Söyleşi: KONURALP SUNAL
” Bugün ada benim için sadece hatıraların bulunduğu bir yer. Ama fiilen, yaşamakta olduğum adadan pek memnun değilim. ”
Böyle diyor Roger(Roje) Urgan ve ” Neden memnun değilsiniz?” soruma şöyle karşılık veriyor :
” Çünkü o arkadaşlar, o insanlar yok. ”
Roger Urgan, 1943 doğumlu. İstanbullu. Elmadağ’da geçmiş çocukluğu. Sonra biraz Cihangir ve evleninceye kadar kalacağı Bomonti. Ama aynı zamanda çok eski bir Büyükadalı. Alman Lisesi orta kısmı ve Avusturya Lisesi mezunu. Robert Kolej yüksek kısmında bir sene İş İdaresi (Business Administration) okumuş. Müzik, “dolce vita” ve güzel kızlar daha cazip geldiği için okulu bırakmış. Feriköy’de Antonio Dumezic’ten gitar dersleri almış. Ama Nino Varon onu teşvik edince sahnede gitar çalmaya başlamış. İlk çaldığı parça : ” Oh Little Lucy ” (61 – 63 arası)
Babası Erzurum kökenli bir Ermeni, annesi Avusturya kökenli Alman. Annesinin dedesi Edirne Uzunköprü demiryolu hattını yapan bir mühendis. Anneannesi bir İtalyan. Dedesiyse Giorgio Della Suda Abdülhamit zamanında sarayın içme sularını tahlil edip rapor veren bir kimyager – eczacı. İstanbul’un ilk eczacılarından. Faik adı ve Paşa unvanını almış ve Galatasaray yakınındaki Faik Paşa Yokuşu’na adını verilmiştir.
Çocukluktan itibaren yazlıkçı olarak Büyükada’ya gelen Urgan, 1993’ten sonra yaz-kış yaşamaya başlamış. Dutilh Turizm şirketinde uzun yıllar yöneticilik yapıp emekliye ayrıldıktan sonra, ” Benim için dünya burası.” dediği Büyükada’ya yerleşmiş. 1943 – 47 arası Burgazada’da ailesiyle birlikte yazlıkçıymış. 1966’ya kadarsa Büyükada Tepeköy’de tatil yaparlarmış. 70 – 87 arası İstanbul’da yoğun bir iş yaşamı. 88’den beri sürekli olarak adada. Komşum Roger Bey (Roje Bey diye hitabederiz.) ile Büyükada, geçmiş ve bugün üzerine söyleştik.
– Akranlarınızdan hiç mi kimse kalmadı?
-Birkaç çocukluk arkadaşım var. Ama onlarla olan arkadaşlığım daha ziyade oyun arkadaşlığıydı. Top oynuyorduk, evlere dönüyorduk, bitiyordu.
– Pekiyi, o zamanlardan belleğinizde kalmış hatıralar…
– Altışar kişilik takımlarla top oynanan semt sahaları vardı. Değişik mahalleler arasında turnuvalar yapılırdı. Hatta o zamanlar gazetelerde profesyonel futbolcular için yıldız verilir ,puanlamalar yapılırdı. İyiyse 3, çok iyiyse 4 yıldız, kötüyse 1 yıldız. Kendi kendime , adada yapmış olduğumuz maçların yıldızlamasını yapmıştım. Belli bir zamana kadar bir deftere kaydettim. Sonra attım gitti!
– Bir tek siz mi yaptınız?
-Evet, bir tek ben yaptım. Zaten ne kadar manyakça şey varsa hep benim kafamdan çıkar.(Gülüyor.) Hatta, hatırlıyorum, yaşlı bir Rum adam vardı. Bizim maçlarımızı izlerdi. Demişti ki; ” Çocuklar ben size bir kupa alacağım. Kazanan kimse, ona vereceğim. ” Ve biz o kupayı kazandık. O kupanın veriliş sırasındaki fotoğraf bende hala duruyor.
– Çok güzel! Bugünle dünü kıyasladığınızda,eğlence hayatı nasıldı?
-Bir iki tane diskotek vardı ve daha ziyade evlerde partiler verilirdi. Gençler arasında. Hatta Grundig Teka 23 teypten müzik verilirdi. Ama çok masum partilerdi bunlar. Kızlarla olan ilişkiler çocukçaydı bir bakıma.
– Herkes masum muydu o kadar?
-Valla öyleydi galiba…Saftık…Olmadı, bu sefer nasıl yapalım; nasıl öpelim? derdik. Haydi, şişe oyunu oynayalım! Şişe çevrilir,ucu kimi gösterirse… Sonra bir arkadaş kalktı, ” Yahu herkes bir kızı alsın gitsin!” dedi. O zaman ‘ çamlara çıkmak ‘ diye bir tabir vardı. Yani kız arkadaşını alıp ormana çıkmaktı bu. Hiçbir zaman bir seks olayına dönüşmezdi.
– Kaçlı yıllardaydı?
– 60lı yıllar. Zaten galiba benim için hayat 1960’ta başladı…Ben daha lisedeyken bile bir kızla beraberken yüzüm kızarırmış. Öyle derler. İlk flörtüm 16 yaşımdayken oldu.
– O zaman daha fazla Rum kızları mı vardı? Adanın demografik yapısı neydi?
-Kızlar dedin mi Rum kızlarıydı. Rumlar, Ermeniler, Yahudiler Türkler beraberdik, homojendik.
– Levanten var mıydı?
-Vardı ama pek azdı. Belki de hepsini bilmezdik.
– Baskın renk Rumlar mıydı?
-Şöyle söyleyeyim : Neşe saçanlar onlardı. İçmesi, eğlenmesi, flörtleriyle… 64’e kadar sürdü bu. Sınırdışı edilmeleri vesaire…
– Ondan önce ada da 6-7 Eylül 1955’i yaşadı…O zaman siz de buradaydınız…
-13 yaşındaydım. Hatırlıyorum, yazlık olarak oturduğumuz evin sahipleri de Rum’du. Hiç evden çıkmayan iki yaşlı kadıncağızdı. Annem babam da dışarıda bir yerde misafirlikteydiler. Tesadüfen o gün arkadaşım Ricardo – o İtalyan’dı – benimle evdeydi. Kadınlar , hiç unutmam, ikimizi de bir yatağın altına attılar. Camlar mamlar üstümüze gelmesin diye. Dışarıdan sesler geliyor. Merak da ediyoruz ama korkudan bakamıyoruz. En son hatırladığım : Mutfak kapısını zorlamaya başlamışlardı, kırıp içeri girmek için ve tam ramak kalmıştı ki, Heybeli’den Bahriyeliler geldi. Ve olaylar anında durdu.
– Adadan bazı kişilerin de katıldığı söyleniyor ama bunlar daha çok bindirilmiş kıtalar mıydı?
-O zaman yük mavnaları vardı. Bunlar hepsi mavnalarla karşıdan geldiler. Yani organize bir olaydı.
– Onun tedirginliği bir müddet sürdü sanırım...
-Valla ben 13 yaşındaki kafayla pek etkilendiğimi sanmam. Ama unutamadığım bazı olaylar var : Mesela bu Façyo Lokantası’nın büyük buzdolabını ertesi gün denizde gördüm.Hani mezelerin konduğu o büyük dolaplar vardır ya, ondan.
– Eski adalılar hep geçmişi överler ama merak ediyorum; geçmişin kendi içinde de hiç mi değişim olmadı? Mesela 60 – 70, 70- 80 arası?
-Hatırladığım kadarıyla her şey aynı gitti. Mesela mimari açıdan her şey 86’dan sonra değişti. Adadaki bakkalı hırdavatçısı, 5 – 10 kuruşu olan herkes müteahhit oldu ve çirkin yapılaşma o zaman başladı. O zamana kadar ada büyük bir değişim görmedi. Bildiğim en güzel şey neydi? Denize girebileceğimiz her yer bedavaydı. Denizin üzerinde olan tek lokanta Façyo’ydu.
– Şu andaki sahil lokantaları yine aynı hatta mıydı?
-Evet. Yani iç kısımdaydılar. Deniz tarafı boştu.Sırasıyla Kapri, Büyükada Lokantası (sahipleri Çankaya Oteli’nin sahipleriydi.), Milto Lokantası, ondan sonra Selek Lokantası ama o en az müşterisi olan bir lokantaydı. Ve tarihi Façyo Lokantası. Oraya rezervasyonsuz giremezdiniz. Mükemmel yemekleri vardı.
– Bunların hepsinin işletmecisi Rum muydu?
-Kapri’nin sahibi Türk’tü. Tuluğ Bey. Milto’nun Rum’du sonra el değiştirip Türk oldu. Büyükada Lokantası sahipleri Türk’tü. Selek’in sahipleri Türk değildi. Façyo’nun sahibi Petro Yuvanoğlu’ydu ama ilk kurulduğundaki sahibi İtalyan olan Façyo idi. Yuvanoğlu’nun bir kardeşi de Hristos Tepesi’ndeki lokantayı işletirdi. Onun adı Gligor’du. Rumdular. Façyo altın devrini Petro ile yaşadı. Bir de şimdiki Yüksek Kahve’nin yanında Orman Lokantası vardı. Benim hatıralarımda 1 numaradır. Tavuk çevirmeyi ilk defa orada yedim. Bilinmiyordu o zaman. Orası meyhane, aile lokantası, esnaf lokantası her şeydi.
– Büyükada’nın popüler simaları kimlerdi o zaman? Aynı zamanda adanın yerli halkından efsane kişiller?
-Ahmet Tarık Tekçe, Reha Yurdakul, Orhan Günşiray…Efsane kişilerden mesela Yorgo Çiropulos vardı, doktor. Hem tedavi parası almaz hem de muhtaç olanların cebine ilaç parasını sıkıştırırdı. Horoz Reis de bir efsaneydi.
– Kültürel hayat nasıldı?
-Pek birşey yoktu. Ama eğlence olarak sanki daha fazla aktivite vardı. Şimdiki karakolun arkasında Golf Kulüp diye bir yer vardı. Minyatür bir golf sahası vardı ve bir nevi kafe-bardı. Akşamları müzik yapılırdı. Biz de çaldık orada. Ben para kazandım oradan, gitar çalardım.
( Bu arada Roje Bey fotografları gösteriyor.)
-Maki vardı Rum’du, piyano çalardı. Selim vardı, İstanbul Defterdarının oğluydu. 1960’lar. 60 – 70 arası bence “highlight” denilen, her şeyin en üst noktada olduğu bir dönem.
– Bir tek faytonlar mı vardı? Böyle bir araç trafiği var mıydı?
-Faytonlar…Bir tane eski tip çöp kamyonu vardı. Polisin aracı cipti ve de ambulans vardı. Kış gelince lokantalar kapanıyordu. Bir tek belki Orman Lokantası açıktı. Heybeli daha hareketli olurdu. Bahriye okulundan dolayı.
– Adaya özgü bir şey var mıydı?
Öyle birşey yoktu ve hiçbir zaman da olmadı. Benim için karakteristik olan adanın insanlarıydı. Herkes birbirini tanırdı ve kapısı açıktı. Hırsızlık olmazdı.
– Büyükada’nın bugününü nasıl görüyorsunuz? Geleceğiyle ilgili öngörüleriniz neler?
-Benim için ada dünyanın hiçbir yeri ile mukayese etmeyeceğim kadar güzel, hoşuma giden bir yer. Bunun dışında ne İstanbul’un ne Türkiye’nin ne de dünyanın hiçbir yerinde oturamam. Ben ada yüzünden araba kullanmasını öğrenmedim, yurtdışından gelen iş tekliflerini kaale almadım…Fakat ada çok mu güzel? Artık değil. Şehirleşti. Diğer üç ada bana daha karakteristik geliyor. Burası daha kötü olur ama daha iyi olmaz. Çünkü çok fazla entel dantel bulaşıyor adaya? (Kahkaha atıyorum.)
– Ama tek sorunu onlar mı çıkartıyor?
-Fransızlar’da bir atasözü vardır : ” Trop de cuisiniers gâtent la sauce. ” Ne demek biliyor musun? ” Fazla aşçı sosu bozar. ” Adadaki tasvip etmediğim bir diğer nokta da ; idaredir. Eskiden şube müdürlüğüydü. İlçe belediyesi ise dejenerasyon demektir. Aman oy kaybetmeyeyim, diye her şeye taviz veriliyor.
KONURALP SUNAL DA ESKİMİYEN’DE
Konuralp 1966 Şile doğumlu. 1988 yılında Marmara Üniversitesi Basın Yayın Yüksekokulu Radyo Televizyon bölümünden mezun oldu. Üniversiteye kaydolduğu 83 yılında tiyatroya başladı. Bu konuda okullu değil alaylıdır. Sarıyer Halk Eğitim Merkezi ve sonra hocası Taner Barlas’tan aldığı tiyatro ve pandomim eğitimiyle ve kendi çabalarıyla oyunculuğunu devam ettirdi. 16 yıl boyunca bir reklam ajansıyla sözleşmeli olarak Türkiye’nin her yerinde anaokulu-ilkokul çocukları, fiziksel ve zihinsel engelli çocuklar için palyaço gösterileri yaptı. Ayrıca bazı dizi ve filmlerde oyunculuk, reklam seslendirmeleri yaptı. Ocak 2014’ten itibaren Masalbaz başlığı altında yetişkinler ve nadiren çocuklar için kendi uyarladığı veya yazdığı hikayeleri anlatıyor, canlandırıyor. Eski bir Cihangirli’dir. Halen Büyükada’da yaşıyor. Denize, ormana, hayvana sanattan daha fazla değer veriyor.