Duygusal bakıştan uzak bir Sivas yazısı

SAMİ GÜNAL

Kuruluşu itibarıyla belirli bir nizama dayanan devletin kendiliğinden bir eli kolu yoktur. Soyut ve kapsayıcılığı olan bir tüzel kişiliktir. Gerçek kişilerden bir grup onu bir süreliğine ele geçirir ve o soyut yapının eli kolu olurlar. Devlet, kendini ele geçiren bu unsurlarla anlam kazanır. Bir eli yasama, bir eli yargı, diğer bir eli de yürütme olur. Çoklu bir eldir. Böylece somuta erer. Tüm bu yapılanma tanımları evrensel ölçütlerle sınırlandırılmış anayasal yapılar için geçerlidir. Enikonu devlet gerçek kişiler için vardır.

Asıl düğüm burada ya! Devlet, gerçek kişileri anayasal yurttaşlık hakları çerçevesinde eşit mi tutacak; yoksa devleti kendi varlıklarıyla kaim tutanların iktidarlarına taraf olanlar-olmayanlar ayrımına mı tabi tutacak? Böylesi bir cepheleşmede devlet taraf demektir. Taraf olan bertaraf etme hevesi içerisinde olur.

Sonra?

Ve tarih tekerrür eder.

Nesimiler yüzülür, Mansurlar, Pir Sultanlar asılır; Malatya’da, Maraş’ta, Çorum’da, Sivas’ta insanlar yakılır.

Bu bir ideolojik harekettir. İç ve dış güçlere bağlı girift bir hareket durumudur. Hareketin iki ayağı var. İç hareketin tarihsel kökeni yukarıdaki sıraya göre günümüze kadar süregelmiştir.

Dış hareket ise Soğuk Savaş sonrası dediğimiz Yeni Dünya Düzeni’yle (YDD) maruf küreselleşme diye çevrilen globalizm ideolojisidir. Oldu olacak BOP denen bir kavramsal ekleme daha yapalım.

YENİ DÜNYA DÜZENİ

Asıl itibarıyla bütünsellik temsil eden bu kavramların ilki olan küreselleşmeden türetilen YDD kavramı, Sivas Katliamı’nın hemen öncesi sayılacak bir dönemde ortaya atılmıştır.

YDD, Soğuk Savaş döneminde var olan ikili kutuptaki Sovyet blokunun dağılmasıyla gücün tek elden toplanmasına dayanır. AB gibi çoklu gözüken güçlerin ayakta tutulmasıyla birlikte yine de tek güç ABD ve onun denetimindeki NATO’dur. Şimdiki durumunda Çin ve Rusya Federasyonu’nun güçlenmesiyle YDD’nin etkinlik alanlarında gedik açılmasını bir kenarda tutarak konumuz bağlamındaki rolüyle devam edelim.

Sovyetlerin dağılmasıyla YDD teorisi ortaya atılırken küresel bir savaş olasılığı zaten ortadan kalkmıştı. İyi de YDD’nin konsepti ne üzerineydi, hedefinde ne vardı? Bu sıralarda dünya üzerinde yaygın terör eylemleri yekiniyordu. Bunun zirvesi Amerika’daki 9 Eylül İkiz Kuleler saldırısı oldu. Gerekçe bulunmuştu. YDD’nin dayanağı sözde terörle savaş oldu. Savaşa, politikanın başka türlü ifadesi denilmesi misali terör artık bir dış politika aracı hâline getirildi.

BOP VE ONUN İKİZİ TERÖR

2003 yılına gelindiğinde ABD, Kuzey Afrika’dan Afganistan’a kadar 20 küsur ülkede rejim değişikliği olacağını ilan etti. Bunun adı, kavramlar kümesinin yanına yerleştirdiğimiz BOP’tur. Peki, ne hakla ve neyle? Hak, kendisini dünyanın egemen gücü olarak görmesinden geliyordu. Neyle, sorusunun karşısınaysa yanıt olarak kendi elleriyle üretilmiş iç terörün konulacağı anlaşıldı. Terörle savaşın başlangıcı olarak da -muamması öyle pek de çözülemeyen- 11 Eylül saldırısı alındı.

İmal edilmiş terörle Irak ve Suriye’nin ne hâle getirildiğini biliyoruz. Kaldı ki bir kukla devlet kurulumu için 22 ülkenin arasında öncelikli olarak bir 4’lü yonca dalı üzerinde parçalanacaklar arasında Türkiye’nin de olduğunu biliyoruz. Bu Irak-Suriye-İran-Türkiye dörtgenidir. Türkiye’deki dini ve etnik terörün dayanağına bu açıdan bakma mecburiyeti vardır. Bu bakış bir tercih değil, tarifin/gerçeğin ta kendisidir.

Tarihten, yani Osmanlı’dan bu yana gelen Alevi politikalarını harmanlayıp katliamı sırf o zemine oturtabilirdik. Tamam, katliamların asıl gerçeği (kökeni) orda. O zamanlar Amerika mı vardı, YDD mi vardı? Sonradan güçlü olanlar oyun kurarken kendilerine uygun zeminde kukla aktörler ararlar. YDD’yi kurarken gerekli elemanlar o tarihsel düşmanlık yapılanmaları üzerinden devşirilmektedir. IŞİD yapılanması ne karşıtlığı üzerine imal edilmiştir ki?

İç politika olarak Alevilik sorununa daha sonra değinip bir bütünlük oluşturmak üzere konuya devam etmek istiyorum. Tercihen global politikalar üzerinden gidiyoruz ki daha geniş bakış açısı sağlansın diye. Böylece Sivas’ı sağlam bir zemine üzerine oturtmuş olacağız.

VEKÂLET SAVAŞLARI

Dikkat edilecek olursa YDD içerisinde ülkeleri ele geçirmek için karşılıklı savaş yok. Taşeronlar aracılığıyla terör yaratılıp onu bastırma adı altında ellerini kolalarını sallayarak o ülkeye tek taraflı giriyorlar. Bu taşeron yönteminin diğer adına vekâlet savaşları denilmektedir. Bunun da iki ayağı var: Din ve milliyet. Anadolu’da barınan din ve milliyet atlası üzerindeki bu gruplar içerisinde kimi marjinal devşirmelerle yarattıkları terörü iç savaşa dönüştürüp mikro devletçikler kurmayı bir türlü beceremediler. Tek başarılı olamadıkları ya da diğer deyişle bunlara tek uymayanlar Alevilerdir. O nedenledir ki bu ülkenin ve cumhuriyetin bel kemiği-çimentosu Alevilerdir, denilmektedir. Çağdaş, laik yaşam için de öyle.

Tamam, güzel. İyi de bu global tespitlerle yobazları mı aklayacağız?

KUKLALIK

Kötülükler için ortak hareket edenlerden birisinin illa ki kukla olması gerekmez. İradi de hareket edebilirler. Düşmanın düşmanıyla dost olunur. Bir gün ayrılıkçı bir solcuya Amerika’nın kucağında devlet kurulur mu, dediğimde aldığım yanıt çok dramatikti. Olsun, kurana kadar ortak oluruz, dedi. O zavallı çocuk, tarih ve politika bilmiyordu. Sadece aidiyetlik hevesiyle yaşıyordu. Alınan yağlı parçayı kimin kime yar edip etmeme gücüne dair hiçbir bilgi birikimi yoktu. İsmet Paşa’nın şu sözünü kendisine ev ödevi olarak verdim:

“Büyük (Emperyal) devletlerle iş tutmak, ayıyla yatağa girmeye benzer.”

ALEVİ KATLİAMLARININ KÖKENİ

Alevilik, Selçuklular ve Osmanlılarca baskı altında tutulması gereken bir güç olarak algılanmıştır. Osmanlı Devleti’nin kuruluş döneminde asli öğeler içerisinde bulunan Alevi-Bektaşi ve Türkmenler, bir süreliğine de olsa rahat yüzü görebildiler. İlk dönem hükümdarlar içerisinde Alevi-Ahi eğilimli olarak bilinenler de vardı. Nitekim imparatorluk dönemine geçilmesiyle birlikte Alevilik, resmî din içerisine alınmıştır.

Gel gelelim Osmanlılar, Fatih’ten sonra İslam’ın merkezî mezhebi olan Sünniliği seçerler. Böylece devlet, Sünni din adamlarıyla askerî komutanların eline geçer. Osmanlı Devleti katı şeri yasalarla yönetilen teokratik bir devlete evirilir. Devleti, Sünni İslam ideolojisi üzerinde yapılandıran bu yönetim sınıfı, tıpkı Emevi ve Abbasiler için de olduğu gibi toplum tarafından kendilerine karşı alternatif görülerek rakip oluşturulacak temel öğeleri yani Alevi ve Türkmen çevreleri baskı ve denetim altına alırlar. Alevilere karşı amansız şekilde ideolojik savaş yürütülür.

Sadece sınıfsal savaş vermekle kalınmaz. Savaşı kazanmak için iyi-kötü, çirkin-güzel ne varsa o zamanlar da kullanılır. Aleviler hakkında izleri bugünlere varacak karalama propagandaları oluşturulur. Fetvalar, fermanlar ve mahkeme kararları verilir. Sırf iktidar hırsıyla bu düşmanlıklar o kadar çok yoğun işlenir ki bu çirkin bilgiler zamanla İslam toplumunun ortak kanısına ve gide gide kör bilince dönüşür.

Tutan bir aşıdan kurtulmak oldukça zordur. Bu aşı, çağlar aşarak aydın çevreleri dahi sarmalamıştır. Kişi ne kadar aydın olursa olsun bir gün sıkıştığında kullanmak üzere küflü akıl zulasında bir tutam çirkinlik saklar. Bilinçaltı gün gelir nükseder. Aklıma laik, aydın diyebileceğimiz TV şovmeni Güneri Ümit vakası geldi. Cumhuriyet dönemi, bu zihniyet sahiplerinin devlet yönetiminde çokça hâkimiyet kurduklarına tanıklıkla geçmektedir.

EĞİTİM

Oysaki Cumhuriyet rejimi başlangıçta Kubilay’ı şehit edenlere karşı demokrasinin gerektirdiği tavrı alabilmiştir. Atatürk’ün laiklik ve çağdaşlaşma çabalarıyla ara verildiyse de kitlelerin bilincine yüzyıllardır kazılan kötü zihniyet silinemedi. Temelde hiç değişmeyen devlet geleneğine hâkim olmuş bu genel geçer ideoloji kaçınılmaz olarak Malatyalar, Maraşlar, Çorumlar, Sivaslar, Erzincanlar doğurmuştur. Bu kötü düşüncelerden arınma işi, çağdaş laik toplum önderlerinin katkısının es geçilmediği temelli eğitime kalmaktadır.

Yoksa o “Yah la yah!” diyen güruh, nerden bilecek de Metin Altıokları, Asım Bezircileri, Behçet Aysanları, Nesimi Çimenleri, Hasret Gültekinleri, Asafları, Uğurları, çocuk yaştaki Koray ile Asumanları yakacak? Bu değerleri okutan ve dinleten bir eğitim sistemi içerisinde çıkmış olsalardı ellerinde benzin bidonu olacağına imzalatacakları kitaplar, kasetler olurdu.

Yukarıdan bu yana anlattığımız eğitim ideolojisi geleneği altında yetişenler için yakılacak kişilerin nitelikleri değil Alevi olmaları yeterliydi.

Demem o ki Alevi yakmaya teşne olan güruhlar emperyalizmin ele geçmez, paha biçilmez araçlarıdır, ortaklarıdır. Tıpkı 6. Filo’ya karşı secde edenler gibi.

Bu kuklacıklar gerçek Müslümanlara kurban olsunlar!