Bütün bunlar sevgili yazar, ‘sokaksız’ kalmana gerçekten değdi bana kalırsa

Karanlık çözülüyor. Yazının üzerine alaca bir aydınlık düşüyor. Gün ışıyor. Küçük bir esintiyle dünya ivmelenmiş, kıpramış gibi. Umulmayan geldi sonunda. Tinlere dokunan, yumuşak dokunuşlarıyla can veren esinti. Denizin gülümseyişi, erkenci kuşlar, pencere kenarında okşanmaya uyanan fesleğen, derenin üzerinde esneyen köprü, yeniden doğuş, yükselen umut: “Yenilmemek yetmektedir. Ona sorulursa, tek gereken budur: Yenilmemek.”

ZEKİ Z KIRMIZI

V. İÇİMİZİN İÇLİ ŞARKISI[1]: Yakın okuma 2

Çırpınışlar[2], Necati Tosuner’in şimdilik son romanı. Üçlemeden 2 yıl sonra (2016) yayımlandı. Üç yıl sonra ise son yapıtı Yaz Sevenler Kış Sevenler (2019, Günışığı y.) adlı çocuk kitabı geldi. Üçlemenin tanıklık ettiği ulusal bozunum (entropi) sürmekte, ülke tepe üstü çakılmaktadır savaş çığırtkanı baskıcı yönetimiyle. Çırpınışlar kaldığı yerden sürecektir belli ki. Umutla umutsuzluk, sevinçle keder arasında yazarın sarkacı varlığını da topuyla birlikte savurup duracaktır. Dünyanın delisi, inançsız, çeriksiz kahkahasını yankısız bırakacaktır boşluğun üzerine. Öyle ki yazar-anlatıcı neredeyse alaycılığında sınırı aşmış, iğneyi de çuvaldızını da kendine batırmaktan çekinmez olmuştur. “Sen olsan da eski günlerdeki gibi yine desen ki: ‘Beni bir deliye verdiler!..” (Ç[3], 3) Akasyanın kokusu kalmış… Tren, çekmiş gitmişliğinin kokusunu bırakmıştır ardında. Özlemenin vurgununu çoktan yemiştir anlatıcı. Sen, der, arayınca başka türlü çalıyor telefon. Ama aramıyorsun. O günler… “Bak kaç yıl geçti üzerinden!” (Ç, 6)

Yoğun, uzun, çekimli, dolaşık, düğümlü bir karanlık.

Girişten anlaşılıyor ki bir geçmiş zaman baladı (François Villon) dinleyeceğiz. Gün çok uzak geçmişten kurtarılmaya çalışılacak: Ne anımsıyorum? Buradan bakınca gördüğüm nedir? Söz uscul kesinliğini törpülemiş, zaman araya girmiş, sözcükleri basamaklayıp döngüsel akışına bırakmıştır. Atımlar (impuls) yürek atımları gibi dizileşip zamanın kurmaca çizgisinden sıçrayıp kaçıyor. Anlatıcı ben, varsayımlı zamanın orasından burasından şimdi buradaki anını demetliyor. “Kendini kandırma sınavındasın yine! / Düş görmüyorsun, bu gerçek.” (Ç, 8) An nedir? Bir düğüm mü? Kendini düğümledikçe düğümlemiş düğüm? Kendine kilitlenmek. Yenilmek. Bir yabancı olmak. Yalnız kalmak. (Ç, 12) “Yalnızlığı damıtırsan özlem çıkar. / Alkol uçar, yine yalnızlık kalır.” (Ç, 14) Yaşadığını sandığın şey gelir önüne dikilir. Okumaya başlarsın. Okuduğun şey isteyip yaşayamadığın şey olur acıyla kıvrandırırken seni.

İnen karanlıktır. (Ç, 15-31) Yoğun, uzun, çekimli, dolaşık, düğümlü bir karanlık. Yakarılara neden, yaratıcılıklara gebe… Derin, özcül, gizil, örten karanlığın içinde Ben alıp vermekte, yeraltında kendini eşelemektedir. Tin deşenidir kendinin. Kendiyle eş düzeyli ama daha çok yukarıdan ya da aşağıdan, kendine karşı alaylı, yergili, acımasız… “Sil defterinden sil, yaz defterine yaz. Büyük sözler etmeye bayılma!” (Ç, 17) ‘Beyin fırtınası’na yakalanmış anlık (zihin), umulmadık anlardan, yerlerden, zamanlardan topladıklarını bir anda savurur, şeytansı bir bilinç dansıdır tanık olduğumuz. Kutsalı kuşatır bir Şaman gibi. Yere indirir, alaşağı eder, en başta kendi kutsalını hırpalar. Alay, Cortazar’ı[4] anımsatırcasına sözcükbilimine, söylembilimine dolanır. Atlamalar, kısa devrelerle dil arklanır. Çağrışım baskınları okuru sersemletir yer yer. Kolay değil, karanlık içinde el yordamıyla yol aranıyoruz yazarın kaygılarına bağlanarak. “Sevdiğim yalan dünya! Yalan malan dünya! Tutmayan aşı. Dahası, eğri kaynayan. Kaynamış olan: Eğri. Vicdansız. Çünkü eğri kaynamış insanlık aşısı. Kendini görmekten gerçeği görmez olmuş. Soytarıyı örten kral kürkü. Vicdansızı örten yılışık bir gülüş. Sırıt. Hadi, bir daha sırıt! Havla. Kemik. Gül yaprağı. Şerbet. Uçkur. Şerbet. Gül yaprağı. Başaksız kan. İrin. İğrenç. Tiksinç. Yol. Su. Elektrik. Gaz. Dayak. Hücre.” (Ç, 21) Bu yer yer kopuş sınırlarını zorlayan, yarı denetimli bilinçaltı doğaçlaması dağılan dünyanın günümüzde anlamlı bir yankılanmasına, hakiki imgesine her nasılsa iliştirebiliyor okurunu. “Boşuna. Boşu boşuna. Toz. Tozu bile kalmamış olmuşa.” (Ç, 22) Sevmek suçtur. İnsanı sevmek daha büyük suçtur. Tepetaklak[5] bir dünya burası. Karanlık. Gece. Şükürler olsun. Çünkü bu gece, bu karanlık sabahı getirecek gecedir, karanlıktır. Sığınılabilir sessizliktir. Yitikler denli umutların da yeşerdiği yer. “Gelecek, gelecek.” (Ç, 27) Geceden, gecenin karasından yükselecek, sabahla er geç gelecek… Ve gelmek, gitmek demek. Bir şey gitmeden bir şey gelmez. Gökyüzü yine gökyüzü olacak, gelecek güzel… olacak.

Karanlığın aydınlıkla içeriden söyleştiği biçemi (üslûp) değişik eytişmeli (diyalektik) ve simgesel uzun bölümden sonra bilincin sokaklarına, söylenmelerine, kavgalarına döneriz yine. Anlatıcı sorup durur kendine: Nereye dek saklanacaksın? Kandıracaksın kendini? Ne olacaksa olacak, önüne geçemeyeceksin işte. Bari “Sen yine sevgiyle bak çantana. / Anlayışla bak.” (Ç, 38)

Yeniden doğuş, yükselen umut

Tosuner metninin kökleri, sürgünleri, fışkınları, tomurcukları vardır ve tam bu nedenle artık yazarın ürünleri çok biçimlidir (polimorfik). Metnin kendi doğal akışı içinde türel sapmalar (şiir, şiirsel metin, vb.) yalnızca anıştırmakla yetinir. Sanki beden, akışı içinde kendine uygun biçimi (form) kendiliğinden bürünür gibidir. Bu doğal (yazının doğasından söz ediyorum) doğaçlama yapıtın genelini bir türe sokmaktan alıkoyan şeydir aynı zamanda. Parçalı (fragmental) bir yapı, nice gevşek dokulu görünse de bütünsel bir serime ulaşan seyreltilmiş dokuma Necati Tosuner’in son dönem verimini niteler. Tutturulmuş bir çizgide yürüyen, sapmaları okuru tedirgin etmeyecek aralıklarda seyreden, tek sesli (monadik), dinamiğini kurgu (olay örgüsü), kişi (karakter), betimden alan, yaygın ve geleneksel anlatının hakikati karşılamaya yetmediği dil siyasetlerinden koparak, paramparça bir görüntü veren dünyayı bireşimleme niyetinin kendiliğinden ortaya çıkardığı ve biçim açısından çok dilli (sesli) Tosuner önermesinin şiir diline yaklaşması, yer yer onu yansılamasına şaşmamak gerekir. Bir şiir-metin okuduğunu düşünmek elbette okura kalan bir seçim hakkıdır. Ama Necati Tosuner’in metinlerinde yüzeyde ve alt katmanlardaki dilsel derişimi hesaba katmak okumamızı nitelikli kılacak, yükseltecektir.

Kuşkusuz metne insanlık ve uygarlığına ilişkin birçok simgesel anlatım damgasını vuracaktır. Örneğin ‘Çarmıh’ sayısız göndermesiyle metni çoğaltır. (Ç, 39) Çırpınışımızın belki en büyük göstergelerinden biridir. Ayrıca çırpınan hem biridir (İsa, Aydın, Yazar, Tosuner) hem de hepimiziz (halk, halklar, geçmişte, şimdi ve gelecekte insanlar, türümüz). Kendimizden kopmuş, yabancılaşmış, yarım kalmışız bugüne değin. “Yarım, / Yarım yamalak.” (Ç, 40) Soluksuz, pırıltısız, yassı… yamyassı günler. (44) Yağan tüm yağmur boşu boşuna denize mi yağar? Yılkı atları mıyız?

Karanlık çözülüyor. Yazının üzerine alaca bir aydınlık düşüyor. Gün ışıyor. Küçük bir esintiyle dünya ivmelenmiş, kıpramış gibi. Umulmayan geldi sonunda. Tinlere dokunan, yumuşak dokunuşlarıyla can veren esinti. Denizin gülümseyişi, erkenci kuşlar, pencere kenarında okşanmaya uyanan fesleğen, derenin üzerinde esneyen köprü, yeniden doğuş, yükselen umut: “Yenilmemek yetmektedir. Ona sorulursa, tek gereken budur: Yenilmemek.” (Ç, 54) Dünyanın üzerine yağmur yine yağacak. Gerilmiş canlılarını yatıştıracak dünyanın. Bak, delikanlı sağanak yağmurun altında öylecene duruyor. Mutlu. “Umudun içinden aydınlık sevinç doğacaktır. Sınırdır. Bir ilk ses duyulacak, bir son ses olarak duyulmazlığa erişecektir. Esinti ve bir de sınır tanımayan serüvenciler bunu çok iyi bilir.” (Ç, 63)

Bir dere, içinde kaç dereyi akıtır?

Yani üretiyorsan, hatta bırakın üretmeyi tüketiyorsan, “Söyleme / umudun olmadığını. // Birine söylüyorsan / umut kalmadığını / yani, biri varsa söyleyecek / -kimse kim- / umut var ki söylenecek. // Umut / Kaşların alnının yazısını / biraz yukarıya kaldırmışsa şöyle.” (Ç, 70) Sevinç anını ne yap et kaçırma. “En başta kendini yazıyorsun işte, önce kendinle savaş.” (Ç, 76) Kendine karşı çıkmaktan usanmadın mı?

Ana ve yan izlekler sarmallaşarak yer yer yazının hızını (tempo) yükseltmekte, küçük doruk metinler bağımsız adalara ya da patlayan tomurcuklara dönüşmektedir. Ana izlek, yaşadığımız zamanın içinde umutla umutsuzluk arasında yalpalayışımız, yaşlılık ve yalnızlık, yan izlek olarak ölüm, tükeniş, yok oluş vb. imgeleriyle ya da tersine dünyanın eşsiz güzellikte çağrılarıyla (kuş, ağaçlar, bulut, iskele, yağmur, bebek, vb.) armonize edilmekte, yer yer özgün yazılama (notasyon) vurgulanan izleği doruğa taşıyabilmektedir. Metinle eşanlı okurun zaman (tempo) ayarları da metne ayak uydurarak hızlanıp yavaşlamakta, yürek titreşimleri doruk ve çukur arasında gidip gelmekte, salınmaktadır.

Bir ayağımız hep çukurdadır: “Niçin her şeyin tadında bir tatsızlık var?..” (Ç, 78)

Ve yine ana izleğe döneriz: Umut-umutsuzluk. Aydınlık-karanlık. Gerçek-ten ne oldu, oluyor? Yaşananlar arkada kalanlar… Çünkü şu an önümüzde “Camın ayırıcı varlığını araya koyarak gerçeği en yalın biçimiyle somutlanmış kılan,” bir şey var. “Pencereden bakmanın iyi bir yolunu o anda bulan. Çünkü, pencerenin iç kıyısında kendini bir saksı olarak gören. Mutlu olmaya iyice alıştırılmış bir saksı. Yerini sevdiği nasıl da belli olan mor menekşe. Sevinç veren bir menekşeden fazla olan güzelliği. Güzelim güzelliği. Yine de ısrarlı çiçeklenmesiyle yarattığı umut. Bir umut varlığı menekşenin bağırmadan söylediği. Umudun rengi menekşeden.” (Ç, 95) Ve hemen arkadan yan izlek, yalnızlık geri gelir: “Dünyanın dört ucunda akşam olurken/ geliştirilmiş bir yalnızlığı tanımlar gibi/ burnundan bağlanmışsın evine/ otur bakalım bir başına.” Bir dere, içinde kaç dereyi akıtır? Bir yaşam kaç yaşamı? Umut kimin, kimlerin umududur ve kişinin umudu topluma nasıl ulanır? Ölenle ölen nedir, nasıl anlarız bunu? Baban sana çocukluğundan sesleniyor. Gençliğin, ‘çaresizlikten başkaldırı’sıyla yürüyor önünde. (100) Kulağın kendinde. Tetiktesin. Kendini tırmalamaya, kanatmaya yine en hazır demindesin. Dur, yapma! “Gitsen de gidemezsin kendinden.” (Ç, 104) Kaptırma kendini umutsuzluğa yine. “Bir canavardır umutsuzluk, doymaz kendini yemeye.” (Ç, 106) Söylediğinle ve söylemediğinle barış. Suçlayıp durma kendini. Unutma: “Boşuna yaşlanmış anlatacak / öyküsü olmayan.” (Ç, 110)

“O keskin bilinçle direnmek”

Ve Katmer, bilinçaltında tüm yoğunluğuyla akışını sürdüren kat kat ana izlek bir kez daha derin seslerin eşliğinde, tüm çalgıların katılımıyla yinelendiği, güçlendiği son bölüm olur. “Adını bile bilmediğin yalnızlık, yalnızlığın olacak senin.” (Ç, 114) Çocukluğunun cam kenarı, gökyüzünün mavisi: flüt. Oyunların, oyalanışların: timpani, davullar. Çözemediğin onca soru: Obua, korno. O küçük, masum yalanların: trompet, ksilofon. Olsun. Düş kurdun, içinde biriktirdin ya… Viyola girdi şu an, çello onu destekliyor. Kemanlar her an sökün edebilir. Bilinç dipte billurlaşıyor, onca basınç altında: piyano çıkış arıyor. Piyano dil arıyor, sana uygun bir dili. Geniş geniş tümcelerle konuşmaya başlıyor. Diğer çalgılar geri çekildiler, hatta sustular denebilir. Yalnız çellonun (viyolonsel) bıraktığı yerden kontrbas derin, koyu bir çizgi ile eşlik ediyor piyano tümcelerine. Piyano ne anlatırsa anlatsın kontrbasın yeğin yalnızlığı ve kederi asla bırakmayacak piyanonun peşini. Piyano tuşları delice sesler, çırpınışlarla yükseliyor ve tümce karmaşık (kaotik) bir dünyayı anlatıyor. Dünya, içindeki insanlarla ve onların kamburlarıyla birlikte çılgınca dönüyor. Geriye duru, açık seçik bir tümce kalıyor tüm bu karmaşadan sonra, kulaklarımızın en duyarlı sinir ucuna dokunuyor bir ses, yuvalanıp: “O keskin bilinçle direnmek. Israrla. Sevgiyle bileylenmiş bilinç, bilinçle bileylenmiş direnç. İnsanlara inanmak. İnsanlara inanmak çarşıdan aldım bir tane. Güvenmek. Güvenmek çarşıdan aldım bir tane. Güvenmek yarına. Dağın ardı yarın.” (Ç, 123) Senfoni büyük bitiş noktasıyla, fanfarıyla yaratıcısını olumluyor. Yapıt Necati Tosuner’i yine de haklı, doğru ve güzel kılıyor. Müzik (yapıt) uğultusuyla sürüp gidecek. Umudunu yitirmiş, yitirişin yollarında kendini aramış, sonunda kendini yine umuda salmış, yapmaktan, eylemekten, düşlemekten vazgeçmemiş insan geri dönmüştür. Dönmemişse bile dönecektir. İnsan geri gelecektir. Tosuner ve biz, bunca yit(ir)mişliğimiz içre, belki de bu yüzden, geri döneceğini biliyoruz insanın. “Gerçekleri örten düşlerin senin. Başardın sen. İnatla başarılır sevgisizlik çeke çeke sürdürülen günlerin gecelere devrilmesi. İnatla başarılır sevgi yoksunluğuyla yaşanılan gecelere katlanılması. Yaşanılanın yaşamaktan çıkması, yaşamaktan sayılmayışı. Ama inatla başardın sen, gençliğin deliliğini akılla uslandırmayı. Çok da kırmadan dökmeden.” (Ç, 124) Bütün bunlar sevgili yazar, ‘sokaksız’ kalmana gerçekten değdi bana kalırsa.

SONUÇLAR[6]

  • Necati Tosuner’i yazınımızda ayırt eden çizgi, örneği az görülür biçimde, kişisel olanla toplumsal olan arasında kurduğu denge olarak görünüyor. Bıçak sırtı denge tutturulamasaydı, ki olasıydı, iki uçtan da uçuruma yuvarlanabilirdi Tosuner yapıtı. Oysa tersine iki uç arasında gergin çizgi yapıtı yakalanabilmiş özel bir biçim ve biçemle duyarlı, aynı zamanda güncel ve siyasal kılmaktadır.
  • Kişisel travmayla toplumsal travma çakıştırılmış, uyumlu dalga boyundan genel ve anlaşılabilir, hesaplaşılabilir yaşam imgesi çıkarılmıştır. Başarının bedeli ağır ödenmiş olmalı.
  • ‘Uyumlu dalga boyu’ aslında özgün yazınsal (poetik) çözüm anlamına gelir. Necati Tosuner’i, dilini ve amacını eşanlı ya da ayrı ayrı yitirmekten alıkoyan özgün çözümden söz ediyoruz. Böylece kişi (yazar-anlatıcı) dille (gösterge), dil de dünyayla (Toplum, okur, vb.) buluşur, örtüşür.
  • Ancak bu buluşma, örtüşme Necati Tosuner’in bir başka özelliği imlendiğinde yazınsal çözümüne bir adım daha yaklaşmış oluruz. Onda bağdaşım yoktur. Ne terimler kendileriyle (yani yazar yazarla, dil dille, toplum toplumla) bağdaşıktır, ne de kendi aralarında. Kısaca söylersek terimler kendilerini ve öteki varlıkları sürekli kışkırtarak zamanı ve anlatmanın yordamlarını donmaktan, kilitlenmekten kurtarır. Aşkınlık girişimidir Necati Tosuner yazısı.
  • Aynı tek yapıt ve genel yapıt içerisinde hem ortam (medya, dil) hem de özne ve nesneler dönüşken, değişkendir.  Ki nesne ancak özne üzerinden izlenimlerle belirir. Bağlı olarak biçem anlatıcı yazar tinselliğinin değişken yansımalarını karşılayacak biçimde özellikle tümce siyasetlerine bağlı olarak ayrışır. İçinde yaşanılan dünyayı anlarıyla tek tek içinden geçiren özne tepkilerine uygun tümcelemeyi önceler.
  • Dünyanın içeriden süzülerek bireşimlenmesi (sentez) yine özgün bir zaman anlayışını zorunlu kılar. Çizgisel bir zaman ve bağlı olay örgüsü yazarımızın poetik yatırımı değildir (ki kişisel travmayla ilişkilendirilebilir ama kendi adıma böyle bir çözümlemeyi yersiz ve yetersiz bulurum). Zamanı özgür çağrışıma bağlayan da budur. Anlatı anı, bütün zamanlardan, rastgele ve anlık gibi (epifanik) görünse de aslında denetimle derlenmiş çağrışımsal anlarla örgülenir. Çağrışım, tüm yaşamdan derlenen şimdi buradaki anı açıklamanın yordamını oluşturur. Ve anımsayalım, an, şimdi burada kişiselin toplumsalla kesişiminin yankısıdır aynı zamanda.
  • Kişi ve toplum ana izlek dolayında, yani umutla umutsuzluk arasında bölünür ve tümlenir. Parçalanan dünya ve parçalı anlatı hiçbir zaman paramparça durumda kalmaz, bırakılmaz. Tosuner’in derin kaygı ve bilinci teslim olmayı onaylamadığı ve onaylamayacağı için tüm yapıt çemberi kapanmaz. Direy açık uçtan umuda bağlanır bir biçimde. Genişleyen sarmal döngüdür onun yapıtının genel biçimi.
  • Tedirgin, umutsuzluğu içinde umudu taşımaktan geri durmayan döngüsel dil ve içerik yazın adına bileşenlerini saltıklaştırmaktan kaçınır. Dilin kendini bile alaya alma eğilimi (gizli karayergi, ironi), anlatıcının kıvrak, özgür ve geniş seslenimleri (iç sorgulamaların ağırlığı nedeniyle en çok kendine, daha sınırlı olarak orada olmayan biri(leri)ne, belirsiz ikinci tekil, çoğul kişilere, genele, ortaya, vb.), yazı(n) kutsallarına sessiz ama derinden direniş gönderimleri, yazının araç amaç eytişmesi konusunda derin duyarlılığını imler. Necati Tosuner yazın erki peşinde olmamakla kalmaz, bu türden küçük erk oyunbazlığına karşı çıkar, üstelik bunu da anlatısının parçasına dönüştürerek yapar.
  • Dolayısıyla Necati Tosuner yazınımızda yazı aktöresi (etik) taşıyan ve bunu sahiden uygulamasına yansıtan yazarlarımızdan biridir. Amaç için tüm araçlara asla yatmaz eli, gönlü. Bu noktada yazarlığı bile ikincildir belki. Yazısını satmamıştır.
  • Yapıtının genel içeriği yalnızlık ve umutsuzluğu içeriden tartışmaya almasıyla ilgilidir. Ama daha ötesi yapıtın bitiş yeri yalnızlığın ve umutsuzluğun aşıldığı son yerdir.
  • Özgün içerik nasıl özgün biçimi doğurduysa biçem arayışı da türler karmasına yol açmıştır. Artık tür de (roman olsun, öykü olsun, şiir olsun) kendine yetmezliğinden aşkındır. Her tür öteki türe musallat, ötekinden biçim ve içeriklenmektedir. Bir arayışın dilidir bu. Türel sapma, aşkın doğrulamalarla yeni bireşimlere yol alır.
  • Yazar, yapıt, dünya akışkan ve iki yönlü ilişkilendiğinden yapıt hem zaman dışı hem zaman içi, günceldir. Günü yankılar, hatta gücünü güne dönük bakışı ve yorumundan alır.

Çoksesli yankılanım, geleneksel anlatıdaki tüm yerlemleri (koordinat) tartışmalı kılmış, hem yazın öğelerinin (kişi, olay, beti, anlatıcı, tümce, ses, vb.) yerleri hem de yön ve doğrultuları (kişiden kişiye, olaya, dünyaya yönelişler) değişip dönüşerek devingen, dizemli, hatta ezgisel bir yapı ortaya çıkmıştır. Gizli dizem öğeleri yazının akışında kendiliğinden müzik etkisi yaratmaktadır.

BİTTİ


[1] Temmuz 2020’de yazıldı.

[2] Tosuner, Necati; Çırpınışlar (2016, Roman), Türkiye İş Bankası yayınları, Birinci Basım, Nisan 2016, İstanbul, 127 s.

[3] Ç: Çırpınışlar

[4] Cortazar, Julio; Seksek (1963), Çev. Necla Işık, Can y., 1. Basım, 1988, İstanbul.

[5] Galeano, Eduardo; Tepeteklak: Tersine Dünya Okulu (1998), Çev. Bülent Kale, 2. Basım, 2017, İstanbul.

[6] Bu yazı (Temmuz-Ağustos 2020) ve varılan sonuçlar yazarımızın tüm yapıtı kendi içinde ve genel Türk yazınımızla karşılaştırmalı olarak değerlendirilinceye değin geçici ve yanlışlanabilir tezler, yargılar, önermeler olarak görülmelidir.


Eskimiyen’in notu:

NECATİ TOSUNER HAKKINDA…

1944’te Ankara’da doğan Necati Tosuner, iki yıl Almanya’da yaşadıktan sonra Türkiye’ye dönerek Derinlik Yayınları’nı kurdu ve yönetti. 1983’ten sonra reklam şirketlerinde metin yazarı olarak çalıştı. “İki Gün” adlı öyküsüyle 1971 TRT Öykü Başarı Ödülü’nü, “Armağan” adlı öyküsüyle 1997 Haldun Taner Öykü Ödülü’nü, Güneş Giderken adlı eseriyle 1999 Sait Faik Hikâye Armağanı’nı, Elde Kitap adlı eseriyle 2006 Ömer Asım Aksoy Deneme Ödülü’nü, Kasırga’nın Gözü adlı romanıyla 2008 Attilâ İlhan Ödülü’nü, son olarak Susmak Nasıl da Yoruyor İnsanı adlı kitabıyla 2014 Ebubekir Hazım Tepeyran Roman Ödülü’nü kazandı. Çocuklar için iki kitap halinde yazdığı “Keleş Osman’ın Maceraları” (1977) Günışığı Kitaplığı’nın Köprü Kitaplar dizisinde Keleş Osman adıyla tek kitapta toplandı. 2011 Türkân Saylan Sanat ve Bilim Ödülleri Sanat Dalı Jüri Özel Ödülü’ne değer görülen Arda’nın Derdi Ne? ve Dur Bakalım Petek adlı çocuk romanlarının ardından, ilk kez 1977’de okurla buluşan çocuk öyküleriDayım Balon Olmuş… Günışığı Kitaplığı tarafından yayımlandı. Çocuklar içinKitabın Adı(2015) romanının ardından yazdığı Çırpınışlar (2016) adlı öykü kitabını son olarak çocuklar için yazdığı yeni bir öykü kitabı izledi: Yaz Sevenler Kış Sevenler (2019). Şiirsel yalınlık içindeki kusursuz Türkçe’siyle kısa öykü türünün ustalarından sayılan Tosuner, İstanbul’da yaşıyor ve her yaş için yazmayı sürdürüyor./Kaynak: Günışığı Kitaplığı.