Varlığı Anayasada Unutturulmuş Bir İlke: Laiklik

Bugün, Türkiye’de laiklik yalnızca evrak üzerinde uygulanmadan kalmış bir yasa maddesinden başka bir şey değil. Batı’nın da el altından desteğiyle artarak süren bu durum siyasal dincilerin de işine gelmekte

 

 AV. CEM BAYINDIR

Kutsal kitapta peygamberler de dahil hiç kimseye, Tanrı’ya vekalet etme yetkisi verilmemiştir. Hiç kimsenin, Tanrı katında insanların vekili olmak gibi bir niteliği de yoktur. Yine, kutsal kitaba göre insanların tek vekili ancak Tanrı olabilir. (Nisa 81, 132, 171, İsra 65, Ahzap 3, 48)

İnsanlar kendilerine insandan bir vekil istiyorlarsa, seçimle birini seçebilirler. Peygamber bile, bir vekâleti yani devlet başkanlığı yetkisi alabilmek için “kitleden biât almak” yani onların ortak onayına başvurmak durumunda kalmış; peygamber olması kitleyi yönetme erkini otomatik olarak kullanmasına yetmemiştir. Çünkü Kuran’a göre peygamberlik erki tebliğ ve aydınlatmayı; devlet yönetme erki, yönetim, yargı ve infazı kapsayan ayrı alanlardır. Ayrıca dinin toplumsal görev verilirken “dindarlık” ölçütü ve talebi yoktur. Tek talep liyakat ve ehliyet olup, dindarlık ve liyakatten birini seçmek gerektiğinde tercih edilen liyakat olmalıdır. Yine, Kuran’da 40’tan çok yerde geçen ve inananlar için çok önemli bir kavram olan “tevekkül” sözü de “vekil” kökünden gelir ve “Tanrıyı vekil etme” anlamını taşır.

Hilafetin Niteliği

Nasıl ki Tanrı’ya vekâletin yolu kapalıysa aynı şey peygamber vekilliği için de geçerlidir. Peygambere vekalet anlamında kullanılan halifelik de Emevilerce kısa sürede “Tanrı’ya vekâlete” dönüştürülmüş, özü aşındırılmış bir kurumdur. Kaldı ki, Kuran’a göre, “peygamberlik” bir kurum olmadığından, peygamberleri yalnızca Tanrı seçer. Peygamber seçilenler de kendilerini seçen Tanrı’nın belirlediği sınırın dışına çıkıp bir başkasını kendine vekil etme hakkına ve yetkisine sahip değildirler.

Çağdaş Toplumlarda Durum

Çağdaş toplumlarda devlet ve din işlerini ayırmaya yarayan laiklik ilkesiyse, bir yandan da herkes için bir güvence olduğu gibi, inananların da inandıkları dini özgürce yaşamaları için de bir güvencedir. Laikliğin olmadığı bir demokrasi içi boş bir yönetim biçiminden, bir aldatmacadan başka bir şey değildir. Laikliğin olmadığı yerde ne insan hakları ne demokrasi ne inanç özgürlüğü ne liyakat ne yargı kalabilir.

Bugün, Türkiye’de laiklik yalnızca evrak üzerinde uygulanmadan kalmış bir yasa maddesinden başka bir şey değil. Batı’nın da el altından desteğiyle artarak süren bu durum, dinin özünü saklayarak, biçimci anlayışı, din diye sunan siyasal dincilerin de işine gelmekte.  

Oysa, İbni Haldun, İbni Sina, İbni Rüşd, İbni Cabir, İbni Heysem, Molla Lütfi, El Biruni, El Cezeri, Kadızade-i Rumi, Uluğ Bey ve benzerleriyle büyük aydınlanmasını yaşayan ancak bugün bin yıldır, bilimden, akıldan uzaklaşan Doğu dünyasının az da olsa önünün açılması Atatürk ve Türk Kurtuluş Savaşı’yla mümkün olmuştu. Atatürk devrimciliğinin en kısadan anlatımı aklın özgürleştirilmesidir.

Laikliğe ve Atatürk’e Bilinçli Saldırılar

Saldırı yerinin bilinçli seçildiği ve yönlendirildiği açık olan 4 Şubat 2022 günü Samsun’daki akıl dışı olayda, hedefi bir sıradan bir heykel diye görmek hata olur, çünkü o heykel oraya put, dinsel simge ya da din karşıtlığı amacıyla değil, Ulusal Kurtuluş Savaşı’nın simgelemek amacıyla konulmuş olduğundan, kışkırtmanın (provokasyon) nedeninin ve asıl hedefin Cumhuriyet, laiklik, inanç özgürlüğü, kadın hakları, adalet, eşitlik, liyakat, ekonomik bağımsızlık, Türkçe, Türkiye olduğu ortadadır.

Bugünkü gerici düşüncenin Atatürk’ü deccal, şeytan olarak görmesinin, heykellerine saldırmasının, Anıtkabir’in yıkılmasını düşlemesinin gerisinde aklın işletilmesinin, özgürleştirilmesinin yolunu açan, Doğu toplumlarına böylece öncü olan bir lidere düşmanlık yatmaktadır. Bu karşıtlık aslında dine de düşmanlıktır çünkü kutsal kitap da aynen şöyle yazar: “Allah pisliği (huzursuzluğu, kokuşmuşluğu, azabı) akıllarını kullanmayanların üzerine yağdırır.” (Yunus 100)

Din Bilginlerine Göre Akıl mı Vahiy mi

Din tarihinde önemli yeri olan kelam bilgini Kadı Abdülcebbar (ö 1025) şöyle belirtir:

“…Dinsel kanıtlar içerisinde ilk sıra aklındır…. Akıl ile vahiyin kaynağı birdir: Allah’tır. Dolayısıyla bu ikisi çelişip çatışmaz. Eğer çatışı görünüm ortaya çıkarsa akıl esas alınır, vahyin verileri akla uygun hâle getirilmek üzere tevil edilir (çevrilir)…” 

Yine din bilimci Necmuddin El Tûfi (ö. 716) de “Uygulamada hükümler kamu yararına göre belirlenir, bu alanda dinin verileri yalnızca birer örnektir, tüm zamanları bağlamaz.” der.

Türkiye ve Halkı Müslüman Olan Ülkeler

Günümüzde, halkının çoğunluğu Müslüman olan 60’a yakın ülke arasında en gelişmişi Türkiye’dir. Bunun da tek nedeni kuruluş ilkelerindeki “laiklik” yani aklın bir özgürleştirilmesi, bilimin, akılcılığın ön plana çıkartılmasıdır. Laiklik olmadan aklın işletilmesi mümkün değildir. Laikliği uygulamayanlar bugün dünyadaki en karışık, en yoksul, en zorda ülkelerdir.

Bu ülkelere bakınız: Afganistan, İran, Moritanya, Pakistan, Suudi Arabistan, Yemen, Birleşik Arap Emirlikleri, Brunei, Cezayir, Fas, Filistin, Irak, Kuveyt, Libya, Lübnan, Maldivler, Malezya, Mısır, Somali, Tunus, Ürdün, Abhazya, Cibuti, Çeçenistan, Endonezya, Eritre, Nijer, Sierra Leone, Sudan, Arnavutluk, Azerbaycan, Bangladeş, Başkurdistan, Bosna-Hersek, Burkina Faso, Çad, Dağıstan, Gambiya, Gine, Kazakistan, Kırgızistan, Kosova, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti, Lübnan, Mali, Nijerya, Özbekistan, Senegal, Suriye, Tacikistan, Tataristan, Türkmenistan.

Bu ülkeler ile Türkiye’yi kıyaslamak mümkün değil… Her şeye karşın, onlardan hâlâ kat kat ileride olmamızın, insanca, insanlık onuruna uygun yaşamamızın tek nedeni Atatürk’tür.    

Atatürk Düşmanlığı ve Nedenleri

Batı’nın, Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün akılcılık ilkesinin tüm İslam coğrafyasına yayılmasını engellediklerini ve tehlike olarak gördüklerini; birçok Müslüman ülkede ve Türkiye’de özellikle birtakım dinsel toplulukların ve kuruluşların Atatürk düşmanlığına öteden beri destek verdiklerini biliyoruz.

Doğan Avcıoğlu, “31 Martta Yabancı Parmağı” adlı yapıtında Türkiye’deki tüm laiklik-cumhuriyet karşıtı hareketlerin, ayaklanmaların, örgütlerin arkasında emperyalist güçlerin olduğunu söyler.

Çünkü ancak, Orta Doğu ve bizim gibi ülkeleri laik ve demokratik sistemden uzaklaştırarak; eğitim sistemini de kökten bozup halkı cehalete mahkûm ederek; kutuplaştırıcı, halkta ikilik yaratıcı siyaset dilini kullanarak iç huzursuzluklarla; uygarlık yarışında geriye düşürmekle, bu ülkelerin tüm kaynakları rahatlıkla sömürülebilir. 

Dindarlık Yarışı

Yaşar Nuri Öztürk’ün değerli saptaması gibi, dindarlık, daha çok dindarlık, en çok dindarlık insanlar arasında bir değer ölçüsü olursa, o toplumda demokrasiyi yaşatmak mümkün olmaz. Çünkü artık üretmenin, yetkinliğin, çalışmanın yerini dindarlık gösterisi alacak ve toplum da bu yapay dindarlık gösterilerine teslim olmaya zorlanacak, uymayanlar ise din dışı ilan edileceklerdir. Bu din dışılık suçlaması; bu baskılama kimi zaman bir şarkı sözünde, kimi zaman bir filmde, kimi zaman bir konuşmada, kimi zaman bir kitapta, kimi zaman giyim kuşamda, kimi zaman bir heykelde, kimi zaman bir başka partiye oy vermede karşımıza çıkabilecektir.      

5 Şubat 1937 Laikliğin Anayasaya Girmesi

Bundan 85 yıl önce, 5 Şubat 1937 tarihinde yapılan değişiklikle; 1924 Anayasası’na 2. maddeye devletin nitelikleri olarak “Türkiye Cumhuriyeti Cumhuriyetçi, Halkçı, Devletçi, Laik ve İnkılapçıdır” biçiminde giren Laiklik İlkesi daha sonra 1961 Anayasası’nda ve son olarak 1982 Anayasası’nın 2. maddesinde de, Cumhuriyetimizin nitelikleri arasına “Türkiye Cumhuriyeti, toplumun huzur, milli dayanışma ve adalet anlayışı içinde, insan haklarına saygılı, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, başlangıçta belirtilen temel ilkelere dayanan, demokratik, laik ve sosyal bir hukuk devletidir” şeklinde yer almıştır.

Anayasamızdaki laiklik ilkesi, değiştirilemez ve değiştirilmesi teklif edilemez temel nitelikler arasında sayılır.

Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün ve Türkiye Cumhuriyeti’nin temel amacı, aklı ve bilgiyi kullanarak çağdaş uygarlık seviyesine ulaşmaktır. Burada en gerekli ilke de kuşkusuz “laiklik”tir.

Sonuç:

Demokrasinin, temel hak ve özgürlüklerinin, inanç özgürlüğünün, kadın haklarının da güvencesi olan laiklik ilkesi son yıllarda eğitimde, sağlıkta, akademide, mülki idarede, hukukta, sporda, sanatta neredeyse rafa kaldırıldı. Ne olursa olsun, 5 Şubat 1937’den beri toplumun en büyük güvencesi olan laikliğin hâlâ anayasamızda yer aldığının, anayasaya uymamanın da yaptırımları olduğunun bilincinde olmak gerekiyor.  

Türkiye Cumhuriyeti’nin tek kurtuluş umudu, bağımsızlık, ulusal ekonomi, laiklik, yurttaşlık, eşitlik gibi kuruluş değerlerine, kuruluş felsefesine dönmesidir. Atatürk bize göstermiştir ki, bu halkın ruhunda nereden geldiği belli olmayan gizemli-büyülü bir yaşam kaynağı var. Bugün de tüm olumsuzluklara karşın bu toplumda sorgulama yapabilen, düşünebilen, Atatürk’e, ilkelerine, mirasına sahip çıkan, Türkiye Cumhuriyeti devletinin yurttaşı olmaktan onur duyan yürekli milyonlar olduğunu görmek umut verici.

Kaynakça:

PAYLAŞMANIZ İÇİN