Adnan Yücel’in Huzurunda

Öldük, dünyayı şaşkın bırakıp gittik
Yüzlerce incimiz vardı delinmedik
Sersemliği yüzünden bilgisizlerin
Renk renk düşünceler kaldı söylenmedik
                                        Ömer Hayyam

 

AV. CEM BAYINDIR

2018’in 24 Temmuz’unda, Adnan Yücel’in eşi Ayşe Yücel ve yazar Nazmi Bayrı ile birlikte, ilk kez gittiğim Elazığ merkeze bağlı Seli (yeni adıyla Dilek) köyündeki mezarlıktaydım.

1953 Elazığ doğumlu Adnan Yücel’i 24 Temmuz 2002 Çarşamba günü yitirmiştik. Aslında, binlerce hemşehrisinin saygı ve minnetle anması gereken büyük bir şairin köy mezarlığındaki mezarının başında üç kişiydik.

Yemye­şil, ağaçlıklı yollardan, köydeki eski, yeni evlerin arasında dar sokaklardan geçtikten sonra mezarlığa varmıştık. Köye bitişik, evlere de yakın bir yerdeydi. Çeşmesi ve yolu vardı, düzenliydi.

Bizde mezarlıklar ve mezar taşları insanoğlunun toplumsal bağını, kimliğini gösteren, simgeleri ve varsa yazılarıyla önemli tarihsel belgelerdir. Anadolu uygarlıklarının tümünde de böyledir eğer bir yerde mezarlıklar varsa, anlarız ki, insanlar o coğrafyayı yurtları, evleri yapmışlardır. Mezarlıklar yaşamın devamıdır.

Adnan Yücel’in şiirleri de bu topraklardaki uygarlıklar üzerinde kurulmuştur. Anadolu’da yaşamış, geçmiş, gitmiş ya da bugün de yaşamını sürdüren tüm toplumların, zulme uğramışların, özgürce ve onuruyla yaşamak isteyenlerin şiiridir yazdıkları. O yüzden mezarının bulunduğu yer onun düşüncelerine uygun bir Anadolu toprağındadır, emin ellerdedir. Cemal Süreya da Göçebe şiirinde “bir mezarın doğurduğu iştahlı bir çocuktur Anadolu şiiri” derken kimbilir belki de bunu söylemek istemiştir.

Mezarlığa yakın bir yerde baba evini de gördüm uzakta. Adnan Yücel’in gençliğinden beri resim yapmaya büyük bir yeteneği varmış ve evin odaları onun yaptığı resimlerle doluymuş, bugün de duruyormuş o resimler, mutluluk verici…

Anne, babasının mezarları da yanı başındaydı Yücel’in, üzerinde yer yer kurumuş çiçekler vardı. Bu büyük şairin önünde büyük bir acı kapladı içimi. Adnan Yücel bu toprakların insanı, bu topraklar doğurmuş onu. Baba ocağı, yakınları yanı başında. Mezar taşı, mezarı özenle korunmuş.

Kavaklar, çınarlar, dutlar, köy evleri, tarlalar, madenler, çeşmeler, karşıda Munzur dağları ve Harput, Fırat ve Dicle ırmakları, kısaca bu topraklar hiç yabancı değil ona. Adnan Yücel’in köyü Seli, Elazığ merkezde Hankendi beldesi taraflarındadır. Hankendi bölgesi de Sünni Türk yerleşim yerleridir. Ancak Yücel bu tür kimliklerin dar sınırlarını aşmıştır, tüm halkların, tüm kimliklerin, ezilmişlerin, zulme uğrayanların, çocukların, işçilerin, doğanın, gerçeğin yanındadır.

Elazığ’ın merkez köyleri büyük bir kültür barındırır, yüzlerce yıl, Türk, Kürt, Alevi, Sünni, Zaza, Rum, Ermeni birarada, dostça, hoşgörüyle, yanyana yaşamış, insanlık tarihindeki en önemli topluluklar gelip geçmiştir buralardan, bu topraklar aslında hoşgörünün, iyiliğin, güzelliğin yatağıdır. Bakmayın şimdiki halimize.

Onun mezarının neden Adana’da, Ankara’da olmadığını, Elazığ’da ne işi olduğunu sorgulayan birçok yazı gördüm geçmişte. Dünyada da birçok sanatçı, yazar, şair de memleketlerinde gömülmeyi isteyen vasiyetlerde bulunmuşlardır. Böyle evrensel kişiliklerin öldüklerinde nereye gömüldüklerinin önemi yok. Ailesi, dostları, eşi sık sık ziyaret ediyorlardır ki, mezarı ve çevresi bakımlı. Kaldı ki önemli olan hiç unutulmayacak olması. Tüm şiirleri, sözleri, düşünceleri her yerde. Dostları, ailesi, sevenleri onu hep anımsayacak ve anacaklardır. Gerçekten de, bugünkü gazetelerde başta Öner Yağcı olmak üzere birçok yazar onu güzel sözlerle andılar, Yücel’in unutulmayacağını bir kez daha gösterdiler. 

Mezarındaki çiçekleri suladık, Nazmi Bayrı Hocam ondan bir de şiir okudu, düşüncelerinden, gündelik yaşamından, sanatçı ve insani yönlerinden söz ettik.

Can ve işkence bir arada
Bir yastıkta kadınım
Ölüm sinsi bir hançer değil
Kara bir ceket gibi sırtımızda.

Gerçekten de Adnan Yücel cesaretin ve korkusuzluğun adıdır. Şiirleri suya sabuna dokunan türden; yenilmeyi asla düşünmeyen, mücadeleci, kavgacı, inançlı, kararlı, umutlu, barışa özlem duyan, yürekli ve içtendir. Gerçekçidir, gerçektir. Her duvarda, her afişte, her kitabın ön sözünde, kavgalara giderken, direnirken her an görebileceğimiz sözlerdir onlar. Eskimesi bir yana sürekli ilk günkü tazeliğinde ve geleceğe hep yol göstermektedir. Onun “Bitmedi daha sürüyor o kavga / ve sürecek / yeryüzü aşkın yüzü oluncaya dek” dizeleri bunu kanıtlamıyor mu?

“Acıya kurşun işlemez artık / ölüm bile bu acıyı cellat bilmiştir… Yıldızlar ve sular ta­nıktır bize / Aç ve kavruk bir memeden / Direnmeyi yudum yudum emen / Bir çocuk gibi öğrendik / Ve direndik… Acıya kurşun işlemez artık / Biz yaşamayı zulümsüz sevdik “

 

Bir söyleşisinde yeni çıkan kitabıyla ilgili şunları söyler Adnan Yücel:

“… Sevmesini bilmeyen insan dövüşmesini bilemez. İnsan bir şeyi sevecek ki o sevdiği şey uğruna kavga verebilsin. Bu yüzden aşk ve kavgayı iç içe görüyorum. O kitap 80 sayfalık tek bir şiirdir. Tarihin derinliklerinden beri sınıf kavgasını yansıtmakla birlikte, Türkiye’de 1970 sonrasında verilen kavgaları içermektedir. (…) Ve hiçbir dönemde kavga bitmemiştir. Ve umut her dönemin sonunda yine gelecektir.”

Bir fidana mı döndük yaban illerde / Suyumuz iğreti toprağımız yabancı / Rüzgarlara vermişiz dallarımızı /Bir sesi bekler gibiyiz uzaklardan / Ne bir çayda çıra ne bir gelin alayı /Yağmur yağıyor durmadan / Yaşamın yasalarına isyan eden köklerimiz / Özlemi çekiyor yağmur yerine topraktan

Adnan Yücel, toplumcu gerçekçi anlayışla, insancıl, yaşamın sevinç ve acılarını en çok da insanın umudunu anlattığı şiirlerinde hiç geri adım atmadan yüreklice bir duruş göstermiştir. Cesurdur, açık sözlüdür ve dürüsttür. Hasan Kıyafet bir anısında bu konuda şunları söyler:

” Yıl 1999 da olabilir 2000 de. Sevgili kardeşim Adnan’la Almanya’nın Köln kentinde karşılaştık. Şu feleğin işine bak, Türkiye’de karşılaşamaz olduk, Almanya’da karşılaşıyoruz diye şakalaştık. 12 Mart- 12 Eylül faşist darbelerinin acımasızca yurtdışına savurduğu devrimci yiğitlerimizin kurduğu bir derneğin kültür etkinlikleri için çağrılmıştık. Konumuz belli, sanat edebiyat, devrim. Adnan her zamanki yiğitliği, yürekliliği, esprileriyle konuştu, şiirler okudu, coştu coşturdu. O konuştukça ben ceketinin ucundan çekiştiriyorum. “Aman Adnan gözünü seveyim, biraz sansürle, unutma ki Türkiye’ye döneceğiz”, diye. Sonunda dayanamadım açıkça, “Ulan Allahsız yoksa sen dönmeyecek misin?” diye çıkıştım. En iri en güzel gülüşüyle: “Ağabey ben Ankara’ya değil Adana’ya döneceğim. Unutma ki Ankara’yla Adana’nın Allah’ı bir değildir. Bizim Adana’nın Allah’ına kurban olayım, halden anlar” diye ekledi. Artık bana da, “Hay senin Allah’ını seveyim Adnan” demekten baş­ka çare kalmadı.”

İşte bundan 19 yıl önce 24 Temmuzda, güneşin doğayı kavurduğu bir günde Çukurova’da toprak çatlarken, çok genç bir yaşta yitirmiştik Adnan Yücel’i. Geride sesi, düşünceleri, şiirleri kaldı insanlığa miras. Onu mezarı başında saygı ve rahmetle anıyor ve yazımı bir şiirinden küçük bir bölümle bitiriyorum…

Saraylar saltanatlar çöker
Kan susar bir gün
Zulüm biter.
Menekşeler de açılır üstümüzde
Leylaklar da güler.
Bu günlerden geriye
Bir yarına gidenler kalır
Bir de yarınlar uğruna direnenler…

 

PAYLAŞIMLARINIZ İÇİN