100. Yılda Karşı-devrim Yekinirken

Lafla herkes her şey olabilir de 30 Ağustos’a duyarsız olanın devrim bilinci olamaz. Aksi, farkına varılmaksızın padişahlık ve onun hamisi olan emperyalizm değirmenine su taşımak olur. Karşıdevrimcilerin siyasal ortağı olmak müptezelliktir

 

SAMİ GÜNAL

Şu çırpınışlara aşk olsun! Dik görünme çabası gibi bir şey olsa gerek Cumhuriyetçi kitlenin yaptığı nümayişler. Zafer Bayramı’nı kutlarken aslında ellerinden kaçanı anmaktan öte bugüne dair sevinç duyamamaktadırlar. Yoldaşlarım rollerini yapadursunlar! Bense “Her şey mazide kaldı!” hüznü içerisinde “endişeli modernler” kulübünün bir üyesi olarak analizlere dalmaktayım. Geleceği karanlıklar içerisinde gördüğümden bayram günlerinde ayrıksı duruşumu kapatıp da sanal sevinç nümayişleri içerisindeki topluma yanaşamayacağım. Af buyursunlar!

Oysaki ortak duyguları gölgelememek gerekir diye düşünürüm. Ne bileyim dikkat çekmek ister gibi çıkıntılık görüntüsü vermek istemem. Yine de konuşmadan duramam ki!  Amma ne fayda ki düşünsel verim açısından “Söylesem tesiri yok, sussam gönül razı değil.” yerinmesi içerisindeyim. İkileme durmuşken vicdanım içten içe dürtükler ki boş hayali sürdürenlere karşı aykırı da olsa bir şeyler söyle, der.

Dünya üzerinde bir örneği yok ki karşı devrimci niteliği olmayan bir güç, kurucu iradeyle kapışıp kurucusuna hakaretler yağdırsın. Aykırı davranmakla yıkmak ayrı şeylerdir. Açıktan açığa başkaldırı var. Her rejim bir öncekini lağveder ve kendi hukukunu kurar. Örneğin “Glasnost” ile “Perestroyka” denen davranış ve program bütünüyle Sovyet Rusya yıkılmış bir başka Rusya gelmiştir. Karşıt hukuk bir öncekinin ilgası demektir.

Şekli muhafaza etmek (Örneğin henüz partilerin kapatılmamış olması ve seçimlerin kaldırılmaması) cumhuriyetçi nizamın yaşadığı anlamına gelmez. Çağın savaşları illa cephelerde konvansiyonel silahlarla mı yürütülüyor? Kaftan giyilmeden de yeni şekil içerisinde yeni padişahlık yürütülür. Bugünlerin gelişi ilmek ilmek örülmedi mi? Gün gelir şekil esasına da son verilir.

Sadece kadro eksikliği daha da doğrusu beceriksizlik var. Yıkılanın tortuları tam olarak kaldırılıp yerine tam teşekküllü yenisini koyamıyorlar.

Hanımlar-beyler, zihninizdeki rest çekilme ve karşı devrim şekli daha nedir?

Yine de yurttaş olarak benden 30 Ağustos’a dönmemi isteyecek olanlar olursa boş avara lafazanlık çizgisindeki nostaljik avunmamı terennüm edeyim hatır için.  

Anadolu Devrimi iki aşamalıdır: Ateşe ve programa dayanır.

 

Ateşli tarafı 1919 Mayıs’ından 1922 Ekim’ine (Mudanya Ateşkes Antlaşması) kadar giden süreci kapsar. Hatta bu hareketi 1915 Çanakkale Savaşları başlangıcına dayandırabiliriz. Demek ki ateşli evre yaklaşık 8 yılı bulmaktadır.

Program dediğimiz ise devrimlerdir. Programa dayanan kısım, 1 Kasım 1922’de saltanatın kaldırılmasıyla başlayan devrimler sürecidir.

30 Ağustos, sadece görünürde vatanın üzerinde çeri çöpü (Topyekûn emperyalizm) süpüren bir askerî zafer değildir. Çift işlev görmüş bir zaferdir. Fiziksel ve idari tahakküme yol açan çeri çöpü süpürmekle birlikte aynı zamanda siyasal bir zaferdir de.  Laik Türkiye Cumhuriyet’ini doğurmuştur. Dolayısıyla günümüzde içinde bulunduğumuz tehlike karşısındaki anlamı, askeri boyutunu aşan tarihsel-siyasal bir değere sahiptir. Bunca höykürmeler, yasaklamalar neyin sızısı üzereydi ki? Ha işte taşıdığı bu siyasal anlamdan ötürüdür.

Lafla herkes her şey olabilir de 30 Ağustos’a duyarsız olanın devrim bilinci olamaz. Aksi, farkına varılmaksızın padişahlık ve onun hamisi olan emperyalizm değirmenine su taşımak olur. Karşıdevrimcilerin siyasal ortağı olmak müptezelliktir.

Anadolu Devrim’iyle Sovyet Devrim’i sırt sırtadır. Bu gerçekten hareketle heyecana kapılıp birbirini doğurdular demeyelim ki o zaman çıkış noktalarına ipotek koymuş oluruz. Birbirlerine sırt verdiler diyelim. Dayanışmanın olmaması sonucu iki devlet devrimi engellenmiş olur muydu? Kim bilir?

İngilizler, Çanakkale Boğaz’ı üzerinden Marmara’yı aşıp İstanbul’a varma sevdası içindeydiler. Çünkü İstanbul’un yukarısı olan Karadeniz yoluyla Rus çarının imdadına ulaşacaklardı. Ulaşınca n’olacaktı? 1917 Bolşevik Devrimi yan yatacaktı. Böylece Ulusal Kurtuluş Savaşı yürüten Mustafa Kemal’in sırtını dayayacağı bir Sovyet Rusya olmayacaktı.

Çanakkale Savaşlarının stratejik anlamını iyi anlayıp bir anlamda kutsamak gerekiyor. Aslında Çanakkale hem Türk Devrimi’nin hem Sovyet Devrimi’nin askeri anlamda kurucu babasıdır. İngilizlerin Boğaz’dan geçişini engelleyip Sovyet Devrimi’nin kösteksiz kurulmasını kolaylaştırması dayanışmacı bilinçle tersi yönden lojistik destek olarak siyasal sonuç doğuracak olan 30 Ağustos’un Sovyet desteğiyle zafere ulaşmasını sağlamıştır. Çanakkale’yle 30 Ağustos ayrışık düşünülemez.

Nitekim Başkomutan Mustafa Kemal Atatürk 30 Ağustos yıldönümünde zaferin anlamı üzerine şunları söyler:   

“… Türk ulusunun burada kazandığı zafer kadar kesin sonuç veren ve yalnız bizim tarihimize değil, dünya tarihine bir akış verecek kesin etkide bulunan başka bir meydan savaşı hatırlamıyorum…”

Dikkat isterim: “Dünya tarihine akış veren etkiden söz etmektedir.”

30 Ağustos’un özü budur.

 

paylaşmanız için