Cumhuriyet

Ne yazık ki, laikliği önemseyen yok, devletçilik Batı ve ABD etkisiyle bitirildi; halkçılık ve devrimcilik ilkelerinin ise adını anan kalmadı. Milliyetçilik ilkesi de Necip Fazıl gibilerin etkisiyle artık neredeyse “ümmetçilik” ile eşdeğer biçime sokuldu, elimizde kalan cumhuriyetçilik ilkesi de tümüyle yozlaştırılmış bir demokrasiyle varlığını sürdürüyor

 

 

AV. CEM BAYINDIR

Aşağıdaki paragraftan itibaren alıntılar İskilipli Atıf Efendi ve Şeyhülislam Mustafa Sabri Efendi’nin yöneticisi olduğu “Teali İslam Cemiyeti”ince hazırlanmış; 1920 Ağustos’unda hem Alemdar gazetesi’nde yayımlanmış hem de Yunan uçaklarından Anadolu köylerine atılmış birinci ve ikinci bildirilerden alınmıştır.

“Kilit Türkiye anahtar İngiltere’dir. Alem-i İslam kilidinin anahtarını İngiltere’nin emin ve itimat edilir eline tesliminde Alem-i İslam için hiçbir tehlike yoktur.”

*
“Yunan ordusu halifenin ordusu sayılır. Hiç de zararlı bir topluluk değildir. Asıl kafası koparılacak mahlukat Ankara’dadır.”
*

“Halbuki millet hâlâ aldanıyor, aldatılıyor, lüzumsuz yere girdiği ve mağlubiyetle çıktığı bir muharebenin ferdasında da aklını başına toplayamıyor! Kendisini hâlâ aldatmağa çalışan heriflere niçin diyemiyor ki: ‘Ey hainler, Ey Allahtan korkmayan ve peygamberden haya etmeyen mahlûklar, muharebe ettiniz, başımızı bin türlü belâlara soktunuz’.”
*

“Hem sizler ey yalancı ve deni şakiler! Kendi milletimize karşı ecnebi milletlerden hiçbirinin yapmadığı şekavet ve şenaatleri irtikâp edip dururken milleti, eşrafı memleketi, ulemâyı asıp keserek mallarını yağma ederken kendinize ne hakla, ne yüzle, ne utanmazlıkla ‘Kuvâ-yı Milliye’ namını veriyorsunuz?”

*

“Milleti öldürerek, mahvederek hukuk-ı milleti müdafaa edeceksiniz öyle mi? Utanmaz hainler, artık yetişir, yakamızı bırakın: Cenâb-ı Hakk’ın gazap ve laneti sizin üzerine olsun!”

*

“Kuvâ-yı Milliye eşkıyası ise İstanbul’u da elimizden çıkarmak ve memlekete son hizmet şeklinde son ihanetlerini de yapmak için çalışıyorlar.”

*

“Ey kahraman askerler! Harb senelerinde sizi cephe cephe sürükleyen ve aç susuz süründüren ve din kardeşlerinizin, hemşehrilerinizin beyhude yere ölmelerine sebebiyet veren birkaç kişi arasında Mustafa Kemal, Ali Fuat, Bekir Sami gibi zâlimler de var idi. Bugün yine o şakiler, bagilerdir ki elleri birtakım yetimlerin, dul kadınların kanlarına mülamma olduğu halde kalbgâhınıza sokularak sizi mahvetmek ve evlâd u iyâlinizi yetim ve dul bırakmak ve servet ve saadetinizi külliyen çalmak için şeytanın dahi hatırına gelmeyen hiyle ve desâisi irtikâb ediyorlar.”

*

“Siz bu zalimlerin cinayetlerine daha ne kadar göz yumacaksınız? Elinize aldığınız fetvâ-i şerif ki Allah’ın emridir, okuduğunuz hatt-ı münif ki halifemizin, padişahımızın bir fermanıdır, siz Allah’ın emrine halifenin fermanına ittibâen bu canileri, bu katil canavarları daha ziyade yaşatmamakla memur ve mükellefsiniz.”

*

“Şu alçaklar ve hempaları bu cinayetleri hep sizin sayenizde yapıyor; bunları vücudlarını külliyen dünyadan kaldırmak beşeriyet için, Müslümanlık için bir farz olmuştur.”

 

 

 

“.. .Misak-ı Millî, vatanın haricî düşman karşısındaki vaziyet ve mevkiini tesbit eden mukaddes bir kural olduğu gibi 1 Kasım 1922 kararı da milletimiz için dâhilî ve daimî bir düşman olan ferdî saltanata ve onun temsil ettiği meşum bir idare şekline tevcih edilmiş mukaddes bir silâhtır…” 

(Gazi Mustafa Kemal Atatürk 1922)

 

Son yıllarda tüm tv, radyo ve gazeteler, bizleri halkımızı neredeyse ellerde kılıç kalkan ile cenge çıkacak “Evlad-ı Fatihan” ruh haline dönüştürme görevindeler. Son on senedir her gün Atina, Paris, Erivan, Moskova, Musul, Kerkük, Bağdat, Şam, Halep, Musul, Selanik’i “ha fethettik, ha edeceğiz” türünden palavralar gırla gidiyor…

Lozan’ı, büyük önder Atatürk’ü beğenmeyen tiplere de kürsülerde, televizyonlarda, gazetelerde ve internet alanında bol bol denk geliyor “la havle” çekip dinginleşmeye çalışıyoruz.

İnternet beslemelerindeki (trol) öncelikli amaç, Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ü ve önemli gün ve tarihleri olabildiğince unutturmak, yıpratmak, kötülemek, savunulmaz hâle getirmek.

Bu bakımdan, yeni Cumhuriyeti kuranlar yüzünden yıkıldığını sandıkları tarihsel mirasımız “Osmanlı İmparatorluğu”na mutlak anlamda sarılmışlar. Oysa, Osmanlı, yeni cumhuriyetin kurucusu Atatürk nedeniyle yıkılmamış, tarih kitaplarında da açıkça yazdığı gibi, on yedinci yüzyıldan sonra duraklama, ardından gerileme ve çöküş dönemlerine çoktan geçmişti.

Osmanlı devletini çöküşe götüren askersel, siyasal ve ekonomik çöküntüleri görmemeleri bir yaymaca (propaganda) ürünüdür. Osmanlı’yı o parlak günlerimizden, günümüz çağına taşımak tatlı bir düşten öteye geçemez. Kuşkusuz, Osmanlılar, dünya tarihinin en büyük imparatorluklarından biriydi ve fethe dayalı, sürekli büyüyen ve yayılmacı, savaşçı izlemli (savaşa dayalı strateji) bir yapıya sahipti.

Bugünün siyasetçilerinin ve siyasetin güdümündeki akademisyenlerinin, “Lozan’ı hezimettir, bize başarı diye yutturdular”, “Cumhuriyeti kuranların doğdukları yerler (Selanik) bile bizim değil”, “Musul bizden ayrı düşünülemez”, “Misaki Milli’den caymış değiliz”, İmparatorluğun 90 yıllık cumhuriyet reklam arası sona erdi” , “Cumhuriyet bizim alfabemizi, dilimizi yok etti” gibi sözleri geçmişe bağlılıktan, geçmişe özlemden ve içtenlikten çok, bilinçaltında cumhuriyet karşıtlığı yanında özünde yandaşlara bir güç, bir hava vermek kısaca siyasal yarar sağlamak amaçlıdır.

Orta Doğu’da tüm devletlerin ellerindeki tek düşüngü (ideoloji) “din”dir. Türkiye’de buna bir de “Osmanlıcılık” eklenmiştir.  

Bu dar görüş dışında bu düşünce sahiplerinin zengin bir bakış açısı da bulunmadığından, bu söylemler dışında bir çıkar yolları da pek yoktur. Geçmişten günümüze, tüm siyaset tarihimizde, “din” düşüngü (ideoloji) olarak kullanıldığında, iktidarlar kazanılmış, kazanılan iktidarlar uzun yıllar sürdürülmüş, siyasal alanda sürekli kazançlı çıkılmış ve her istediklerini elde etmeye araç olmuştur. Din dışındaki değerlerini göz ardı eden toplumların durumlarını bugünkü Orta Doğu’daki devletlerden anlamamız gerekir.

Kısaca, “din” gibi duyarlı (hassas) ve içsel (manevi) bir değerin böyle hoyratça kullanımından zarar gören –ne yazık ki- hem inanç, hem insanımız, hem de güzel ülkemiz oldu.  Görüyoruz ki, ülkemizde Cumhuriyet yönetim biçimi yıpratılmış, büyük oranda da yörüngesinden çıkartılmış durumda…

Bugünkü meclisteki siyasal partilerden vekil seçilmişlerin tümü cumhuriyete zarar verilmesine -ne yazık ki- yardımcı olmuşlardır.

Ancak, var olan (mevcut) siyasal gücün eskinin yerine icat ettiği yönetim düzeninin, cumhuriyetle de demokrasiyle de ilgisinin olmadığı ortada. Dünya ve Türkiye tarihi incelenecek olursa, yeni bir yönetim düzeni kurabilmenin yolu, o düzenin, toplumu kucaklayan, halkı kenetleyen, yenilikçi ve düşüngü (ideolojik) nitelikler içermesidir.

Kurulacak her yeni yönetim düzeni (rejim) ülkenin yeniden kuruluşu anlamına gelir. Oysa bugün son yirmi yıllık deneyimimize göre, bu yeni düzen kurmak isteyen siyasal gücün elinde umut pompalamak, dış politikada bol mehter söylemleri, dere ıslahları, mini dere santralleri, hastane, yol, yüksek katlı binalar gibi ülkeyi betona gömme yanında;  kutsal öğe olarak “din” ve tarihsel öğe olarak da “Osmanlı” dışında halka sundukları bir anlatım da bulunmamakta.

Peki, bunlar yeterli midir?

Altı yıl öncesine dek, siyasal güç, “barış süreci”, “analar ağlamasın” gibi barış güvercinliği politikası ile yeni bir yönetim düzeni (ideoloji) kuracaklarını ve artık yeni bir düzen başladığını tvlerde, gazetelerde boy boy bizlere sunmuş, yeni yönetim düzeninin kurulumunda Doğu insanını etkilemek ve desteğini almak için “din”in yanında bunu temel dayanak olarak kullanmıştır.

Bu belli bir süre oy getiriş olarak işe yaramış olsa da, Doğu’daki yurttaşlarımızın “din” duygusunu da okşayarak onları sonsuza dek, kolayca inandıracaklarına (ikna) ilişkin düşünce bir süre sonra rafa kaldırılmıştır.

Görülüyor ki, hem bu plan hem de, seçim alanlarında aşırı derecede “dinsel söylemler” de Doğu’daki yurttaşları iknaya yetmemiş ve salt; yol, köprü, yapı inşaatı, din ve Osmanlı övgüsü”nün yeni bir yönetim düzeni kurmaya yetmeyeceği de kanıtlamıştır.

Bugün, siyasal güç yanına bir de müttefik bularak, “barış güvercinliğinden”, artık “keskin şahinliğe” geçmiştir. Artık son 5 yıldır yeni oy hedefi -fetihçi siyasal anlayış ile birlikte-, içeride “milliyetçi duyguları güçlü kitledir”.

Bugün, Erivan, Paris, Moskova, Atina, Musul, Selanik, Kerkük, Şam fetihleri söylemlerinin, Türkiye Cumhuriyeti’nin tapusu olan Lozan Antlaşması’nın kötülenmesinin, 1923 Cumhuriyetinin yerine yeni bir yönetim düzeni kurabilmek için yöntemler aranmasının, onun çok büyük başarısını ve zaferlerini önemsizleştirmek ve onunkine benzer işler yapıyor görünmek için yapılan toplantıların, açıklamaların, harcanan çabaların anlamsız olduğunu bilmeyen yoktur…

Zamanının tüm emperyalist devletlerini yenen Gazi Mustafa Kemal Atatürk, sonsuza dek bağımsız kalacak Cumhuriyetimizin de kurucusu ve önderidir. “Gazi” ve “kuruculuk” sıfatlarını çocukken girdiği askeri okuldan başkomutan olarak kazandığı Kurtuluş Savaşı ile askerlik görevini tamamlayana dek her eylemiyle hak etmiştir. Trollerin dillerinden düşürmedikleri; daha çok Balkanlardaki Türk Aileler için kullanılan “Evlad-ı Fatihan” sanını da her anlamda en çok hak eden kuşkusuz yine Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür.

Bugün, dünyanın en karışık ve değerli coğrafyasında yüz yıldır barış içinde yaşayan, hatalarına, eksiklerine, yanlışlarına karşın insanımızın can ve mal güvenliğinin sağlandığı, inancını yaşayabildiği, özgürce soluk alıp verdiği ve komşu tüm ülkelerden en az yüzyıl ileride bir ülke olmamızın nedeni 1923’te kurulan Türkiye Cumhuriyetinin değerleri, ilkeleri ve kuruluş felsefesidir. Cumhuriyet karşıtlarının en dayanamadıkları devrim olan “laiklik” de, bir İslam toplumunda ilk kez ve başarıyla gerçekleştirilmiş olduğundan, cumhuriyetten ayrı düşünülemeyecek bu devrim Türkiye’yi, halkı Müslüman olan öteki ülkelerden yüzlerce yıl ileriye taşımıştır. 

Bugün ne yazık ki, laikliği önemseyen yok, devletçilik Batı ve ABD etkisiyle bitirildi; halkçılık ve devrimcilik ilkelerinin ise adını anan kalmadı. Milliyetçilik ilkesi de Necip Fazıl gibilerin etkisiyle artık neredeyse “ümmetçilik” ile eşdeğer biçime sokuldu, elimizde kalan cumhuriyetçilik ilkesi de tümüyle yozlaştırılmış bir demokrasiyle varlığını sürdürüyor.

Yukarıda da belirttiğim gibi, Türkiye Cumhuriyeti’nin kimlik belgesi sayılan ve Birinci Dünya Savaşı’ndan beri geçerliliğini koruyan dünyadaki tek antlaşma olan Lozan Antlaşması bile beğenilmez oldu. Böyle işlerin tartışmaya açılmasının, içeride getireceği siyasal yarar olsa da, ülkeye yarar sağlaması olanaksızdır.

Bugün, Kanuni Sultan Süleyman ya da Fatih Sultan Mehmet döneminde değiliz. Ekonomimiz, sınırlarımız, gücümüz ortada. Evet, büyük bir tarihe ve geçmişe sahibiz ama bugün Orta Doğu’daki on yıllardır süren bölgesel savaşları okuyabilmek, mezhepsel, dinsel ve başka devletlerin iç işleri gibi konulardan kaçınmamız gerekli.

Bugün Türkiye’nin, hâlâ dünyada var olan saygınlığının (itibarının) nedeninin binlerce yıllık kökleri olan, çağdaş “Türkiye Cumhuriyeti Devleti” olduğunu bazı kafalar iyi anlamalılar… Bu kutsal toprakların değerini bilenlerin Cumhuriyet Bayramını kutluyorum.

 

 

Kaynakça:

Ali Rıza Özkan, Ramazan Demir, Tarık Zafer Tunaya, Sinan Meydan, Zekai Güner-Orhan Kabataş, Harp Mecmuası, Ankara İstiklal Mahkemesi zabıtları, Zeki Sarıhan yazıları

 

paylaşmanız için