Adalet!

1988 yılından beri içinde olduğum hukuk artık anlaşılmaz bir alan, bir kaos bölgesi. Yandaşlar için sorun yaratmayan bu alan, karşıt düşünce sahiplerinin can ve mal güvenliğinin kalmadığı, siyasal güç karşıtlığının devlete karşı suç gibi düşünülüp tutuklamaların, 10-20-30 yıl gibi hapis cezalarının sıradanlaştığı, ürkütücü bir silaha dönüştü

 

AV. CEM BAYINDIR

Napolyon Bonapart yenildikleri Waterloo Savaşı sonrası, emrindeki komutanlardan Le Rougeaud lakaplı Mareşal Michel Ney’e savaşı neden yitirdiklerini sorar.

Komutan Ney: “Birçok neden var” der. Napolyon saymasını ister. “İlki barutumuz bitti efendim, ikincisi…” sözünden sonra Napolyon onu susturur. Artık gerisini saymasına gerek kalmamıştır.

Toplumda ahlak, devlette de adalet böyledir. Çünkü insanı insan yapan ahlak, devleti de devlet yapan en önemli unsur adalettir.

Adalet olmayınca ötekilerin olup olmadığının hiçbir önemi kalmaz. Hukuk olmayınca öteki kurum ve erklerin de düzgün çalışması mümkün değildir.

Adalet ve yargı ile ilgili öyle şeylere denk geliyoruz ki, “Bu kadar da olmaz yahu” , “nasıl olur”, “yoook artık” diyeceğimiz şeyler bir türlü bitmiyor. 19 yılda liyakat sistemi, sınavlar o kadar laçkalaştırıldı ki adaletin de bundan etkilenmemesi olası değildi tabii ki.

1988 yılından beri içinde olduğum hukuk artık anlaşılmaz bir alan, bir kaos bölgesi.

Yandaşlar için sorun yaratmayan bu alan, karşıt düşünce sahiplerinin can ve mal güvenliğinin kalmadığı, siyasal güç karşıtlığının devlete karşı suç gibi düşünülüp tutuklamaların, 10-20-30 yıl gibi hapis cezalarının sıradanlaştığı, ürkütücü bir silaha dönüştü.

Şimdi de, süreç içerisinde yirmi yargıcın değiştiği Gezi Davasında -bir yargıcın muhalefet şerhine karşın- bire karşı iki oyla mahkumiyet kararları çıktı. Davada ceza alanların pek çoğu tanınan, sivil toplum kimlikleri, “aktivistler”.

Kararı veren yargıçlardan birinin bir partinin milletvekili adayı olduğu ve aynı partinin belediyesinin avukatıyken yargıç olduğu üzerine basında haberler yer aldı.

Davanın sürecini biliyorsunuz:

İşadamı Osman Kavala Kasım 2017’de Gezi olaylarından tam 4,5 yıl sonra “Kavala, ‘hükümeti devirmek veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs” (TCK 312) ve “cebir ve şiddet kullanarak anayasal düzeni devirmeye teşebbüs” (TCK 309) suçlamalarıyla tutuklandı.

Suçlama, Kavala’nın Gezi protestolarının planlayıcısı, yöneticisi ve finansörü olduğuydu. Dava beraatla sonuçlandı. Ancak beraat kararından sonra Kavala serbest bırakılmadı, önce tahliye kararı verilmiş olan ikinci suçlamayla yeniden tutuklandı. Bu süreçte Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) davanın hem hükümeti devirme hem de darbe teşebbüsüyle ilgili suçlamalar için makul şüphe uyandıracak kanıt olmadığına hükmetti, tutuklanmanın siyasal etkenlerle yetkinin kötüye kullanılması olduğu tespitini yaparak Kavala’nın derhal serbest bırakılması yönünde karar aldı.

Beraat kararı sonrası, siyasilerin Kavala’nın suçlu olduğuna yönelik demeçleri, Gezi davasındaki beraat kararını yerden yere vurmaları kamuoyuna yansıdı.

AİHM kararı sonrasında bu kez de üçüncü bir suçlamayla karşılaşan Kavala bu kez de “casusluk”tan (TCK 328) tutuklanınca içeriden çıkamadı. Bu süreçte İstanbul İstinaf Mahkemesince beraat kararı yeniden incelemek üzere kaldırıldı.

Anımsarsınız, Gezi’de milyonlarca insanın muhalif tutumunu, keyfi uygulamaları protesto etmesini izledik, protestolara dindarı, sosyalisti, Kemalist’i, milliyetçisi katıldı. İktidarın tavrı ise sert davranarak protestocuları bastırmak, insanları suçlamak, şeytanlaştırmak, din, millet düşmanı, dış güçlerin piyonları ve terörist ilan etmek biçimindeydi. Sonuçta ölümler, yaralananlar oldu, eylemler bir ay kadar sürdü. Geldiğimiz noktada ise, yukarıda belirttiğim gibi, dosyaya yeniden bakan mahkeme bu kez biri müebbet olmak üzere pek çok sanığa yüksek cezalarla dosyayı karara bağladı.

Kararın üst mahkemelerde yeniden inceleneceğini ve daha deneyimli yargıçların istinaf ve temyiz incelmeleri yapacaklarını söyleyelim. 

2013 Haziran başındaki bu olayların 5 yıl sonra Kasım 2017’de davaya dönüşmesinin ardından Nisan 2022’de, Osman Kavala’ya verilen cezanın eski ceza hukukumuza göre karşılığı idam. Yani Kavala, eski ceza yasamız geçerli olsa darağacında idam edilecekti. Yöneltilen suçlamalar ise yarım sayfaya ancak sığıyor:

Türkiye Cumhuriyeti hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevini yapmasını engellemeye teşebbüs etme, mala zarar verme, nitelikli mala zarar verme, tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirmesi, ibadethanelere ve mezarlıklara zarar verme, Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Aletler Hakkında Kanun’a muhalefet, nitelikli yağma, nitelikli yaralama, Kültür ve Tabiat Varlıklarını Koruma Kanununa muhalefet….

Kimileri, bu kararla, bir taşla birden çok kuş vurulmak istendiğini, kendi tabanına hâlâ güçlü olduğu mesajı verildiğini; ikinci olarak muhalif partilere meydan okunduğunu, üçüncü olarak HDP ve CHP’nin karara tepki verirlerken aynı çizgiye geldikleri propagandası için ortam oluşturulduğunu, dördüncü olarak da Batıdan gelecek eleştiriler karşısında, içeride safları sıklaştırma amacı olduğunu düşünüyor.

Yirmi yıldır siyasal gücün, Ergenekon, Balyoz, Kozmik Oda gibi davalarında muhalefeti de işin içine katmaya çalıştığını çok gördük, Hatta ömrü Fetö’nün kucağında geçmiş arsız gazetecilerin, siyasetçilerin; yaşamları boyunca tarikat, dergah, cemaat görmemiş sol düşünceden insanları Fetö’den yargılanmakla tehdit ettiklerine bile tanık olduk…

Son dönemde, tüm muhaliflerin Ekrem İmamoğlu, Kemal Kılıçdaroğlu, Meral Akşener, Mansur Yavaş, Selahattin Demirtaş’ın hapis cezaları, mahkemelerle, yargıyla tehdit edilmelerini basında görüyor, okuyoruz… Bunun nedeni 2017 referandumudur.

2010 ve özellikle de 2017 yılında hukuk alanındaki tüm değişiklikler, hukuku, demokrasiyi ve cumhuriyetin kazanılmış değerlerini paramparça eden sistem değişiklikleriydi. Bundan en çok yargı etkilendi. Oysa yasama, yürütme ve yargı erkleri içinde en önemlisi ve en bağımsız kalması gerekeni yargıydı.

Sıradan yurttaşın en güvendiği, sırtını dayadığı, canını ve malını güvencede tutan yargı… Toplumsal değerler yozlaştıkça adalete sığınma gereği çoğalır.

İnsanoğlunun her başı derde girdiğinde “adalet isterim” diye yakınması, haykırması boşuna değildir… Çünkü tarih boyunca adaleti sağlayan yargıcın güvenceli olduğuna inanılır ve o adalet herkes için her zaman gereklidir.

Uğradığı bir haksızlığı anlatmak isterken “Allah’a havale et” diyen Sokollu Mehmet Paşa’yı Kanuni Sultan Süleyman’ın önünde azarlayan Türk köylüsünün sözünü hiç unutmayın:

Her şey Allah’ın adaletine kalacaksa, mülkün adaleti ne işe yarar, ey Paşa?”

Dün hukuk ve adalet adına en umut duyduğum Gezi davasıyla ilgili paylaşım Süleyman Sazak’ınkiydi. Sazak babadan miras milliyetçi kimliğine karşın, tepkileri de göğüsleyerek, tümüyle zıt, hiç tanımadığı, hiç ilgisi olmadığı bir insanın hakkını savunma gereğinin adalet ilkesinin varlığını sürdürebilmesi için yaşamsal önemde olduğunu kanıtladı.

Evet, hiç ilgimizin, bağımızın olmadığı, olamayacağı, aynı düşüncede olmadığımız birinin doğru ve adil yargılamasını istemenin hakkın hukukun adaletin savunması olduğunu bilmek bir yurttaşlık bilincidir. Bu yurttaşlık ve hukuk bilincini insanlarımıza, çocuklarımıza vermek de öncelikli görevimiz olmalıdır.

paylaşmanız için