Türk Ocakları neden Halkevleri oldu?

Geçen haftaki yazıda Halkevleri’ni işlemiştik. Yazıyı sadece Halkevleri, (kısmen) düşünsel temelleri, tarihçesi ve önemi ile sınırlamıştık. Ancak Halkevleri konusu kendi dönemsel çizgisinin ötesinde bir tarihçe ve anlama dayanan öneme sahiptir. Çünkü Halkevleri o dönemin kendi yaratıcı ürünü olmaktan öte kuruluş tarihi olan 1931’i baz alacak olursak düşünsel ve uygulama olarak yaklaşık 70 – 80 yıllık bir birikim ve pratiğin son halkasıdır.

ALİ TAŞ

Bu tarihsel birikimde bir ara halka vardır ki, özellikle 12 Eylül sonrasında üstlendiği siyasal kimlik nedeni ile neredeyse unutulmaya yüz tutmuştur. Bu ara halka Türk Ocakları’dır. Bugün kulağa milliyetçiliğin gerici kanadının (milliyetçilik her boyutu ile gerici değildir) temsilcisi gibi gelse de düşünsel temelleri ve varlığını sürdürdüğü yaklaşık 30 yıl boyunca 12 Eylül sonrası Türk Ocaklarından çok farklı bir çizgide ilerlemiştir.

AVRUPA’DAN BALKANLARA MİLLİYETÇİLİK RÜZGARI

1700’lerin sonu ve 1800’lerin başı, yükselen burjuvazi ve bunun yarattığı siyasal iklimle ulus devletlerin tarih sahnesinde rol almaya başladıkları dönemdir. Burjuvazinin, kendi iç pazarını koruma ve sınırlandırılmış belirli alanda siyasal gücünü pekiştirme ekonomi politiğine dayanan ulus devletler, milliyetçilik düşüncesine dayanarak ulusal birliği sağlamışlardır. ‘Vatan’ kavramı da bu dönemlerde yeşermeye başlamıştır. Bu dönemde kurulan ulus devletlerin bir kısmı ilerleyen zaman içerisinde ‘emperyalizm’ olgusuna evrilecektir (Fransa, İngiltere, Almanya, vb).

Bu koşullar altında oluşan milliyetçilik düşüncesi, 1800’lerin başında bir rüzgâr olarak Balkanlar’a ulaşmıştır. Ama Avrupa’da beliren ulus devletlerden farklı olarak, kendi iç pazarını koruma ve geliştirme ekonomi politiğini önemli ölçüde terk ederek gelmiştir bu rüzgâr. Osmanlı içerisindeki Yunan, Bulgar, Arnavut gibi farklı etnik gruplar bu milliyetçilik akımının etkisi ve Avrupalı Devletlerin etkisi ile bağımsızlık mücadelelerine başlamıştır.

OSMANLI’DA DÜŞÜNCE SAVAŞLARI

Balkanlarda esen bu rüzgara karşı, özellikle aydınlarda, Osmanlı’da etkili bir direniş hattı kurulamamıştır. Çünkü, karşıdaki güç, ortak din, dil, tarih, vb. etnik nitelikleri öncelerken, kendisini ideolojik olarak etnik bir temele dayandırmayan Osmanlı, o güne kadar tebaasını bir arada tutmak için ayrıca bir düşünce üretmemiş, üretememiştir.

Ancak tehlike gelip kapıya dayanmıştır, Balkanlarda bağımsızlık talepleri yükselmeye başlamıştır. İlk olarak ‘Osmanlıcılık’ diye bir teori üretilir. Buna göre Osmanlı topraklarında yaşayan herkes, dili, dini, etnik kökeni ne olursa olsun, birdir ve tektir. Ağırlıklı olarak, Osmanlı Vatandaşı fikrine dayanan bu akım, İlk Anayasa (Kanun-i Esasi) ve ilk meclis (Meclis-i Mebusan) gibi dönemin devrimci sayılabilecek sonuçlarını elde etmiştir.

Ardından ‘ümmetçilik’ (Pan-İslamizim) gelir. Balkanların Osmanlı’dan ayrılması ile Müslüman coğrafyasına sıkışan Osmanlı, Müslüman kimliği ile bir arada kalmalıdır. Hilafet de Osmanlı’dadır ve bütün zemin hazırdır. Sadece Osmanlı değil, bütün Müslümanların birliğini Osmanlı sağlayabilir. Hristiyan Batı’nın yükselişi karşısında, direniş hattı ümmetçilik üzerinden kurulmalıdır.

Ardında da ‘Türkçülük’ akımı gelişir. Tarihsel olarak Türkçülük akımı Azerbaycan’da başlar. Rusya’da yükselen Pan–Slavizm akımına tepki olarak gelişmiştir. Sultan Galiyef, Gaspralı İsmail gibi isimler ilk olarak ortaya atmıştır. Devrim şartlarındaki Rusya’da fazla yaşam alanı bulamayınca Türkiye’de, özellikle de İttihat ve Terakki içerisinde yer almışlardır.

Konu ile ilgili, Yusuf Akçura’nın ‘Üç Tarz-ı Siyaset (1904)’ kitabı, günümüzde de önemli kaynaklardandır.

TÜRK OCAKLARININ KURULMASI VE GELİŞİMİ

Bu düşünce savaşları içerisinde Türkçülük akımının temsilcisi olan iki örgüt Türk Derneği (1908) ve Türk Yurdu (1912) birleşerek Türk Ocakları şeklinde devam etti. Önce İttihat ve Terakki ardından da Cumhuriyet döneminde devletin de etkisi ile büyümeye devam eden Türk Ocakları, 1925’ten itibaren Cumhuriyet’in izlediği tüm politikalara tam destek vererek milliyetçilik ve çağdaşlaşma hareketinin önemli bir parçası haline geldi. 1923 sonrasında başta irtica olmak üzere Türk Devriminin rehberliğini yürütmek gibi bir misyon üstlenen Türk Ocakları, irticaya karşı yürütülen mücadelenin de önmeli araçlarından oldu. Örneğin, Mehmet Akif Ersoy’un dergisi olan Sebilürreşat dergisi ile ideolojik mücadeleye girdi. Bu dönemde devlet Türk Ocakları ilişkisi belirgin hale geldi.  Harf Devrimi sonrasında Ocaklar Latin alfabesinin halka benimsetilmesi konusunda yürütülen kampanyalarda öncü rol üstlendi. Verilen istatistiklere göre Türk Ocakları 1929 yılının ilk üç ayında 50 bin kişinin yeni harfleri öğrenmesini sağladı. Yerli malı kullanımı gibi benzer devlet politikalarında da Türk Ocakları faaliyetlerde bulundu. Sosyal yardımlar ve halk eğitimi de Türk Ocakları’nın faaliyet sahasındaydı. Bir yandan da Türk Tarih Heyeti Türk Ocakları bünyesinde faaliyetlere başladı.

Kapatıldığı tarih olan 1931 yılına gelindiğinde Türk Ocaklarının 250’den fazla şubesi, 30 binden fazla da üyesi bulunuyordu.

TÜRK OCAKLARININ KAPATILMASI

1930 yılına gelindiğinde Türk Ocakları ciddi bir kitle desteğine sahip olmuştu. Turancı eğilimler de Ocak bünyesinde varlığını sürdürüyordu. O yıl kurulan Serbest Cumhuriyet Fırkası ile ilişkileri bulunan Reşit Galip, Ahmet Ağaoğlu, Mehmet Emin Yurdakul gibi Türk Ocaklarının önemli isimlerinin varlığı önemli rahatsızlık kaynağıydı. Türk Ocakları ayrı bir güç haline gelmeye başlıyor ve bünyesinde Cumhuriyet muhalifi isimleri barındırıyordu.

Bu koşullar altında 10 Nisan 1931 tarihinde toplanan Türk Ocakları Olağanüstü Kongresi Türk Ocakları’nın, Cumhuriyet Halk Partisi’ne katılması ve tüm mal varlıklarının partiye aktarılması kararı alındı.

TARİHSEL ÖNEM OLARAK TÜRK OCAKLARI

Milliyetçilik, içinde bulunan dönemsel koşullara bağlı olarak ileri ya da gerici rol üstlenebilir. Bu rolü, o dönem koşulları içerisinde kimin ne şekilde kullandığı belirler. “Ulusların kendi kaderini tayin hakkı” şeklinde özetleyebileceğimiz yaklaşım, bu kendi kaderini tayin hakkını hangi program ve hedef için kullandığı, milliyetçiliğin de niteliğini ortaya koyar.

Bu koşullar altında Türk Ocakları, özellikle Cumhuriyet döneminden sonraki 8 yıl devrimci milliyetçi olarak tanımlayabileceğimiz bir karakter kazanmış ve Cumhuriyet devrimlerinin hem oluşmasında hem de yaygınlaşmasında önemli roller üstlenmiştir. Örneğin Ziya Gökalp, hars olarak tanımladığı kültürün halka ulaştırılması konusunda önemli teorik çalışmalar yapmıştır. Cumhuriyetin eğitim, sağlık, vb. alanlarda halka ulaşmasında Ocaklar önemli roller üstlenmiş, dil devriminden, müziğe, tarihten, edebiyata kadar pek çok alanda etki etmiştir. Bir anlamda erken dönem Cumhuriyet’in Kültür Bakanlığı gibi çalışmıştır.

Cumhuriyetin ilk yıllarında gündeme getirdiği “Güneş Dil Teorisi”, “Eti’lerin Türk olduğu” gibi aşırı olan ve daha sonra devletin de terk ettiği tezler, bu dönemde üretilmiştir.

Ancak şu saptamayı yapmak, ideoloji adına milliyetçilik için önemli olacaktır. Milliyetçilik, ne kadar devrimci olursa olsun kendi içerisinde gericileşme eğilimini diri tutmaktadır. Bir milletin birliğine dayalı bir anlayış, tarihsel olarak bu birliğe ihtiyacın kalmadığı ve daha ileri bir aşamaya geçilmesi gerektiği koşullarda doğası gereği gericileşecek ve devrimci dinamiklerin önünü tıkayan bir niteliğe bürünecektir.

Bu anlamda da SCF (Serbest Cumhuriyet Fırkası) içerisinde Türk Ocaklarının önemli isimlerinin bulunması, tarihsel bir tesadüften öte Ocakların milliyetçi doğalarının doğal bir sonucudur. Nitekim, SCF, daha sonra kurulacak olan Demokrat Parti’nin öncülü bir karakterdedir.

Bu yönü Cumhuriyet’in kadroları Türk Ocakları içindeki bu tehlikeyi sezerek Ocakların kapatılmasını sağlamıştır.