Hasan Âli Yücel’in Estetik Üzerine Bir Yazısı

 Türkiye’nin aydınlanma tarihinin simgelerinden Hasan Âli Yücel’in  Millî Mecmua’nın birinci sayısında yayımlanmış, 1 Kasım 1923 tarihli sanat üzerine dikkat çekici yazısını günümüz Türkçesine aktaran Ahmet Bayındır’ın açıklama notlarıyla ilginize sunuyorum

 

AV. CEM BAYINDIR

BEDİİYAT MUSAHABELERİ (ESTETİK SÖYLEŞİLERİ) – HASAN ÂLİ YÜCEL

Hasan Âli Yücel

 

SANAT NEDİR?

 On dokuzuncu asırda Fransız irfanının (kültürünün) yetiştirdiği en şayan-ı dikkat eâzımdan  (dikkat çekici büyüklerden) olan [Hippolyte Taine, (1828 -1893) “Sanat Felsefesi-Philosophie de l’Art]   ismindeki kıymettar (değerli) eserinin bu bahse temas eden satırlarında, [Sanatı izah için kati bir düstur (ölçü) veya tarif vermeyeceğim; belki ona ait vakıalara (olaylara) nazar-ı dikkatinizi  celp edeceğim] mealinde dermeyan-ı mütalaa ediyor (anlamında görüş belirtiyor).

Biz de bu hususta aynı usulü (yöntemi) takip edeceğiz. Bir şeyi tarif edivermek, onu behemehal anlamış bulunmak demek değildir.

Biliyorsunuz  ki hayvanat ve nebatat (hayvan ve bitki) ilimleri, hayvanî ve nebatî hadiseleri (hayvan ve bitki durumlarını) tetkik etmek için bu zi-hayat (yaşayan) mahlukatın kendi üzerlerinde tetkikat (araştırma) yapıyor. Tesis edilen bahçeler ve meşherlerde (sergilerde) her cins hayvan ve nebat mevcut;  müdekkikler (araştırmacılar)  bu mahallerde icap eden tetkikat (araştırma) ve hatta tedrisatı (eğitimi) icra ediyorlar. Biz de sanat eserlerinin bahçesi ve meşheri olan müzeler, romanlar, şiirler, resimler, heykelleri… ilh.(vb) tetkik ile işe başlayacağız.

Evvela sanat şubelerinin (dallarının) üçünden birer misal alalım.

Bilfarz (diyelim) bir heykelin karşısında dursak, tarlada başak toplayan kadınları tasvir eden bir tabloyu seyretsek, yahut bir aile faciasını temsil eden bir dramı sahnede temaşa eylemiş bulunsak her şeyden evvel bizde şunlara benzer endişeler hasıl olur:

1-[Heykele bakarak ] Bu göğüs veya bu kol yapıldığı gibi olmasa gerek, hiç bu kadar uzun kol olur mu; gövde ile de mütenasip (uyumlu ) değil!

2-[Resmi temaşa ederken] Tablonun arkasına tesadüf eden kadınlar, daha uzakta oldukları halde niçin öndekilerden daha büyük olarak tersim (resm) edilmiş?

3- [Tiyatroyu seyrederken] Bu sahne de ne kadar canlı? . Hiçbir zaman hiddetli bir adam, hiddetini bu kadar sunî (yapmacık) ve hafif kelimelerle ifade eder mi? Bu meclis katiyen bir aile meclisine benzemiyor: Dünyada bir insan, şu tiyatro muharririnin (yazarının) zan ve tasvir ettiği gibi ne düşünür, ne de hisseder?..

      

İşte beray-i izah (açıklamak için) aldığımız şu üç misalde, her üç eser-i sanat (sanat eseri) üstünde bulduğumuz kusurların müşterek ve umumî  ifadesi (ortak ve genel anlamı), o eserlerin hayattaki modellerine uygun olup olmamasında toplanıyor demek oluyor ki her sanat eseri, tabiatla onun birer cüzünden (parçasından) ibaret olan beşerin (insanın) şekil ve mahiyeti ve içtimaî (toplumsal) hayatın muhtelif tecellilerini temsil etmek istediği için; o eserlerde arayacağımız şey, kendi numunelerini (örneklerini) kemâl-i sadakatla (usta bir benzerlikle) irae (gösterip) ve ifade edebilmiş  olmalarıdır.

O halde [İmitatiom] (taklit)’un sanattaki ehemmiyeti pek büyüktür. Hatta bazı (bediiyat-estetik) alimleri [sanat, tabiatı taklittir]  diye tarifler va’zetmişlerdir (yapmışlardır).

* Fakat bu hüküm, suret-i mutlakada (kesinlikle) doğru mudur ve [taklit ] sanatın gayesi olabilir mi?

Eğer taklit, sanat için kifayet etseydi (yeterli olsaydı ), en büyük mukallitlerin (taklitçilerin) en büyük sanatkâr ve en büyük asar-ı taklidin (taklit/kopya eserlerin) de en kıymetli sanat [chef-d’oeuvre-şehkâr ] (şaheser) leri  olması lazımdı lakin, işin hakikati hiç de böyle değildir.

Hendesî (teknik) ve amelî bir usûl ile (yöntemle)  sabit kalıplara dökülen şekiller, hiçbir zaman [statue-heykel] addedilmemiştir. Bu kalıptan çıkan şekiller aslına mutabık (uygun) olabilir. Fakat ifadesi itibariyle alelade (bayağı) bir kopyadan başka bir şey değildir.

Fotoğraf makineleri -pek iyi bilirsiniz ki- plakalara bir insan veya manzarayı olduğu gibi bütün vuzuhuyla (açıklığıyla)  nakil  ve aksettiriyor. Fakat herhangi bir fotoğrafıyi, hiçbir zaman [resim] addetmiyorsunuz.

Lâlettayin (sıradan) bir aile meclisinde konuşan iki şahsın sözlerini stenografi ile aynen zapt etsek (saptasak)  hasıl olan muhaveret (söyleşmeler) tamamen o iki insanın konuşmalarından başka bir şey olmadığı halde bunu biz, bir komedi veya dram telakki etmiyoruz. Eğer böyle olsa bütün meclislerin zabıtnamelerini (tutanaklarını) asar-ı sanattan (sanat eserinden) add ve itibar etmek iktiza etmez mi (gerekmez mi )?

O halde, bir kalıp dökmesi, bir fotoğrafi, bir stenografi bize az zaman içinde ve makine vasıtasıyla kemal-i süratle (çok hızlı) tıpkı tıpkısına uygun eserler veriyor: Buna rağmen bizim onları bir eser-i sanat  (sanat eseri) addetmeyişimize (saymayışımıza) sebep nedir? Bu ehemmiyetli suali beraberce büsbütün cevapsız bırakmayalım :

Pek iyi takdir edersiniz ki insanlar arasında görmek ve gördüğünü göstermek kabiliyetleri çok mütehalifdir (farklıdır), iyi görebilenler, her halde alelade, görenlerden çok daha azdır. Bu nadir yetişen insanlar, hakikatleri ve eşya (varlık) ve hadisatı (olayları)  idrak hususunda pek mütemayiz  (seçkin) evsafa maliktirler (niteliklere sahiptirler).

Bizdeki tecessüs meyli (ilgi eğilimi), bu ender yetişen insanların hakikatleri ve eşyayı (varlıkları) ve hadisatı (olayları) ne suretle idrak ettiklerini aramağa saikdir (nedendir). Kendimizin fevkindeki şahsiyetleri, kendimiz derecesinde olanlardan daha fazla bir iştiyakla (arzuyla)  anlamak beşerin (insanın) en tabiî hareketlerinden biridir.

Onun içindir ki iyi gören ve iyice gördüğünü mutena bir tarzda (özenli biçimde) ifade edebilen büyük adamların eserleri bizim için diğerlerinden daha cazip ve dikkatimizi daha ziyade celp eder. Çünkü bu gibi şahsiyetlerin ruhları o kadar kuvvetli ve kendilerine manzur olan (görünen) şeyleri öyle bir suretle idrake muktedirdir (kavrayışa sahiptirler) ki bir fotoğraf makinesinin adsesi (merceği) gibi gördüklerini aynen nakletmezler, belki ruhlarının adsesinden (merceğinden) geçirip o şeylere kendi mevcudiyetlerinden (varlıklarından) de bir nebze ilave ederler ve o suretle onları tasvir eylerler.

Binaenaleyh tabiatı taklit hususunda o adamların şahsiyetleri de mühim bir amil  (önemli bir etken) vazifesini görür.

İşte fotoğrafiler, kalıp dökmeleri, alelade muhavereler (söyleşmeler) şimdi söylediğimiz o [şahsiyet nurundan] mahrum oldukları için adi bir kopyadan ibarettirler ve eser-i sanat (sanat eseri) telakki edilemezler.

Bir ressam, karşısındaki modelin bütün canlılığını ifade etmek için aylarca, hatta senelerce çalışır. [Louvr] müzesinde [Dane] ismindeki meşhur ressamın güzel bir portresi vardır ki ressam tarafından tam dört senede yapılmıştır. [Gustave Flaubert](1821-1880) ismindeki Fransız romancısı [Madam Bovary]’sini senelerce çalıştıktan sonra tamamlayabilmiştir.

Meşhur Alman şair-i hâkimi (bilge şair) [Gothe](1749-1832)’ nin [Fauste] namındaki (ismindeki) şaheseri bütün bir ömrün mahsul-ü mesaisidir (emek ürünüdür). Bir Alman dahî musikişinası (müzisyeni) bir fırtınayı seda halinde ifade  edebilmek için uzun zaman ihtiyar halinde, en şedit (şiddetli) havalarda ormanları kendine seyrangâh (gezi alanı)  ittihaz etmişti.

İşte bu misaller de gösteriyor ki tabiatı nakledişte alelade taklit ve kopyanın kolaylığı, asar-ı sanatta “güçlük” şeklinde tecelli ediyor. Çünkü [Sanatkâr-Artiste]’ın [şahsiyet-personalite ]’ i tabiatı ifade için inkâr olunamaz bir amil-i mühim (önemli etken) vazifesini görüyor.

Bu muhtasar (kısa) izahattan sonra artık kendi kendinize [sanat] için katiyete karib (kesine yakın) bir tarif bulabilirsiniz, diyebilirsiniz:  

Sanat, şahsiyet-i beşeriye (insan kişiliği ) vasıtasıyla manzur  olmuş (görülmüş) tabiattır” o halde sanatın birinci mevzuu [tabiat] oluyor. Fakat onu ihtar edeyim ki tabiat deyince sade dağlar, tepeleri anlamamalıdır. Kelimenin bütün şümulüyle (kapsamıyla) beşerin en hakiki ızdırapları, en şedit (şiddetli) arzu ve iştiyakları (istemleri), en biemel (ümitsiz) ihtirasları, içtimaî hayatta (toplumsal hayatta) her zaman vukua gelebilen kıskançlıklar, aşklar, kinler, vatan muhabbetleri (yurt sevgisi), millet sevgileri, insaniyet duyguları… İlh.(vb) hep [tabiat] namını (ismini) verdiğimiz [kül]  (bütün) ün içindedir.

Mevzuu (konusu) tabiat olan [sanat]’ın, sebeb-i vücud-u şart-ı esasisinin (var oluşunun temel koşulu), şahsiyet-i beşeriye (insan kişiliği) olduğu neticesi de şu mütalattan (görüşlerden)  istinbat olunabilir (çıkarılabilir) zira tabiat kendi kendine var olsa da, insan olmasaydı, [sanat] mevcut olabilir miydi? Beşerî bu toprak kürenin üzerinden kaldırınız, bütün ibdaat-ı beşeriye (insan yapıları) ile beraber [sanat] da ortadan kalkar.

O halde tabiat bir menba-ı ziya ise (ışık kaynağı ise) ona muhtelif renkler vererek aksettirecek değiştirici madde de  ruh-u beşerdir (insan ruhudur). Taklidin sanattaki ehemmiyet ve vazifesi meselesine gelince bunu ruhiyyat (psikoloji) mübahsine temasen (konusuna değinerek)  ilerde tafsil edeceğiz (açıklayacağız).

Size şu kadar söyleyeyim ki sanat sahasında taklidin bütün ehemmiyeti , eşya ve hadisatı (olayları) aynı aynına nakilde değil, belki onların tarz-ı zuhur (oluş şekli) ve hudusunu (oluşumunu) meydana koymaktır.

Mesela bir ressamın muvaffakiyetli (başarılı) bir tablosunu, yahut herhangi bir gurub  manzara-i  tabiiyesini (doğal görüntüsünü) tasvir etmek istediğiniz zaman; taklit edeceğiniz şey, sade o tablodaki boyalarla  şekiller veya o manzaradaki kızıllıklarla sair renk ve hatlar (çizgiler) değil, belki o ressamın ibdâ (yaratma) kabiliyeti ve o tabloyu vücuda getirişteki manevi faaliyetle o  eser-i  tabiatta (doğal eserde) gizlenen yaratma kudretidir.

O halde bana sorarsanız “sanat mahluku (yaratıkları) değil, hilkatı (yaratışı) taklit etmektir” diye size kestirme bir cevap verir ve taklidin sanat sahasındaki şu mühim vazifesini muhtasar (kısa) ve mücmel (özet) bir tarzda ifade etmiş olurum.

                                                                                                 HASAN ÂLİ (Yücel) Millî Mecmua   [1 Teşrinisani (Kasım) 1339 (1923)] Sayı: I / 1

(Çeviri ve açıklamalar: Ahmet Bayındır)

Milli Mecmua

 

paylaşmanız için