni ödüle değer görmüşlerdi. 25 Eylül’de Mersin’de Dil Bayramı’ndayken Mesut Özcan haber vermişti. Benim için şaşırtıcıydı. Sevindim, heyecanlandım.

       Arkadaşlarla ödül sonrası dışarı çıktığımızda Ankara’da yağmur çiseliyordu.

Birbirlerine ödül verenler

Her ödülde edebiyat dünyamızda çıkan ödül tartışmalarını düşünürüm. Kimi yazar, şair ödüle karşıdır. Kimileri gereksiz bulur. Kimileri ödüllerde türlü oyunların döndüğüne, kayırılan şairlerin, yazarların varlığını öne sürerek ödül kurumunun çürümüşlüğünü savlar. Hepsi kendilerine göre haklıdır. Gerçekten kimi ödüller insanın midesini bulandıracak denli kötü kokular yayar. Kimi ödüller de bol keseden dağıtılır.

         Geçenlerde sanal evrende rastladım. Elli kişi bir araya gelmiş hepsi öyküler, şiirler yazmışlar, bir edebiyat (!) topluluğu oluşturmuşlar. Toplam elli kişi, tam elli ödül koymuşlar ortaya; birbirlerine ödül vererek birbirlerini ağırlamışlar. Tam anlamıyla bir şenlik(!) olmuş sizin anlayacağınız.

         Bu yıl bir yazar da tarihsel incelemesiyle kazandığı Yunus Nadi Ödülü’nü aldıktan sonra yeni bir çalışmasının bulunduğunu, bu çalışmasıyla da yeni bir ödülü hedeflediğini anlatıyordu. Olabilir elbette. Bu biraz da gönlünden geçeni söylemektir.

          İnceleme araştırma yapanlar ödül için mi çalışırlar bilemem ama edebiyat ödül için yapılmaz. Ortaya iyi yapıt koymaktır önemli olan. Gerçekten özgünse yazdıkların, ödül kendiliğinden gelir. Kaldı ki gelmezse ne olur? Yapıt özgünlüğünden, değerinden bir şey mi yitirir? Bu düşünülemez bile. Geçen yıllarda ödül alan kimi romanlar, öyküler, şiirler bugün ne kadar okunuyor?

Hidayet Karakuş ve Ahmet Özer ödül töreninde.

          Ödülün hele ilk yapıtların ödüllendirilmesinin yazarının edebiyata sarılması bakımından etkisi büyüktür. İlk ödülüm Mehmet Ali Yalçın Roman Ödülü’nü 1981’de kazanmasaydım bugün belki de roman yazmayacak, yalnız şiirle, çocuk kitaplarıyla yolumu sürdürecektim.

          2021 Nedret Gürcan Edebiyat Ödülü’nü küçük oğlu Osman Barkın Gürcan’dan alırken çok duygulandım. Bir kardeşin, bir kardeşe sarılması gibiydi ödülle gelen yakınlık.

2022’nin Ödülü’nü alacak şair

Ankara’dan ayrılırken 2021 Nedret Gürcan Emek Ödülü’yle birlikte sorumluluğumun arttığını düşündüm ama Gürcan ailesini, Payda Yayınları’nın sahibi Mesut Özcan’ı, Prof. Dr. Abdullah Şengül’ü tanımanın, sevgili arkadaşlarım Ahmet Özer’i, A. Kadir Paksoy’u, Niyazi Altunya’yı, dayıoğlu sevgili Halim Öncü’yü, sevgili Gül Meriç Coşkun’u yıllar sonra görmenin erinciyle doluydum.

         Önümüzdeki 2022’nin Nedret Gürcan Ödülü’nü alacak şairi bugünden merak ediyorum. Dinar’da bozkırda açan bir çiçek gibi yaşayan, gönlü geniş, şiir tutkunu bu değerli şairin adını adının yanına yazdıracak hangi şair olacak kim bilir! Şimdiden kutluyorum bu arkadaşı.   


        [1] Ali Kızıltuğ. (1943 -13 Aralık 2017), Sivas’ın Divriği ilçesi Mursal Köyü’nde doğan halk ozanı. İlk plağını 1969’da çıkardı. 103 plak ve 87 kaset yapan Kızıltuğ, 1969’da yayınlanan Asri Gurbet harap etmiş köyümü” ve “Dam üstünde çul serer” adlı eserleriyle tanınmış, eserleri birçok sanatçı tarafından seslendirilmiştir.

 

PAYLAŞMAK İÇİN