Andropov, Çernenko gibi yaşlı liderlerin ardarda ölümleri, var olan sorunları, yönetememeyi daha da sakıncalı, tehlikeli, içinden çıkılmaz hale getiriyordu. “Uzun yaşayacak” birine gereksinim vardı, yani genç, güçlü, iyi hatip, birikimli, iradeli, kitlelerin sevgisini kazanacak bir önder
HALDUN ÇUBUKÇU
Gorbaçov hakkında yazmak mı? Hiç de içimden ya da kendinden gelen bir esinle olmazdı!
Ama hayır.
Gorbaçov hain main değildi.
Yaşamın, hainlerin öznel iradeleriyle değiştirildiğini, devasa Sovyetler Birliği gibi bir süper devleti bir kişinin iradesiyle kapitalizme satılmış, çökertilmiş gösterip sanmak sol bir tepki olsa da Marksist bir çözümleme sayılamaz; idealizme yatkındır.
Gorbaçov SSCB’yi çökertmek için değil çökmekte olan devletini ve ülkesini ayağa kaldırmanın umudu ve tasarımıyla SBKP liderliğine seçilmişti. Anımsayalım; SSCB’nin sürdürülemez durumda olduğunu ilk gören Gorbaçov değildi ki… Bir önceki selefi Yuri Andropov zaten bu durumu tanılamış, hatta Gorbaçov’dan çok daha netlikle gerçeği göstermeye başlamıştı. Kuşkusuz Andropov çok daha yetkin ve güçlü bir karaktere sahipti. Geçmişi ve KGB başkanlığından gelişi önemli ölçüde yetke sağlıyordu. Onun ölümüyle kısacık umut dönemi bitti ve bu sefer parti içindeki Brejnevist oportunist bürokrasi olası bir Andropovizm’in kendi çıkarlarını sarsacağından endişelenerek Brejnev’le yakın dostluğundan başka özelliği olmayan Çernenko’yu genel sekreter, dolayısıyla devlet başkanı seçti.
Yaraların, hastalıkların sardığı vücudu sargı bezleriyle sarmalayıp zaafı göstermemeye didinmenin ne Sovyetler Birliği ne de parti için bir yararı vardı. Ülke alarm çanlarını çalıyordu. Çernenko’nun da çoğu hastalıkla geçen bir yıllık kısacık dönem ölümüyle bittiğinde, artık SBKP bürokrasisi, politbüro bütünüyle durumun kaçınılmazlığını görmüş, hayatın akışının idare edilemeyeceğini tespit etmek zorunda kalmıştı. SSCB ve Parti yenilenmek, değişmek ve değiştirmek zorundaydı. SSCB kaçınılmaz olarak ekonomik felakete gidiyordu.
Partinin Sol Kanat Lideri; Batı medyasınca “Muhafazakar-Stalinist” olarak nitelenen ve parti bürokrasisinin en önemli liderlerinden İgor Ligaçev’in Türkçedeki kitabı “Kremlin’in Sırları” da ( ve Ankara’daki konferansta değindiği konular) bu olgular toplamını doğrulmaktadır.
Andropov, Çernenko gibi yaşlı liderlerin ardarda ((böyle yazıyorum)) ölümleri, var olan sorunları, yönetememeyi daha da sakıncalı, tehlikeli, içinden çıkılmaz hale getiriyordu. “Uzun yaşayacak” birine gereksinim vardı, yani genç, güçlü, iyi hatip, birikimli, iradeli, kitlelerin sevgisini kazanacak bir önder.
O işte Mihail Gorbaçov’du!
Bugün şunu netleştirebiliyorum, Gorbaçov’un “sol” daha olası olarak sağ savrulmasına karşı İgor Ligaçev ve ekibi bir müdahale ve denetim gücü olarak tetikteydi.
Sonra… bir şeyler oldu. Sovyetler Birliği’ni bir heyecan dalgası sardı. “Glasnost” Açıklık politikası halka gerçekleri anlatmaya ve halkı sisteme katmaya, müdahil olmaya çağıran bir yola girdi.
SSCB ve bütün dünyada heyecan daha da yükseldi…
Bu anda Gorbaçov’un Çin gezisi harika bir şey oldu. Beijing meydanları, ana caddeleri yıllar sonra iki Kızıl Bayrağın kavuşmasını yaşadı.
Gorbaçov her adımda güçleniyordu. Glasnost dönemi büyük, orta, küçük çaplı grevleri de ortaya çıkardı. O unutulmaz, çarpıcı ve sarsıcı Sibirya maden işçilerinin daha iyi ücretler, çalışma koşulları ve hele de “Bütün iktidar Sovyetlere” talepleriyle çıktıkları büyük grev işçi sınıfı devletinin hem gerçek durumunu gösteriyordu, hem gerçek umudu.
Gorbaçov bu sefer asıl programı devreye sokmaya hazırdı: Peretroyka / Yeniden Yapılanma…
İşte… iş… tam burada çetrefilli bir hal aldı.
Nasıl olacaktı bu?
Ve anlaşılıyordu ki Gorbaçov durumu saptamak ve göstermek için, umut yaratmak için fevkalade bir seçimdi… Ancak, değiştirecek, iktidarı sovyetlere -halk meclislerine- verecek; halk inisiyatifini, kolhozları ve sovhozları yeniden şenlendirecek, sosyalist sistemi yeniden ayağa kaldıracak, üretimi geliştirecek, bilimsel, endüstriyel ve politik atılımı sağlayacak dirayet ve güçten yoksundu.
Bir kere Batı’ya, tam da Reaganizmin, Thatcher’in sağcı hegemonyalarının en güçlü olduğu zamanlarda, Batı’ya anlaşılmaz bir saflık ve umutla inandı.
Evet, SSCB için silahlanma altından kalkılamaz bir yük oluşturmuştu. Comecon SSCB’nin bağlılarını sömürme biçimi değil sömürülme örgütü haline dönüşmüştü. Sovyet halkının kaynakları, sırf tampon bölge olarak elde tutulan ve ama askeri bile Varşova Paktı bünyesinde kendilerine ihanet etmeyeceğinin hiçbir garantisini oluşturmayan ülkelere, sistem içinde tutmak için yağdırılıyordu.
Bugün Rusya’nın en kararlı düşmanlarının ve savaş kışkırtıcılarının Baltık ülkeleri, Polonya, Romanya; Çekya ve Slovokya, Hırvatistan, Bulgaristan olması rastlantı değildir; o günkü tablonun devamıdır.
SSCB silahsızlandırılırken, üstelik Afganistan batağında genç insanlarının olasılıkla en iyilerini ve milyarlarca Ruble yitirmişken, Batı’nın da silahsızlanacağı, Detant’ın gerçekleşeceği, dünyada bir barış ikliminin hakim olacağı o kadar boş, o kadar kof bir hayaldi ki…
Ne demişti o evimizdeki konuşmada, dostum, Bütün Rusya Komünist Partisi – Bolşevik başkanı Viktor Tulkin; “Batı’nın ilk işi bize pop/rock müzik, hayat tarzı” sokmak oldu ve bütün Sovyet değerlerimiz bir bir yıkılmaya başladı.
Ve en önemlisi Parti içindeki sınıf – çizgi mücadelesiydi. O anlara kadar varlığı belki de pek önemsenmemiş; Nomenklatura içindeki kapitalist yolcuların müthiş bir güce sahip oldukları anlaşıldı. Gorbaçov’un inisiyatifsizliği, dirayetsizliği, sınıf ve halk hareketini seferber edememesi kapitalist yolcuları, asıl alçak ve hainleri oluşturan Yeltsin kliğine inisiyatif sağlamış oldu ve bu Sovyet düşmanı kapitalist yolcular hegemonyalarını oluşturmaya başladı. Bu noktada ilginç olan Ligaçev liderliğindeki (( önderlik ve liderlik kavramlarını da nüansların verdiği anlam değişikliğine göre kullanıyorum)) Sol kanatın da hem bir şaşkınlığa ve ne yapacağını bilemez hale düşmesi, hem de yalıtılmalarıydı. Hatta kuşatıldıklarını, kıpıdayamaz hale getirildiklerini saptamak doğru olur.
Artık Gorbaçov selin akıntısına kapılmış bir kütüktür.
Mao Zedung’un “düşmanı uzakta aramayın, o partinin en tepesindedir” tespiti hayatla sınanıyor ve maalesef de doğrulanıyordu. Nitekim Demokratik Almanya’nın efsanevi lideri Erich Honecker ilk Naziler tarafından, ikincisi de “demokrasi geldikten sonra” atıldığı Moabit hapisanesinden sürgün gidişinin ertesinde yaptığı açıklama muazzam bir hakkın teslimi; ama artık D. Almanya için hiçbir işe yaramayacak bir öngörünün değerini teslim ediyordu: (Mealen) “Biz o büyük devrimci, düşman partinin içindedir, geriye dönüşü ancak onlar gerçekleştirir , revizyonist karagahı bombalayın… dediği zaman O’nunla alay ediyorduk. Oysa ne kadar doğru ve haklıymış. Çok acı bir şekilde öğrendik.”
Polonya’daki, Avrupa tarihinin son ve en büyük işçi hareketlerinden birini, güçlü olasılıkla en büyüğünü CIA – Vatikan marifetiyle gerçekleştiren Dayanışma sendikası, tersanelerden ve fabrikalardan iyi-kötü bir sosyalizmi yıkmak için muazzam şekilde ayaklandığında Gorbaçov ve yazık ki Sovyetler Birliği için o kısacık sonun başlangıcı “perde” diyordu.
Artık Gorbaçov yok hükmündedir.
Sol Kanat alabildiğine etkisiz ve inisiyatifsiz hale getirilmiştir.
Batı; ABD ve Avrupa inanılmaz bir şekilde Yeltsin’i ve kapitalist yolcuları parlatmaktadır.
Peki, 70 yıl sosyalizmde yaşamış, “Sovyet insanı” tipini yaratmış Sovyetler Birliği halkı, özellikle de işçi sınıfı ve Kızıl Ordu ne yapıyordu?
Birkaç önemsiz vaka dışında hiçbir şey! İzliyordu. Sovyet halkı yorgundu, bezgindi… İşçi sınıfı da diğer halk sınıfları gibi o kadar uzun süredir insiyatifsiz bırakılmış; daha doğrusu inisiyatifi elinden alınmıştı ki, kendisinde o Ekim Devrimi günlerinin, Büyük Anavatan Savaşı günlerinin kitle çoşkusunu, devrimci iradesini, kalkışma gücünü bulamamış, hatta unutmuştu… İzliyordu.
Kızılordu’nun Moskova’daki bir birliğinin gidişata el koyma hamlesi ise Yeltsin reziline “kahramanlık” şanı yapıştırılmasından daha fazla bir işe yaramadı. Yeltsin tankların üzerindedir, ve Sovyetler Birliği’nin sona erdirildiği andır.
( Benzer sahneler daha sonra Tien Anmen’de de yaşanacaktı. NewYork’taki Özgürlük heykeli maketini o büyük meydana diken göstericilerden biri tankların önünü kesiyordu. Yani, Batı medyasının sınırsızca abartıp kullandığı gibi, sivil itaatsizlik eylemcisi tankları durduyordu.
Benim görüşüme “düşman” bir sol çizgiden olan kardeşim Bülent ise o gün, o unutamayacağım gerçeği belleğime mıhliyor: “Adam tankları durdurmuyor, tanklar adamı ezmiyor!”
İşin doğrusu buydu ve nihayetinde Halk Kurtuluş Ordusu Partinin emriyle – ki askerler yakılmış, öldürülmüştü, kahir bir kararlılıkla olaylara müdahil olup kalkışmayı bitirmişti. Yani Sovyetler’den hemen sonra karşı-devrim Çin’de de denemişti, Tarihin enginliğine göre, hemen hemen aynı anda…)
Bundan sonrası Gorbaçov için zavallıca bir komedidir. Amerika’ya Avrupa’ya çağrılarak üç otuz Cent’e konferans veren son Sovyetler Birliği Devlet Başkanı ve son Genel Sekreter.
Bolşevik Devrimi’nin o tarihsel kesitte, her biri bir başka ülkede yaşamış olsa, o ülkenin devrimini gerçekleştirmeye muktedir, muhteşem kadrosunun, Lenin, Stalin, Buharin, Troçki, Kamanev, Sverdlov, Zinovyev, Radek, Kirov… birçok iç ve dış nedenle, dehşet verici hatalar ve tasfiyelerle; Lenin, Stalin gibi büyük önderlerin yerinde artık önce Kruşçev Brejnev gibi oportunistler, sonra da Gorbaçov ve Yeltsin gibi çapsızlar görünür olmuştu.
Ezcümle; Gorbaçov hain main değildi; onu böyle açıklamak duygusallıktır, gerçekçi değil. O hayat damarları kurumaya başlamış bir ülke ve toplumun, yozlaşmış bir partinin acınası, zavallı, kof lideriydi…Teslim alındı ve tarihe de Sovyetler Birliği’nin yıkılmasındaki baş sorumlu olarak geçti.
Çocukken “ölü ölmüş” derdik. Düzeltilirdik. Canlılar ölürdü. Ölüler ise zaten ölü oldukları için ölemezlerdi.
Gorbaçov’un ölümü bunun mümkün olduğunu gösterdi: Ölü öldü.
paylaşmanız için