Kağıttan Bayramınız Kutlu Olsun

Güldü. Hiç anlamamışım belli ki. “Hiçbir şeye çirkin demeyeceğiz. Değil de zaten. Senin çirkin dediğin sana göre. Senin bakış açından yani senin boyutundan öyle görünüyor. Bir de becerebilirsen, diğer boyutları dene.”

 

 

EMİNE SUPÇİN

Boyutlara takmama sebep oldu arkadaşım. Çünkü sohbet arasında “Boyut dediğin şey çoklu ya da tekil ve sayısı ne olursa olsun hepsi aynı anda her yerde,” dedi. Kavrayamadım. Ve ne zaman bir şeyi kavrayamasam elektrikler kesiliyor bende. Cansız bir manken gibi tek bir noktaya bakar halde kalakalıyorum. Öküz ve tren benzetmesi 🙂

Bir metropol düşünmemi istedi. “Tüm metropollerde devasa binaların yanı sıra kıyıda kenarda hatta şehrin göbeğinde bakımsız, virane diyebileceğin yapılar kalır. Onlar inatla bulundukları pozisyonu değiştirmek istemezler. Değişime karşı dirençlidirler.”

“Ne yani,” dedim. “Çirkin betonarme yükseltilere karşı duran o mekanlara çok boyutluluk adına tu kaka mı diyeceğiz?”

Güldü. Hiç anlamamışım belli ki. “Hiçbir şeye çirkin demeyeceğiz. Değil de zaten. Senin çirkin dediğin sana göre. Senin bakış açından yani senin boyutundan öyle görünüyor. Bir de becerebilirsen, diğer boyutları dene.”

Dur dedim, dur. “Şu boyut kavramını netleştirelim. Bak şimdi, tek bir çizgi, tek boyut. Hatta ip örneği verilir. Kağıt iki boyutlu. Kağıdı eğip büküp katlayarak bir küp meydana getirirsin, olur sana üç boyut. Üstüne zamanı eklediğinde anlayabildiğimiz dört boyutu elde ederiz, doğru mu?”

“Doğru.”

“Peki, onca metropol, virane yapı falan fıstık, ben neyi anlayamıyorum?”

“Bak, ip de kağıt da orada duruyor. Herkes kendi boyutunda. Sen üç boyutlusun sen de öylece duruyorsun. Kağıt ya da ip sana bir şey diyor mu? Ya da senin onlara sırf tek boyutlu ya da iki boyutlu oldukları için herhangi bir suçlamada bulunmaya hakkın var mı?”

Konu nasıl bu düzeye indi, şaşırdım. O kadar basit bir soruydu ki, cevabı ambale insanın yüz ifadesiydi ancak. Ama beynim hala “Yani?” diyordu.

“Boyut bilgisini varolan tüm insanların düşünüş biçimlerine, inançlarına uyarla, bak tam senlik bir konu,” dedi güldü.

Eve geldim. Beynim hallaç pamuğu. Hallaç, “Enel Hak” diyen Mansur’u çağrıştırıyor, çağrışım sözcüğü Oktay Sinanoğlu’na gidiyor, tek boyutlu ip, sicim teorisini getiriyor… Anam!

Buzzzz gibi duş lazım. Soğuk suyun doğrudan beynime püskürmesini istiyorum ama saçımın engelinden kafatasıma dahi erişemiyor. Kafayı kazıtmam lazım diye geçiriyorum içimden. Ustura ile. Şöyle cillop gibi pımpırıl bir kafa lazım.

Uyarla dediği aklıma geliyor. Yeryüzündeki tüm insanlara uyarla. Zulu kabilesi geçiyor gözümün önünden. Ava çıkmışlar, gözlerinde hayatta kalma ateşi yanıyor. At üstünde bir Kızılderili dörtnala koşuyor, zamanı atın ayakları altında ezerek. Kasap bir hayvanı boğazlıyor, dudaklarında kutsal bildiği dualarla.  

İnsanlık HİÇ değişmedi. Değişenler yani bir üst düşünce boyutuna geçebilenler, alttakiler için çırpınıyor. Fakat çırpınış boşuna. Çünkü bazıları ip olarak kalacak, kimileri kağıttan gemiler olacak, bazıları zamanı aşacak. Tüm boyutlar aynı anda her şeyde varlar.

Üstelik dört boyutla sınırlı olmadığını fizik bilimi söylüyor artık. “Fizikte üç uzay boyutu ve bir de zaman boyutu kabul gören normdur. Fakat temel kuvvetleri birleştirmeye çalışan teoriler, bu amaçla daha fazla boyut eklemektedirler. Süpersicim teorisi, M teorisi ve Bozonsal sicim teorisi, fiziksel uzayın sırasıyla 10, 11 ve 26 boyutlu olduğunu iddia ederler.”

Sahi, bu yazı iki boyutlu düşünüp kurban ve bayram sözcüklerini yan yana getirmekten gocunmayanların bayramının birinci günü yayınlanıyor.

Son söz, üç boyutlu düşünebileceğiniz zamana kadar, kağıttan bayramınız kutlu olsun…

 

paylaşmanız için