Dil devrimi demeye korkanlar!..

1970’li yıllarda Türkiye’de günlük yayımlanan gazetelerin dili ortalama yüzde 75 Türkçeydi. Yalnız Cumhuriyet’in dili yüzde 87 dolayında Türkçe sözcüklerden, terimlerden oluşuyordu. 2000’li yıllara gelindiğinde gazetelerin dili ortalama yüzde 52 Türkçe, yüzde 48 yabancı sözcüklerden oluşmaktaydı. Bugün çok daha korkunç bence.

hdytkarakus@gmail.com

Son yıllarda Dil Devrimi’nden söz eden yok ama dilimizin kirlendiğinden yakınan çok. Ne ki bu yakınanlar genellikle Karamanoğlu Mehmet Bey’den, onun 1277 yılında yayınladığı fermandan söz ediyorlar. Dil Devrimi’ni anmaya dilleri varmıyor. Sanırım son yıllardaki Osmanlıca merakının sahiplerinden çekiniyorlar. Dil Devrimi derlerse Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü de anmak zorunda kalacaklar.  Yine son yıllarda yeniden girmeye başlayan yabancı sözcükleri içlerine sindiremiyor olmalılar.

Karamanoğlu Mehmet Bey’in yaptığı neydi?

Selçuklu Sultanlarının devlet dili olarak Farsçayı seçmelerine karşı çıkıyor, “Bundan böyle divanda, dergâhta, bargâhta Türkçeden başka dil kullanılmaya” buyuruyordu. Selçuklu Sultanları seçimleriyle Türkçeyi ötelemişlerdi. Sonra, tarihsel koşullar elvermedi, Karamanoğulları Osmanlının egemenliğine girince bu kez Arapçanın saray dili olduğunu gördüler. Ne yazık ki ferman ereğine ulaşamadı. Çağın koşulları Karamanoğlu’nun iyi niyetini sonuçlandırmadı.

Dil Devrimi, Mustafa Kemal’in Osmanlı aydınlarının daha Tanzimat döneminde tartışmaya başladıkları hem yeni bir abece, hem halkın dili Türkçenin kendine gelmesi için giriştikleri tartışmaları okuyor, sonrasını bilinçle oluşturuyordu.

Cephelerdeyken bile dil bilim kitaplarıyla dolaşıyor. Almanya’dan, Fransa’dan… dilbilim kitapları getirtiyordu. Geçen günlerde biri, sanal evrende yeni bir bilgi paylaştı.

Amiral Cihat Yaycı’nın Fatih Altaylı’yla Haber Türk’te yaptığı söyleşinin videosuydu bu.

Amiralin açıklamasına göre Yakutistan elçisi Anıtkabir Komutanlığına başvurarak Atatürk’ün okuyup altını çizerek, yanlarına notlar yazarak incelediği Yakutça Sözlüğü incelemek istediğini bildiriyor. Amiral Yaycı’nın söylediğine göre Mustafa Kemal, Yakutistan’dan bu sözlüğü 1920 yılında getirtmiş, incelemiş. Yakutistan elçisi sözlüğü inceliyor, daha sonra fotokopi almak için komutanlıktan sözlüğü istiyor. Ancak komutanlık, veremeyeceklerini, çünkü sözlüğün on-on iki cilt olduğunu, bir de ayrıca tek ciltlik bir sözlük daha bulunduğunu, dışarı çıkarılmasının olanaksızlığını bildiriyor elçiye.

Daha sonra bir başkası bu konuda Yakutça sözlüğünün ansiklopedik bir sözlük olduğunu bizim Kutadgu Bilig gibi kültürel bilgilik özelliği taşıdığını yazdı. On-on iki cilt değil, dört cilt bilgilik, bir cilt de sözlük olduğunu, bunları incelediğini açıkladı.

Mustafa Kemal’imiz yalnızca fermanla, yasayla dil sorununun çözümlenemeyeceğini bilinçle düşünüyor. Dillerin yapısını derinlemesine inceliyor çünkü.

1922 yılında Tunalı Hilmi Bey, mecliste bütün yazışmaların Türkçe yapılmasını öneriyor. Bu konuda önerge veriyor. Meclis, genel hukuk kurallarına aykırıdır, diye reddediyor önergeyi. Ancak bir dil kurulu oluşturulmasına, bu kurula da yıllık 30.000 liralık ödenek ayrılmasına karar veriyor. Ne ki bu kurul hiçbir işe yaramıyor.

Bütün bunlar olurken Mustafa Kemal,  sesini çıkarmıyor. Çünkü onun öncelikleri var. Kurutuluş Savaşı’nı bitirecek, sıra yapılacak devrimlere gelecektir.

Bu nedenle önce 1928’de Abece Devrimi’ni yapıyor sonra da 1932’de Türk Dil Kurumu’yla Türk Tarih Kurumu’nu kurduruyor yakınlarına.

Bundan sonradır ki Türk Dil Kurumu, Türkçede büyük atılımın öncüsü oluyor.  Bugün kullandığımız arı duru Türkçeyi bu kurumun 1932-1983 arasındaki bilimsel çalışmalarına borçluyuz.

Bilindiği gibi Atatürk ilk iki Dil Kurultayı’na doğrudan katılıyor. Pek çok Osmanlıca, yabancı sözcüğe karşılıklar buluyor. En çok bilinen üçgen, dörtgen, açı, evren, er, subay… gibi sözcükler, onun bulduğu sözcüklerdir. Geometri kitabı yazması boşuna değil.

Yalnızca sözcüklere karşılık bulma işi değildir Türk Dil Kurumu’nun yaptığı. Yaşamın her alanındaki çalışmalarla ilgili terimler, sözcükler bulunuyor.

 Anadolu’dan halkın kullandığı ama yazı diline geçmemiş sözcükler, deyimler, atasözleri derleniyor.

Tam on üç ciltlik Derleme Sözlüğü çıkıyor ortaya.  Eski metinlerdeki unutulan Türkçe sözcükler bulunup çıkarılıyor dört ciltlik Tarama Sözlüğü oluşturuluyor.

Türkçe, Türk Dil Kurumu’yla dünya dilleri arasında en saygın dillerden biri durumuna geliyor, bilim dili, sanat dili, kültür dili olarak beşinci sıraya yükseliyor.

Selçuk Eğitim Enstitüsü’nde öğrenciyken Türk Dil Kurumu’na başvurarak Tarama Kolu’nda gönüllü olarak çalıştım. Kaç kitap taradığımı anımsamıyorum ama özellikle 1950’den sonra yayımlanan romanlarda, öykülerde, şiirlerde kullanılan yeni sözcükleri, sayfasıyla, içinde geçtiği tümceyle, kitabın kimliğiyle birlikte fişlere doldurarak kuruma iletiyordum.

Bunu, kurumun çalışma yöntemlerinden birine örnek vermek için anlatıyorum.

1970’li yıllarda Türkiye’de günlük yayımlanan gazetelerin dili ortalama % 75 Türkçeydi. Yalnız Cumhuriyet’in dili % 87 dolayında Türkçe sözcüklerden, terimlerden oluşuyordu.

2000’li yıllara gelindiğinde gazetelerin dili ortalama % 52 Türkçe, % 48 yabancı sözcüklerden oluşmaktaydı. 

Bugün çok daha korkunç bence. Yeni yazarlar da Türkçenin, Türk Dil Kurumu’nun yarattığı büyük kalıttan habersiz iktidarın sözcükleriyle yazıp çiziyorlar.

12 Eylül 1980’de devleti ele geçiren Amerikancı generaller önce dile saldırdılar. Evren, bile adını bulan Atatürk’ün adını ana ana en büyük ihaneti yaptı. Büyük önderin kurduğu kurumları basit birer devlet dairesine dönüştürdü.  Bunu ulus devleti yok etmek isteyen sömürgecilerin şahı Amerika özellikle istiyordu. İşbirlikçiler bunu göremeyecek denli satılmıştılar.  Öylesine ki içlerinden biri dünyanın en zengin on generalinden biri olmuştu.

1983’te üst üste denetlenen kurumda bir kuruşluk açık bulamayan generaller, kurtla kuzunun öyküsünde olduğu gibi gerekçeler yaratarak başbakanlığa bağladılar Türk Dil Kurumu’nu.

İki yıl geçmeden tutucu yönetimlerin elinde kurumdakiler, o günün parasıyla 1.300 000 000 liralık yolsuzlukla yargılandılar.

Türk Dil Kurumu’nun değerli üyeleri, çalışanları, bilim insanları, yazarlar, ozanlar, sanatçılar artık kurumda değillerdi. Hepsi atılmışlardı. Türkçenin savaşımını yarım bırakmaya gönülleri yatmadı.            

 İçlerinde Sevgi Özel, Ali Püsküllüoğlu, Prof. Dr. Cevat Geray, Talip Apaydın, Prof. Dr. Bahriye Üçok, Prof. Bahri Savcı, Gülten Akın, Berin Taşan, Prof. Dr. Özdemir Nutku’nun da bulunduğu 34 aydın 1987’de Dil Derneği’ni kurdu. Tam listeye isteyen, bilgisunardan Dil Derneği sayfasından ulaşabilir.

Geçmişte Prof. Dr. Şerafettin Turan’ın da başkanı olduğu derneği bugün Sevgi Özel büyük bir kahramanlıkla yürütüyor.  Aydınlar, Türkçemizin yurdumuz olduğunu bilenler derneğe üye olarak, Çağdaş Türk Dili Dergisi’ne sürdürümcü olarak destek oluyor.

Dil Derneği yalnızca tabela derneği değil. Büyük Türkçe Sözlük, Yazım Kılavuzu, Türkçenin Temel Dilbilgisi… gibi yayınlarını büyük bir çabayla sürdürüyor.  Çağdaş Türk Dili dergisi bugün 32. yılında. Bu nasıl emeğin sonucudur, varın düşünün.

Yazarların, ozanların, Türkçenin bilim dili, sanat dili, yazın dili olmasında payları büyüktür. Dili yalnızca yazdıkları yapıtlarla değil yazarken yarattıkları sözcüklerle anlatım olanaklarını geliştirerek büyütürler.

33 yıldır ayakta kalan, bütün tutuculara, gericilere karşın Türkçeyle, bilimsel çalışmalarını sürdüren Dil Derneği, yazın, bilim, sanat alanındaki verimleriyle Türk kültürüne katkı sunan yazarları, ozanları da Türkçeye büyük emek veren insanların adıyla da ödüllendiriyor.  Ömer Asım Aksoy adına verilen şiir, roman, dil incelemeleri, Beşir Göğüş adına verilen Çocuk Edebiyatı, Dil Araştırmaları’na yıllar içinde dönüşümlü ödüller veriliyor. Emin Özdemir adına da basın ödülü konuldu. Dil Derneği’nin çatısı altında verilen bu ödüller ailelerin desteğiyle sürdürülüyor. Kısaca yazarların, ozanların, sanatçıların, bilim insanlarının dile emek verenleri yalnız bırakmaması gerekir. Türkçemiz “Ağzımızda annemizin sütü”yse o sütü yaratanların hakkını vermek bütün yazanların, konuşanların, bilim insanlarının görevi olmalıdır.