UYGUN AŞK… “Makulün üstündeki” yaş farkı

Konu fazlasıyla çetrefil… Oysa şair ve yazarlar sanki bu karmaşıklığı yalınlaştırmak için dünyaya gelmiştir. Onların karakteristik yaklaşımı, meseleyi mesele olmaktan çıkartacak bir duygu ve düşünce zenginliği, ayrıca da bakış açısı farklılığı içermektedir.

CAFER YILDIRIM
cfryildirim@hotmail.com

İtalya’nın eski başbakanı Silvio Berlusconi’nin kendisinden 42 yaş küçük sevgilisiyle ortaya çıkması âdeta çağın olayı oldu.

Oysa bizim tarihimiz ve kültürümüz böylesi durumlar açısından müstesna bir zenginlik içindedir. Örneğin Hz. Muhammed’in sayısı üzerinde araştırmacıların anlaşamadıkları eşleri içinde tek dul olmayan Aişe, peygamberle evlendiğinde kimilerine göre 17-18 yaşında, kimilerine göre 20, kimilerine göre ise 9 yaşındadır. Hicret’in birinci yılında gerçekleştirdiği bu evlilik döneminde Peygamber ise 53 yaşındadır. Atatürk ile Latife Hanım 1923 yılında evlendiklerinde Atatürk 41, Latife Hanım ise 24 yaşındadır.

Yaşadığı dönemde “Şair-i Azam” diye anılan Abdülhak Hamit Tarhan ile dünya şairimiz Nâzım Hikmet de konuya örnek teşkil edecek evlilikler gerçekleştirmişlerdir. Şair-i Azam 60 yaşında iken evlenmiştir 18 yaşındaki Lüsyen Hanım’la. Nâzım Hikmet Vera Tulyakov’la nikâh masasına oturduğunda 57 yaşındadır, Vera ise 27’sinde. 

Bütün bu evliliklerin günlük sohbetlerde yeri olmuştur belki ama hiçbiri ulusal medyanın bir numaralı konusu haline gelmemiş, daha önemlisi bu evlilikler toplumsal ölçekte bir aşk sorgulamasına vesile olmamıştır.

ÂŞIK OLMA YAŞININ SINIRI

Berlusconi örneğinde gördük ki birçok toplum evlilikte “makulün üstündeki”  yaş farkını uygun bulmuyor. Neden dediğinizde ise aldığınız yanıt bir tane: Kızı yaşında. Eğer Berlusconi sevgilisinden daha küçük olsaydı da cevabın içeriği değişmeyecekti: Oğlu yaşında.

Demek ki makulün sınırını bir baba ya da anne ile çocuğu arasındaki yaş farkı olarak çizebiliriz.

Ebeveyn duyarlığının ürünü olan bu anlayış, öyle anlaşılıyor ki bir anne ya da babanın çocuğunun yaş farkından dolayı yaşayacağı öngörülebilir olumsuzluklara baştan set çekme düşüncesine dayanmaktadır. Bu düşünsel akışın mantığında anlaşılmayacak bir şey de yoktur.

Fakat karşı tarafın aşkın özüne dönük yaklaşımlarını yansıtan soruları da insan gerçekliğinden beslenmektedir ve tatmin edici cevaplar istemektedir:

-Bireyler gelenek halini almış olan toplumsal ahlakın köleleri mi olmalıdır yoksa kendi yolunda mı yürümelidir?

-Bilgisayarın en sıradan insanın hayatına girdiği, iletişimin tuvalet ihtiyacını gidermekten daha kolay hale geldiği bir dünyada aşk için yapılmış bir yaş oranı istatistiği var mıdır?

-İnsanlar kaç yaşında âşık olur? İnsanların âşık olma yaşının bir sınırı var mıdır? Âşıklar arasındaki yaş farkı ne kadar olmalıdır? Bütün bunlar da araştırılıp soruşturulmuş ve istatistiğe dökülmüş müdür?

-Aşkın yaş dışında, mantık ve ahlakın alanına giren tarafları var mıdır?

-Doktor ile hemşire, müdür ile sekreter, öğretmenle öğrenci, cahil ile okumuş, istilacı ile direnişçi, yaşlı ile genç arasındaki aşk neden reçete dışı kalmaktadır?

O KİŞİ YOKSA…

Görüldüğü gibi konu fazlasıyla çetrefildir. Oysa şair ve yazarlar sanki bu karmaşıklığı yalınlaştırmak için dünyaya gelmiştir. Onların karakteristik yaklaşımı, meseleyi mesele olmaktan çıkartacak bir duygu ve düşünce zenginliği, ayrıca da bakış açısı farklılığı içermektedir. Ben bu konuda onlara kulak vermenin doğru olduğuna inananlardanım:

“Nasıl kafa sayısı kadar düşünce varsa kalp sayısı kadar da aşk çeşidi vardır.” (Tolstoy)

“Sıradan bir kadın nazarında her erkek daima erkektir ama kalbinde sevgi olan bir kadın için âşığından başka erkek yoktur.” (J.J. Rousseau)

Aşk, bir kişi ile geriye kalan herkes arasındaki farkın çok fazla abartılmasıdır. (Bernard Shaw)

Ne güzel bir cezaevi vardır ne çirkin bir aşk. (Rabutın)

Aşk çılgınlık değilse aşk değildir. (Barca)

Aşk, yürekten gökyüzüne kadar uzanan ateşten bir merdivendir. (E. Geibel)

Son noktayı Carter Heyward ile koyalım: “Aşk bir seçimdir. Basit ya da mutlaka mantıklı bir seçim değil.”

Âşığa en yakışanı belki de kendi tutumuna dair hiçbir soruya cevap vermeye tenezzül dahi etmemektir.

Aşkla ilgili bütün tartışmalar, onun farklı algıların olduğu kadar kelimelerin dünyasına da sığmayan bir gerçeklik olduğunu söylüyor bize.

Lamartin’in aşk tanımı da böyle bir gerçekliğe işaret ediyor: “O kişi yok ise bütün dünya insansız kalmış gibidir.” Gerisi ayrıntıdır; üzerinde münakaşası yapılan ise aşk değil, onun etrafında uçuşan melaikelerin belki de cinsiyetidir.