İnsan ışık dururken karanlığa tıkar mı kendini?

Beni en çok karşı apartmanın kapalı balkonları, pencereleri rahatsız ediyor. Neredeyse bütün dairelerin pencereleri, balkonları panjurlu; panjurları da yaz kış kapalı. Bazen temizlik günlerinde yarım aralanıp temizlik yapılıyor ama camlı balkonlar dışındaki daireler hepsi birer karanlık havuzu sanki. Bütün gün elektrik mi yakıyorlar? Nasıl aydınlanıyorlar dehşetli merak ediyorum.

Hidayet KARAKUŞ
karakushdyt@gmail.com

Balkon sözünü ilk kez ne zaman işittim diye düşündüm Güven Pamukçu konuyu verince. Bizim köylerde balkon yoktu, köşk dediğimiz cumbalar vardı. Aslında onu da bilmezdim ama evimizin o güzel çıkıntısının cumba olduğunu da sonradan öğrenecektim. Belki sundurmanın daha işlenmiş biçimiydi bu köşkler.

Yanılmıyorsam balkon ilk kez Baudelaire’in aynı adı taşıyan şiirinde karşıma çıkmıştı.

Sevgililer sevgilisi, anılar annesi
Sen bütün mutluluğum, işim gücüm sen;
Ne tatlıydı bir ocak başında sevişmesi,
O güzelim akşamlar ne eşsizdi bir bilsen,
Sevgililer sevgilisi, anılar annesi.

Işıyan akşamlarda kömür ateşlerinden,
Balkonda geçen pembe buğulu akşamlarda
Bir iyilik, sıcaklık taşardı her yerinden!
Konuşurduk en ölmez şeylerden söz açar da
Işıyan akşamlarda kömür alevlerinden.
…..

Öğretmen okulunda severek okuduğumuz bu şiirin çevirmenini bilmiyordum. Sonra Vasfi Mahir Kocatürk’le Dr. Hüseyin Karakan’ın çevirileri çıktı karşıma. Bu dizeleri Karakan’ın çevirisinden aldım.

Balkon, bir iç erinci duygusu vermiştir bana. Sokağa yukarıdan bakan bir havalanma yeri. Uçabilirsiniz oradan, gözlerinizi dinlendirebilir, hava alabilirsiniz orada.

Yirmi iki yıl öncesine değin İzmir’de oturduğumuz evlerde balkonumuz yoktu. Alt katlarda balkonlar yutulmuş, salonlara katılmıştı. İlk oturduğumuz evde tümüyle bahçenin de evin de bir parçası gibi duran uzun bir balkon vardı ama orada oturduğumuzu hiç anımsamıyorum. Apartmanlar üstümüze üstümüze geliyordu. Yine de balkona da bize de yakışsın diye beton bahçedeki ağaç köklerinin üzerindeki betonları kırarak japongülü dikmiştik oralara. Sabahları kırmızı kırmızı gülerek içimizi açarlardı. Biz ayrıldıktan sonra üst komşular mı birileri gazyağı dökerek kurutmuş onları.

Bir çiçeğin köküne neden gazyağı dökülür ki!

Karşıyaka’daki ilk kendi evimizde balkon vardı, dördüncü kattan aşağıya bakardık. Özellikle oğlumuzu görmek, nerede olduğunu bilmek için. Orada da balkona çıkmışlığımız sayılıydı. Karşımızdaki apartman yakındı; üstelik tam karşımızdaki dairenin hanımı iç çamaşırlarını balkona sererdi düzenli düzensiz. Ayrımında olmadan bizim balkona çıkışımızı sınırlayan bir tutumdu bu. Böylesi izanı beklemek boşuna sanırım komşulardan. Hele bugün!

Yine de önceki evlerimize göre balkon bir ferahlık, gönül hoşluğu vermiştir bize.

O balkonda üst komşumuz yeni bir gelinin üstümüze halı silktiğini de anımsıyorum.

GÜLÜMSEYEN ÇİÇEKLER BALKONUMUZDA

Sonra bahçeli, teraslı üç katlı bir evimiz oldu. Teras tam anlamıyla gökyüzünü kucaklardı orada. Işıktan bol, güneşten temiz ne vardı ki o evde? Kedilerimiz, çiçeklerimiz, bir de dostlarla yaşadığımız teras akşamları. Bazen ay ışığıyla yıkanan terasta yattığımız olurdu yıldızların altında. Yine de şehrin ışıkları hele aylı gecelerde silerdi yıldızları. En çok Çobanyıldızı parlardı gökte. Demirkazık, Küçükayı, Büyükayı yıldız toplulukları bir belirir bir kaybolurdu ama teras bir balkon değil, balkondan büyük, geniş, gönül enginliği veren bir yerdi evimizde.

Her yerin kendine göre koşulları vardı elbette. Kentten uzak bu evden kimi sorunlar nedeniyle ayrılmamız gerekti. Şimdi altı katlı bir apartmanın en üst katında balkondan bakıyoruz dünyaya. Rahat, geniş, aydınlık yine. Başından beri ışığı sevmişizdir. İzmir’de ilk oturduğumuz evler alt katta olunca belki ışık özlemi çoğaldı içimizde. Hep üst katları düşündük sonra. Bundan hiç rahatsız olmadık. İnsanı gönendiren bir gökyüzüyle yine kucak kucağayız her gün.

Bu balkonumuzda her mevsime göre yetiştirdiğimiz özellikle eşim İclal’in bir bahçıvan gibi özendiği çiçeklerle birlikteyiz. Sabahları önce mutfak penceresinden gördüğümüz allı, morlu, sarılı kasımpatları, hercailer, kimi zaman sarılı, beyazlı, pembeli rozetler karşılar bizi. Hele ki sardunyalar, cenanlar… Gülümseyen birer yüzdür çiçekler balkonumuzda. Onlara sık sık besleyici şuruplar veriyor İclal. Suluyoruz günü gelince. Bizim sevincimiz olup çıkıyor balkonumuz.

METRODA DENETÇİ OLABİLİRDİ AMA DÜŞÜNMÜYOR KERATA!

Balkonun tadını en çok kedimiz Paşa çıkarıyor. Suyu orada. Bizim kendine aldığımız su kâsesinden değil, balkon kovasından su içmeye bayılıyor. Ağız tadı farklı çocuğun, ne yapsın!

Plastik koltuklardan birine, özellikle minderlisini seçerek kuruluyor, saatlerce uyuyor orada. Zaman zaman, demir parmaklıkların arasından sokağı, sokaktaki kedileri büyük bir dikkatle izliyor. Kimi zaman bir içtepiyle aşağıya atlayıvermesinden de korkuyoruz.

Karşımızda genç bir çiftin küçük kızları Zülal de ara sıra Paşa’ya sesleniyor. Balkondan balkona selamlaşıyor kedimizle.

Bu balkondan çatıların üzerinde bıçak kadar deniz de görünüyor. Geceleri körfezin karşı kıyılarını, Yeşilyurt’u, Kadifekale’yi, Balçova’yı, Teleferik’i, Narlıdere’nin ışıklarını görüyoruz. Bir genişlik, sonsuzluk duygusuyla doluyor insan.

Evimizin doğusundaki salon penceresi yeni yapılmakta olan metro istasyonuna bakıyor. Dört yıldır pencereden izlediğimiz, tozunu, gürültüsünü, zararını çektiğimiz metronun yapımına en çok kedimiz Paşa tanıktır.

Zararını çektiğimiz diyorum üç beş kez elektriğimiz metro çalışmaları yüzünden kesildi; iki kez büyük onarım bedelleri ödeyerek hattımızı yenilemek zorunda kaldık. Zararımızın karşılanması için verdiğimiz dilekçeden de haber çıkmadı. Halkın deyimiyle “hakkını aramak için bile adamın olacak abi!”

Paşa, salon penceresinden metro çalışmalarını büyük bir dikkatle izledi dört yıldır. Sanırım, içinden ne bitmez işleri var insanoğlunun, diyor. Sık sık bize bakıyor, soran gözlerle. Yine de canı sıkılınca sepetine kıvrılıp yatıyor. Biteceği yok bu işlerin gibisine. Aslında metroda denetçi olarak görev alabilirdi ama düşünmüyor kerata!

KARANLIK İNSANIN RUHUNU DA KAPATIR

Beni en çok karşı apartmanın kapalı balkonları, pencereleri rahatsız ediyor. Neredeyse bütün dairelerin pencereleri, balkonları panjurlu; panjurları da yaz kış kapalı. Bazen temizlik günlerinde yarım aralanıp temizlik yapılıyor ama camlı balkonlar dışındaki daireler hepsi birer karanlık havuzu sanki. Bütün gün elektrik mi yakıyorlar? Nasıl aydınlanıyorlar dehşetli merak ediyorum. Elbette beni ilgilendirmez ama insan ışık dururken karanlığa tıkar mı kendini? Hep bunu düşünüyorum.

Gün ışığı gibi var mı?

Bizim apartmanın yüksekliğini kendilerini gözetlemeye uygun mu görüyorlar acaba? Kim kimin evini neden gözetlesin ki… Bizim apartman telefon santrali mi ya da mobesa kamerası mı? Bütün evler birbirine benziyor, bütün insanlar sokaklarda, çarşıda, pazarda dolaşıyor. Bu, benim aklımdan geçen elbette. Özel bir gerekçeleri de olabilir. Tozdan, gürültüden kaçmak için de panjurlarını sürekli kapalı tutuyor olabilirler ama karanlık insanın ruhunu da kapatmaz mı?