Düşünceyi açıklamak…

Donup kalmış ve inanca dönüşmüş her düşüncenin, düşünce olma özelliğini giderek yitirmesi bir yana, düşman üretmekten öte bir iş de yapamaz. Şiddete başvurmaktan ve beraberinde şiddetin ideolojisini yaratmaktan başka bir sonuç da vermez.

HAYRETTİN GEÇKİN

 

“Kaçındım sürülere karışmaktan
Önderleri olmaktan kurtların bile”

 

Bu dizelerin kime ait olduğunu anımsamıyorum ama verili gerçekleri sorgulamaya başladıktan, görünürde olmayanı görünür kılmak gerektiği düşüncesine ulaştıktan bu yana dilimde dolanıp durur.

“İnanca saygılıyım fakat insanı geliştiren kuşkudur” sözüne de fazlaca takılırım. Bilirim ki inanca saygılı olmak, geri ve ilkel düşünceler için, onların o darlıktan kurtulmaları için bir genişlik ve bir özgürlük alanı sağlar. Kendine dair bir yalanı olmayanları ve/veya kendisinden istifa etmiş olarak yaşayanları bile bir şekilde kendisi olmaya davet eder. Ayrıca demokrat olmanın bir gereği olarak kendisini sık sık da duyumsatır.

Donup kalmış ve inanca dönüşmüş her düşüncenin, düşünce olma özelliğini giderek yitirmesi bir yana, düşman üretmekten öte bir iş de yapamaz. Şiddete başvurmaktan ve beraberinde şiddetin ideolojisini yaratmaktan başka bir sonuç da vermez. Böyle bir ideolojinin bir süre sonra linç çeteleri olarak ortalıkta boy göstereceği kimseyi şaşırtmamalı. Birilerinin bu linç çetelerini kullanmasıysa çok kolay. Hele bu “vatanı korumak”, “vatanı kurtarmak” gibi şeylerle süslenip püslenmişse kalabalıklardan büyük bir taraftar da toplar. Faili meçhuller, katliamlar meşru hale gelir. Ve böylece boy boy kahramanlar türer dört bir yanda. Sanıyorum bu duruma yabancı olanımız yoktur.

Donup kalmış ve inanca dönüşmüş düşünceler kendilerini yenileyemeyen, değiştirip dönüştüremeyen bir zamanların ilerici, devrimci, demokrat güçleriyle ve ona sos olarak ilave edilen devletin resmi ideolojiyle birleşerek “al sana doğru düşünce” diye piyasaya servis yapılır ve ortaya çıkan böyle bir ucubeye toplum katında meşru bir zemin aranır. Darbelerden medet ummalar böyle başlar. İt izi, kurt izine karışır. “Çok okuyan mı çok gezen mi çok yaşayan mı daha çok bilir” sorusu anlamını yitirir, buruşmuş bir kâğıda döner. Bilinenler hiçbir şeyi açıklayamaz, görülen görmeye yetmez.

Sözüm ne bu durumu tek doğru olarak parlatan köşe yazarlarına, ne de bu dumanlı havayı fırsat bilip kendisine bundan iktidar sağlayan, sağlama çalışan siyasilere, siyasi partilere. Çünkü herkesin görevi, dünyayı algılayışı ve kendini gerçekleştirmesi farklı farklı. Benim zorum “böyle gelmiş böyle gitmez” diyenlerle olması gereken vicdanı yaratma derdi olanlarla, “başka türlü bir dünya mümkündür” diyenlerle. Yakalanabilecek onca kişisel olanağı elinin tersiyle itenlerle. Yalnız kalmayı göze alanlarla. Yani geleceği güzel eyleyecek olanlarla.

Çünkü beni şaşırtan, ezberimi bozan, uykusuz bırakan; bildiklerimin yanına “yanlış da olabilir” olasılığını koymamı sağlayan bunlar. Dahası mı? Böyleleri, isteyecek olsalar bu toplumda meşhur olmak, şan şöhret sahibi olmak onlar için öyle de kolay ki… Çok fazla zihinsel durum gerektirmezken üstelik… Durduk yere başlarına bela alırlar. Neden? “Öyle durumlar vardır ki susarsanız yalan söylemiş olursunuz” sözünü düstur edinirler. Sözlerin arkasındadırlar ve uğruna asılmayı göze alırlar. Ve bilirler ki daha güzel bir dünya istemek bir bilinç ve vicdan işidir. Mutluluğu da başkalarına bırakırlar. Yani böyleleri Yaşar Kemal gibi söylersek, “insanlığa mecbur insanlardır.” “Öteki gözümle gördüm gerçeği/şaşakaldı iki gözüm” diyerek yalnızlıklarında çoğalırlar. İstedikleri tek bir şey var: düşüncelerini özgürce açıklayabilmek. Bu sonsuz azınlık bizlerle birliktedir, aramızdadır diye, belki de dünya salt bu yüzden, yaşamaya fazlasıyla değer.  

Gezi’nin yanında durmak ve geleceğimizi gözden geçirip güncellediğimiz düşüncelerimizle  savunak için yazdım bunları. Düşünce açıklamanın eylemle de birleşmesi için…

Başlangıçtaki dizeler nasıldı?

Kaçındım sürülere karışmaktan
Önderleri olmaktan kurtların bile

 

paylaşmak için