Zekasına Bak!

Yaratıcı zeka ezberlemez, anlar. Anlamaktan doğan sevinçle bir sonraki soruyu sorar. Cevabını bulamadığı her soru onun için merak konusudur ve o merakı yaşamının amacı haline getirebilir

 

EMİNE SUPÇİN

İlk görev yaptığım yerdeki okul müdürüm eğitim bilimlerine aşina ve aşık bir insandı ve bilgilerini bizlerle paylaşmaya bayılırdı. Derdi ki: “Bir çocuk evden çantasını alıp okula gelebiliyor ve ders bitimi çantasını alıp eve gidebiliyorsa geri zekalı değildir.”

Uzun yılların tecrübesinden süzülmüş o tanımıyla, psikoloji biliminin eğitilebilir ve öğretilebilir dediği IQ seviyelerinin sınır noktasını çiziyordu. Doğruydu. Bazıları yavaş öğrenirdi, bazıları hızlı. Bazıları anlamanın sevincini ödül kabul ederdi, bazıları ezberlemenin sonucu ödül beklerdi.

Zekanın klasik tanımı, yeni girdiği bir ortama en kısa sürede uyum sağlayabilme yeteneğidir, der. Bence tanımdaki uyum meselesi hem fazla klasik hem de geçerliliği düşük. Çünkü uyum sağlama süreci dediğiniz şey bukalemunda da var, ahtapotta da. Üstelik bir insana göre fiziksel çevreye çok daha hızlı uyumlanabiliyorlar. Yani ortama uyum sağlama süreci bir zeka belirtisi değil, hayatta kalma dürtüsü.

Uyum sağlamak, size bir şey hatırlattı mı? Hani kendini gizleme, üstünü örtme, sakınma vs desem? Anlayıverin canım, takiye işte. Siyasal İslamcıların bir numaralı başvuru yöntemleri.

Uyum kuralları, bugün terör örgütü olduğunu kabul ettikleri Fetö zamanında belirlenmiş. Cemaat mensubu yargı mensubu, üniversite öğretim üyesi kim varsa hepsine şu denirmiş: “Alkol kullanmasanız da çöp kutularınıza birer ikişer boş bira şişesi bırakınız ki çevredekiler sizi akşam içmiş sansınlar.” Nasıl uyum dersi ama? Benim de bir öngörüm var. Mesela şu iktidar değiştiği gün, o badem bıyıklar anında tıraş edilir; kara çarşaflar mantoya, mantolular döpiyese, eşarplar fulara dönüşür. (Aha, buraya yazıyorum.)

Öyleyse sırf bir yaşam içgüdüsü gereği iki yüzlülük edip ortama uyum sağlamaya zeka diyebilir miyiz?

Öte yandan zamanında takiye yapan onca profesör, yargı mensubu, doktor zeki insanlar mıydı? (Sanmam.)

Peki zeki değillerse onca üniversiteleri nasıl bitirdiler?

Cevap net: Ezberleyerek.

Davranışa dönüşmemiş bilgi sadece ezberle tutulur ve ezber papağana babacık dedirtmek kadar güdük ve anlamsızdır. Ayrıca bırakınız zekayı, üniversite sorularını yıllarca çaldıklarını da unutmayalım.  

Zekanın akla en yatkın tanımı ise Emre Kongar hocanın dediği gibi, içgüdü ve alışkanlıkların bittiği yerde başlayan yetenektir. Dolayısıyla yaratıcılığı bu tanımla açıklayabiliriz.

Yaratıcı zeka ezberlemez, anlar. Anlamaktan doğan sevinçle bir sonraki soruyu sorar. Cevabını bulamadığı her soru onun için merak konusudur ve o merakı yaşamının amacı haline getirebilir. İşte gerçek aydınlar, bilim insanları, sanatçılar tam da bu zeka tanımından çıkarlar. (Onlardan kayyum rektör olmaz.) Dayatmalar, dogmalar, kısıtlamalar bu tanım karşısında eciş bücüş kalırlar. O zeka sınır tanımaz. Çünkü içgüdülerin ve tipik rutinlerin dışındadır. 

Bir de eleştirideki gücüyle bakalım zekaya.

Eleştiri hem bir kültür ve birikim işidir hem de nezaket gerektirir. Sözünü ettiğimiz zavallılık, sayılanların hiç birinden nasiplenemedikleri (!) için (çünkü malum o da zeka gerektirir) öncelikle bilime ve sanata düşman olmayı tercih ederler. Bükemediği bileği öpme erdemini göstermek yerine, fiziksel özelliğini aşağılamayı tercih ederler. Yakın örnek, Dünyaca ünlü piyanist ve bestecimiz Fazıl Say.

Siyasal İslamcılar ve zeka mı? İlk görev yaptığım yerdeki müdürümün tanımlamasına geri dönecek olursak, hali hazırdaki bu güruh, okula çantayla gelebilseler bile aynı çantalarını alıp evlerine dönebilecek kabiliyetten uzaktırlar.

İşte bu nedenle eleştiriye değil, eleştiriyi yapanın zekasına bakmak yeterlidir. Sezen’in son dizeleriyle, kim hancı, kim yolcu? Elbette aptallık ve cehalet yolcudur, bilim ve sanat hancı…

 

PAYLAŞMANIZ İÇİN