Yarası derin olur dost hançerinin!

Tahammülsüzlük toplumsal bir sorun haline gelir de herkes bundan payını almaz mı? İktidar muhalefete ve her türlü muhalif görüşe tahammül edemiyor. Ama muhalefet de kendi muhalefetine tahammülsüz. Bir de tahammülsüzlüğün “çevreci yorumu” var; öyle ki, devletin tahammülsüzlüğü, tahammülsüzlüğün “çevreci yorumu” karşısında solda sıfır kalır.

MECİT ÜNAL
mecitunal@gmail.com

Geçtiğimiz 25 Temmuz Cumartesi günü Çanakkale’de “polis şiddeti günü” olarak hatırlanacak…

Suyunu içip havasını soludukları, peynirini, zeytinini yedikleri Kazdağları’nın talan edilmesine karşı çıkan yaşam savunucusuna uyguladıkları şiddet unutulacak gibi değil.

Yerlerde sürükledikleri yaşam savunucularının gözlerine bir de üstelik derdest haldeyken gaz sıktılar.

Çanakkale’de bugüne kadar pek de yaşanmayan şeylerin yaşanmaya başlamasını yeni valinin gelişine bağlayanların sayısının hiç de az olmayışı boşuna değil.

O akşam Çanakkale halkı da orada, Golf çay bahçesinde ve kordondaydı çünkü.

Ben de oradaydım…

Akşamın alaca karanlığında yerlerde sürüklenen o gençlerin, genç kadınların gözlerinde dağların dumanını, ormanların uğultusunu gördüm.

Kuşların, sincapların çığlığıydı caddede, evlerin pencerelerinde yankılanan.

TÜRKİYE’YE EGEMEN RUH HALİ

Çevrecilerin sözcüsünün valiliğin yasaklama kararını duyurması için polis yetkililerinin kendi megafonlarından önce izin verip ama hemen ardından daha cümlesini bitirmeden saldırıya geçmeleri, ancak tahammülsüzlükle açıklanabilir!

Tahammülsüzler, evet… Ama bu salt polise, Çanakkale polisine özgü bir durum değil. Valisi de tahammülsüz bu ülkenin, kaymakamı da…

Kirazlıyayla’da, Ilgın’da, Çapaklı’da, Ankara’da Samsun Asfaltı’nda, İstanbul’da Kadıköy’de, Çanakkale’de Gelibolu’da, Golf Çay Bahçesi’nde olanlar tahammülsüzlüğün genelleştiğinin birer göstergesi sadece.

Türkiye’ye egemen olan ruh hali bu.

Farklı fikre, farklı inanca, farklı etnisiteye, farklı cinse tahammülsüzlük en yukardan en aşağıya doğru genişliyor, genelleşiyor ve giderek herkesi kapsıyor.

Tahammülsüzlük önü alınmadığında şiddete yol açar.

Türkiye’de şiddet kol geziyor.

Cumhur’un Reis’i gözlerinden ateş fışkıra fışkıra konuşursa, muhtarı ne yapmaz!

Diyanet İşleri Başkanı minbere kılıçla çıkarsa imam topla tüfekle çıkar!

Nitekim, Denizli’nin Çal ilçesindeki bir cami imamının ettikleri cami cemaatini canından bezdirmiş.

Camiyi tapulu malı zanneden imam efendi bahçedeki ağaçları kestirmiş, cemaate çemkirmiş, camiden kovmuş.

Cemaatin şikayet dilekçesinin de bir işe yaramadığı olayda Denizli Valiliği, iddiaların gerçeği yansıtmadığı sonucuna varmış.

Odatv’nin haberine göre, kimbilir hangi tarikatın mensubu imam efendi namazı tek başına kılıyormuş şimdi o camide!

15 YAŞINDAKİ ERGEN: TÜRKİYE

Sevdiği kızın kendisinden ayrılmasına tahammül edemeyen adamın yaptığını anlatmaya hangi sözcük, hangi kavram kâfi gelir? Boğarak öldürmüş, yakmış, üstüne bir de beton dökmüş!

27 Temmuz 2020 Pazartesi günlü Cumhuriyet’te, web sitesinde yayınlanan röportajda Türkiye’yi “15 yaşlarında ergen bir erkek çocuğa” benzeten Psikiyatr Dr. Alper Hasanoğlu bu ruh halini şöyle tanımlıyor:

“Baba sevgisi görmeden büyümüş, durmadan dayak yemiş, istediği şeyleri yapmasına izin verilmemiş, babasının, ailesi için saçını süpürge eden annesini çorbanın tuzu az diye dövmesine defalarca tanık olmuş, ağabeyinin babasından dayak yedikten sonra hınçla kendisini dövmesini beklemiş, korkulu, kırılgan, güçsüz bir erkek çocuk. Bu korkulu, kırılgan ergen kendinden daha güçsüz kimi görse narsistik bir telafi içine giriyor. Bu kadın da olabilir, başka bir çocuk da, bir hayvan da. Ölmek üzere olan bir ayının başını yumruklayıp kahkaha da atabilir, tecavüz ettiği minicik bir köpeğe sarılıp uyuyabilir de, âşık olduğunu söylediği bir kadını bir varile sokup üstüne beton da dökebilir.”

Tahammülsüzlük toplumsal bir sorun haline gelir de herkes payını almaz mı bundan?

İktidar muhalefete ve her türlü muhalif görüşe tahammül edemiyor. Ama öte yandan muhalefet de kendi muhalefetine tahammülsüz. Böyle bir garabet de var Türkiye’de…

TEMA RAPORU: KAZ DAĞLARI’NIN YÜZDE 76’SI RUHSATLI

Türkiye’de tahammülsüzlük en başta kadınlarla doğaya…

İstanbul Sözleşmesi üzerinde AKP ve MHP çevrelerinin kopardığı yaygara kadın haklarına yönelik tahammülsüzlüğün en bariz örneği.

Doğaya gelince, yapılanlar ortada…

TEMA’nın hazırladığı “Kazdağları Yöresinde Madencilik” başlıklı rapor tahammülsüzlüğün Kazdağları’ndaki boyutlarını gösteriyor.

TEMA’nın Maden ve Petrol İşleri Genel Müdürlüğü’nden elde ettiği veriler, 1 milyon 697 bin 62 hektar büyüklüğündeki Kazdağları yöresinin 1 milyon 294 bin 335 hektarının, yani yüzde 76’sının ruhsatlandırılmış durumda olduğunu ortaya koyuyor.

Yöre, ihale, arama ve işletme safhalarında bin 634 ruhsata bölünmüş durumda.

Raporda “Bu yoğunlukta bir madencilik faaliyetinin yörenin tüm ekolojik, kültürel ve ekonomik yapısını büyük ölçüde tahrip edeceği açıktır” deniyor.

Şimdi çok daha iyi anlıyoruz her Allahın günü para cezası kesilen Kirazlı Çadırlı Nöbeti’nin yıldönümü etkinliklerine getirilen valilik yasağının nedenini…

Sanıyorlar ki Kirazlı’da çadırlı  nöbet biterse, Kazdağları’nda direniş biter!

“DOST HANÇERİ”

Kirazlı Çadırlı Nöbeti…

Evet, artık “Su ve Vicdan Nöbeti” denmiyor.

Ona bu adı verenlerin bırakıp gittikleri nöbete gözaltına alınan o gençlerin sahip çıktıkları fısıltısı, bir süreden beri yöredeki çevreciler arasında yüksek sesle dillenlendirilmeye başlanmıştı.

Bu gerçeğin Cumartesi günkü olaylardan sonra açıkça dile getirilmesinde ise, “su ve vicdan komitesi” üyelerinden Çanakkale Kent Konseyi Çevre Meclisi Başkanı İrfan Mutluay’ın Facebook’da gözaltına alınan bir yaşam savunucusunun yazdığı “iyiyim, gözaltındayım, gözaltındaki diğer arkadaşlar da iyiler, Tüm baskılara rağmen yılmayacağız, Kazdağları kurtulacak! #heryerkazdağları #kazdağlarıhepimizin” iletisinin altına yaptığı olaylarla ilgili yorumunun “taşıran damla” etkisi yaptığı yadsınmıyor.

Kendilerinin terk ettiği, yaşam savunucularının sahip çıktığı çadırlı nöbet direnişini bir yıldır sürdürmelerine karşı tahammülsüzlüğün “çevreci yorumu”nu İrfan Mutluay, bakın nasıl ortaya koymuş:

“Tarih zaferleri, kazanımları ya da büyük yenilgileri yazar… Tarih 5 Ağustos’ta, 18 Ağustos’ta yazıldı. Tarih yüzbinleri o alana taşıyanlar tarafından yazıldı. Bu yaşananlar sizce halkın katılımını sağlar mı? Yoksa mücadeleye zarar mı verir? Yerelin 20 yıldır sürdürdüğü mücadeleyi yok sayan, itibarsızlaştırmaya çalışan ithal kuvvetlerle topraklarınızı savunamazsınız.”

Peki…

Birçoğu yıllardır Çanakkale’de, Bayramiç’te, Çan’da Yenice’de, Ayvacık’ta yaşayanlar ve 2007’den beri köyde, şehirde ve her yerde olan Kazdağı Koruma Derneği ne zamandan beri ithal? Bu “yaban”sılama, daha doğrusu ötekileştirme, tarihi kendisiyle başlatıp kendisiyle bitirenlerin hezeyanından başka neyle açıklanabilir? O hezeyan bilmez ki Ali Çetinkaya da işgale ilk kurşunu attığında “ithal” idi!

Güzel!

Peki kendisi Tokatlı olan Mutluay da ithal değil mi?

Neyse ne…

Devletin tahammülsüzlüğü, tahammülsüzlüğün “çevreci yorumu” karşısında solda sıfır kalır dersek, çok mu ağır kaçacak?

Eh, ne yapalım…

Yarası derin olur dost hançerinin! Oysa dostun hançeri olmaz, hançeri varsa da zaten dost değildir!

Fotoğraf: Recep MEMİŞ