‘Siyah Yaşamlar Değerlidir orospu’

Bir videoda orta yaşlı ve genç, çoğu hayli kilolu kadınlı erkekli bir grup siyah, bir marketi yağmalamışlar, biri ağırlığından taşıyamadığı elektronik cihazları, yer yer mola vererek taşıyor, bir kadın onlarca fıstık ezmesi kavanozunu bebeğini kucaklar gibi kucaklamış nefes nefese kaçıyor

ELVAN ÇUBUKÇU

Uluslararası haber kanallarının birinde sabaha karşı bir canlı yayın izliyorum; Beyaz Saray’ın önündeki eylemcileri gösteriyor, son derece önemli bir yerde ve anda nicel olarak hayli zayıf sayılabilecek bir kitle; çoğu beyaz, Hispanik, ya da Asyalı. Pek az siyah var. Keşke sadece nicel olarak zayıf olsa; o az sayıdaki zenciden genç bir tanesi canlı yayında olayları anlatan muhabire yaklaşıp mikrofonuna elindeki pet şişeden su boşaltıyor ve burnunu kameraya yaslayıp: “ Black lives matter bitch!” (Siyah Yaşamlar Değerlidir, orospu) diyor omuzlarını ileri geri sallayarak.

Gözlemlediğim pek çok kitlesel sayılabilecek eylemde  -Avrupa’dakiler de dahil- protestocuların büyük çoğunluğu beyaz öğrenciler.  Peki yıllardır sistematik bir biçimde ABD’de zulümlere, tacizlere, baskılara, haksızlıklara uğrayan milyonlarca siyah nerede, örgütleri nerede? Üstelik binlerce

Malcolm X, Fidel Castro

kilometre ötede,  farklı kültürlerde, uluslarda, zulmün posteri olacak ölümüyle George Floyd için insanlar sokağa inmişken, siyahiler nerede? Bu haklı isyan elbette ki adalet adına tüm insanlıkla ilintili olmakla beraber aslen ABD’li siyahların hak ve yurttaşlık meselesi değil mi? Sonuçta kabaca 300 milyonluk ABD nüfusunun on dörtte birini oluşturan 42 milyon ‘black lives’ nerede! Hepsi olmasa da birkaç milyonu nerede?

Farklı farklı kaynaklardan protesto yürüyüşlerini, eylemleri, olayları izliyorum. Pek çoğunda manzara aynı. Bir videoda orta yaşlı ve genç, çoğu hayli kilolu kadınlı erkekli bir grup siyah, bir marketi yağmalamışlar, biri ağırlığından taşıyamadığı elektronik cihazları, yer yer mola vererek taşıyor, bir kadın onlarca fıstık ezmesi kavanozunu bebeğini kucaklar gibi kucaklamış nefes nefese kaçıyor. Bir diğerinde siyah bir kadın, tekerlekli sandalyede market yağmasını durdurmaya çalışan yaşlı kadının boynuna sarılıp sıkıyor. Bir başkasında bakkalımsı marketini koruma çalışan bir adam çoğu siyahî olan bir grubun kaykaylı dayağıyla linç ediliyor. En tuhafında ise bir giysi dükkânını yağmalayan siyahilerin yağmaladıkları eşyaları kucaklarından yağmalayan başka siyahlar ve kapışmalar var. Elbette aralarında beyazlar da var. (https://www.youtube.com/watch?v=9uXFY5VX_SQ&fbclid=IwAR10_qI_kOn8vr3DOVYsL7PHeJw0gLbII-x424LthFV90HE6eyy7wiAKVyc)

MARTİN LUTHER KİNG’İN KİTLESİ GELİYOR AKLIMA

Aklıma 1963 ‘de ‘ Eşitlik ve İş’ için Washington’a yürüyen yüzbinlerce siyah geliyor. Martin Luther’in öncülüğünde, o efsanevi girişle, “Bir hayalim var!” diye seslendiği ezici çoğunluğu siyâhi,  iki yüz elli bin kişilik vakur kalabalık; öğrenciler, işçiler, işsizler, kadınlar büyük bir ciddiyetle, kol kola, ne istediklerinin yüzde yüz ayırdında. Öyle ayırdında, öyle kararlı ve kalabalıklar ki Yurttaşlık Hakları Yasası 1964 ‘te imzalanıp kabul ediliyor.

Dr. Martin Luther King önderliğinde yapılan “Eşitlik ve İş İçin Washington’a Yürüyüş” 1963

Aradan sadece 57 sene geçmiş. Tüm bu geçen süre içinde yasalara rağmen Sam Amca bembeyaz, ve üst /orta üst sınıftan olduğunu belli etmiş, siyah çocuğunu ezmiş, ötekileştirmiş daha da kötüsü sistematik bir şekilde uyuşturmuştur. Sistemi hızlı ve etkili çalışıyor; uyuşturuyor ve öğütüyor, yalnızlaştırıyor ve vahşileştiriyor. Şimdi ABD’de, hayli kalabalık ama fena halde lümpenleşmiş bir alt, orta-alt siyah sınıf var.

Yoksulluğun, ezilmişliğin, süregiden eşitsizliğin üstesinden fıstık ezmesi, Nike ve 75 inç ekranla gelmeyi planlıyor. Şansı yaver giderse torbacılıktan küçük bir servet kazanacak. Eşitliğe, özgürlüğe dair bilinci para ve sınıf atlamayla koşut. Tüm ülküsü, hayali bu. Örgütlenmek ve mücadele deyince aklına hapsedildiği gettodaki şartlı tahliyeden yararlanmış beyzbol sopalı ‘bro’ ları geliyor.

60’LI YILLARIN RUHUYLA

George Floy’dun ödürülmesi sonrası isyanlar bir gerçek ve gerekliliği de ortaya koydu. Bu siyah çocukları, bu gençleri Snoop Dogg’lardan, kalın altın zincirlerden,  Ferrari’ler ve havuzlar dolusu iri memeli ince belli hatundan, kredi kartlarıyla şeritlenen tozlardan, dize düşmüş ‘ciin’lerden, hey yo maza faka’lardan, Oprah serabından, hızlı tüketimden,  koroları dışında görünmez yapan kiliselerden uzak tutmak lazım.

Afro Amerikalılar 60’lı yılların ruhuyla yepyeni bir yol döşemeliler kendilerine; Martin Luther’in liderliği ve takım elbisesi, Malcolm X’in örgütçülüğü ve siyah kravatı, James Baldwin’in mısraları ve fuları, Rosa Parks’ın cesareti ve tayyörü, Tommy Smith ve John Carlos’un gökyüzüne uzanmış kara eldivenli yumruklarından güç ve ilham alarak.

1 Aralık 1955, terzi Rosa Parks “beyazlara ayrılan yerden” kalkıp “renklilere” ayrılan yere geçmesi uyarısını reddeder ve dünya değişmeye başlar. Tutuklanır. Rosa Parks, ‘’tutuklanırken tek bildiğim, bir daha asla bu aşağılamayı kabullenmeyeceğim ve bu utancın yolcusu olmayacağımdı’’ diye hatırlıyor.