“Küreselleşen erk”, piyasaya düşüremediği şiire mundar der!

 

 

Gün geçtikçe ülkemizde “şiir satmıyor” yargısı yaygınlaşıyor. Şiir gerçekten “satmıyor” mu? Şiirin satmadığı gerekçesiyle şiir kitabı yayınlamamanın altında şiir düşmanlığının yanısıra ‘küreselleşen erk’in şiirden korkusu da yatmakta.

 

Gün geçtikçe ülkemizde “şiir satmıyor” yargısı yaygınlaşıyor. Elbette bu yargının sebebi çok. Öncelikle, yılda üç beş de olsa şiir yayınlayan büyük yayınevlerinin tutarlı bir politikalarının olmaması okuru yayımlanan ürünlere karşı mesafeli olmaya iten etkenlerden biri.

Yayınevlerinin sözde ilkelerine göre yayınladıkları şairlerle yayınlamadıkları şairleri şöyle bir sınıflayın, bu sözde politikaların, ilkelerin sırıttığını göreceksiniz. Bu yayınevlerindeki editoryanın durumu da elbette bu sonuca hızla gidilmesine yol açan bir diğer etken. Şiir dünyasından habersiz bir editorya, karakuşi bilgilerle çıkarılan kitaplar, dergiler…

NERDE BU UMUT VEREN TOSUNLAR?

Bu durum şiir okurunda bu tür “şiir de” yayımlayan yayınevlerine olan güveni zedeliyor, zedeledi, hatta sıfıra düşürdü. Çıkarılan dergiler kasaba dergileri durumunda. Bu açıkça, yayınevi adı verilerek dile getirilmese de ağızdan ağıza yayılıyor, toplantılarda konuşuluyor. Zaten kaç tane böyle yayınevi var ki?

Yayın işi tamamen rastlantılara, ilişkilere vb. bağlı. Büyük yayınevlerinde kitabı çıkan şairleri şöyle yıllara göre listeleyip bu yayınevlerine sormak lazım: Eee, nerde bu yayımladığınız umut veren tosunlar?

Bu yayınevleri uyguladıkları politikalar iflas edince şiirin satmadığı yaftasını uydurdular… Yayınevlerinin iş başa düşünce sarıldıkları deniz yılanı. Ama sıra şairlerin hepsini birden, yani antoloji, yıllık vb. yayınlamaya gelince, yayınevleri kolları hemen sıvıyor. Kârlı, okurun isterlerine uygun bir iş çünkü. “Topu birden” görüntüde, herkesi bir arada buluyorsunuz. Hele hazırlayan da ünlü biriyse, onun yargılarıyla şiir değil de şair okumak oldukça zevkli olmalı!.. Ucuz, kerameti yıllıktan ibaret kahramanlar, eleştirmenler çıkardılar bol bol. Günümüzde de devam ediyor bu aptallık.

“MERKEZ”E HADDİNİ BİLDİRMEK

Şiirin satmadığı gerekçesiyle şiir kitabı yayınlamamanın altında şiir düşmanlığının yanısıra ‘küreselleşen erk’in şiirden korkusu da yatmakta. Piyasaya düşüremediği şiiri gözden düşürmek için yapılan telkinden başka bir şey değil. Yeri geldikte daha da uzunca değineceğimiz bu konuyu şimdilik burada sonlandıralım. Bazı yayınevlerinin albenili şiir günleri düzenleyerek görücüye çıkar gibi sözde şiir dostluğu da ‘dostlar pazarda görsün’den başka bir şey değil.

Benim yayınevi gibi kendi yağıyla kavrulan, masrafının bir kırmını şairinden alarak ayakta durmaya çalışan “butik” yayınevlerinin kurulması da zaten tamamen bu durumun ürünü.

İşin başka yönleri de var. Turgay Kantürk, bunu bir zamanlar E dergisindeki yazılarında göstermeye çalıştı. Orada gördük. Hatta bazen birlikte bakıp güldüğümüz, “hadi şuna da bir değiniver” dediğimiz olmadı değil. Bunu artık yapmak da zorlaştı, eleştiriyle başı hoş olmayan, eleştiri dendiğinde ya övgüyü ya yergiyi anlayan, düşman kazanmanızdan başka işe yaramayan bir tür eleştiri. Zaten ipin ucu kaçtı. Memlekette her beş kişiden onu şiir yazıyor. Bunların altısı yayınlayacak dergi bulabiliyor. Her ilde bir, bazılarında daha çok dergi çıkıyor. “Merkez”den yardım almadan çıkamayan bazı dergilerin ana hedefi ise ya “merkez”de yer almak ya da “merkez”e haddini bildirmek. Bu “merkez” ne ise… Hoş, eskiden “merkez” dendi mi bizim aklımıza birinci şube gelirdi ya…

ÜFÜRÜKLE DOLU DOKTORA TEZLERİ

Çıkan dergiler ise Allahlık. Ulusal şiir çöplüğünü doldurmaya namzet, anlamsız, hiçbir şey duyumsatmayan, bütünlüksüz, içtenliksiz, bir çeşit hamasi, yalan tasım sayılabilecek, hayatımız hakkında hiçbir şey söylemeyen şiir üzerine bir sürü yazı. Okuyucuyu aptal yerine koyan totolojik yazılar çoğu. Ya da geçmişte defalarca değinilmiş konuları tekrar eden suyuna tirit yazılar. Hadi bu şiirdir, atsa da yeridir, diyorsunuz. Ya yazılara ne demeli? Şiir üstüne söz etmek o kadar ucuzladı ki, eline kalem alan trenin nereye ulaştığına bakmadan yazabiliyor. Üniversitelerin edebiyat fakültelerinde verilen master tezleri hatta doktora tezleri üfürükle dolu. Öyle değerlendirmelerle karşılaşıyorsunuz ki insanın dudağı uçukluyor.

Mesela Ece Ayhan hakkında yazılan “İkinci Yeni Şiirinin Çevresinde Ece Ayhan” (Doktora Tezi, Trakya Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, 2002) adlı kitabı okuduğunuzda acaba sözü edilen gerçekten Ece Ayhan mı diye insan kendisine sormadan edemiyor. “Disiplinli bir yaşam tarzı ve memurluk hayatı, edebiyat çevrelerinde bugün de ‘hırçın şair’, ‘huysuz şair’ olarak anılan Ece Ayhan’ın yaradılış özelliğiyle bağdaşmayacak olgulardır. Ece Ayhan, 1966’da devlet memurluğu görevinden ayrılarak ‘soluk alıp verdiğini gerçekten duyduğum tek kent’ dediği İstanbul’a yerleşir.”

Bu değerlendirmenin neresinden tutsanız boş, elinizde kalıyor. Ece Ayhan adı etrafında üfürüğe dayalı bir mitos yaratmaya çalışan ve bunda da başarılı olan bir değerlendirme. Akademik bir çalışma yapanın söylediği sözlerin referansı olmalı değil mi? Tamamen Ece Ayhan’ı şiir dışında gerçekle ilgisi olmayan uydurmalarla bir tür efsane haline getirme. Oysa gerçek bambaşka? Kaymakamlık görevindeyken hakkında açılan soruşturma sonunda görevinden alınmış. Daha etraflı bilgiyi dileyen Erdoğan Alkan’ın Varlık (2002, Eylül, s. 45) dergisindeki “Ece Ayhan ve Şiiri” adlı yazıyı bulup okuyarak öğrenebilir.

NİTELİKLİ ŞİİR OKUYUCUSU HEP AYNI

Modern şiirin söylemi (dili) sebebiyle toplumdan kopması ise sorunun daha köklü yanını oluşturuyor. Klasik şiirin plastik özelliklerin (uyak+ölçü) örgütleyiciliği ile toplumca konuşulan dille yazılması, toplumda yaygınlaşmasını da kolaylaştırıyordu. Eğitimde şiirin ruhu terbiye amaçlı kullanılması da bu sonucu doğuruyordu. Modern şiirin imge örgütleyici yazılması bu şiirin toplumdan kopmasını, ancak şiir kültürü almış seçkin bir çevrede sıkışıp kalması sonucunu da doğurdu.

Eğitime gelince…

Yukarıda değindik. Master ve doktora tezleri bile acınası durumda. Siz eğitimin nasıl olduğunu düşünün artık. Okuduğunu anlamayan bir öğrenci yığını şiiri nasıl anlasın?

Medya desen farklı değil. Hatta yığını elinde tutmak için kendi şairlerini bile yarattılar.

Şiir bütün bu ve benzeri sebeplerle okuyucuyla buluşma anlamında elbette kan kaybetti, kaybediyor. Ancak nitelikli şiir okuyucusu hep aynı. Geçmişte de bir avuç, şimdi de. Şiirden Dergisi de işte bu nitelikli okuyucuya hitap eden, onların şiir bilgilerini daha da ileriye taşımaya çalışan bir dergi.

Şiirli günler dilerim.