Sır

Çocukluğu bile devasa canavarların ve dehşet saçan süpürgeli cadıların arasında hayatta kalma savaşı ile geçmiş biriyim ben. Kaygısızlığı hiç anımsamıyorum bu yüzden

 

EMİNE SUPÇİN

Herkesin bildiği sırlar vardır değil mi? Hayır öyle, komşunun kızı, baldızımın yeğeni tarzı dedikodu içerikli çevresel sırlardan söz etmiyorum. Yaşama dair sırları diyorum. Hayatın kendisi hakkında ya da belli konularda elde edilen, farkına varılan sırlar.

Hayır canım, aklınıza şu kuantumu kıçından anlayanların tarzı, bunu beş kere yaz, 10 kere söyle, resmini çiz, üstüne yat, olmadı üç gulfü bir elham filan da değil. Bizzat yaşadıklarınızdan kendi kendinize keşfettiğiniz sırlardan söz ediyorum. Örneğin ben, bin yıllık bir öğretmen olarak, eğitime dair onlarca sır keşfettim. Hatta sırların pirini biliyorum, uyguluyorum ve paylaşıyorum yeni öğretmen arkadaşlarımla.

İşte öylesi bizzat keşfettiğiniz sırlardan söz ediyorum.

Benim çok uzun zaman önce keşfedip sonradan unutmuş olduğum ve geçen gün aniden anımsadığım sırrıma gelince…

Şu hayatta kaygısız geçti dediğimiz yıllar ancak anımsamadığımız yaşlarımız olsa gerektir. En azından benim için öyle. Çocukluğu bile devasa canavarların ve dehşet saçan süpürgeli cadıların arasında hayatta kalma savaşı ile geçmiş biriyim ben. Kaygısızlığı hiç anımsamıyorum bu yüzden.

Bireysel kaygıların bittiği dönem ülke kaygılarım başladı. Mesleğimin ilk ve ilerleyen yıllarında inanırdım nitelikli değişimlerin yapılabileceğine. Sonra yirmi yıl kadar önce, bile isteye düşmanlık edileceğini anlayınca kaygıma anksiyete eklendi. Daha iki duygu durumunu sindiremeden korkuyu da ekledi iktidar. Üstelik tüm topluma. Ardından kutuplaştırma politikası başladı ki en dehşet vericisi o oldu. Halkı karpuz gibi ikiye yardı.

Yukarı bakıyorum zangoç, aşağı bakıyorum ezik muhalefet. Sağa bakıyorum, sağduyusunu yitirmiş amcalar; sola bakıyorum, ülkeyi nasıl terkederim diyen genç ve nitelikli nüfus.

Markette fiyatlar uçmuş, enflasyonun gerçek rakamları yok. Zamların ucunu tutabilene aşk olsun ama tutmak isteyen de yok. Ülkenin asıl sahipleri yani bizler çocuklarımıza ekmek götürme derdine düşmüşüz, ama ülkeye geçici olarak getirilenler sanki asıl sahipleriymiş gibi sadece çocuk yapma makinesi görevindeler. Çünkü benim vergimle memleket onlara peşkeş çekiliyor.

Offff!

İşte tam o “offf” dediğim sıra, youtube karşıma bir link çıkardı. Jamal Aliyev. Azerbaycanlı çellist. Aşağıya linkini bıraktığım parçada hem çello var hem de ney. Yıllardır sadece ramazanlarda ilahi sesi ile dinlediğimiz ney, bir batı klasiğinde de ne hoş bir enstrümanmış dedirtiyor.

Müzik başladı ve benim tüm beynim, ruhum tınıların asil damlacıkları altında yundu gitti. Sanki altında dans edilen yaz yağmurları gibi geldi. İyi geldi.

Sır mı? Müzik evrenin dilidir ve büyülüdür. Bu yüzden iyi gelir.

Ve sevgili okurlarım, bir süre izin istiyorum sizlerden. Azıcık yazmakta olduğum kitaba yoğunlaşmak istiyorum. Gelirim yine. Kendinize iyi bakın.

Size de iyi gelsin:

https://www.youtube.com/watch?v=VTBc5XP3UTY

 

Paylaşmak isterseniz