Zehri içine akan akrep, alevleri üzerine kapanan ateş…

İster, çünkü bilir; bir kâbusun bıraktığı ürpertiyle, çerçevelenmiş bir diplomanın kıvancı ancak şiirde yer bulabilir kendine. Nankörlüğün ne denli bir zavallılık olduğunu ancak o yansıtabilir aynasında. Ancak o çözebilir sazlıklardaki yusufçukların lacivert kanatlarındaki telaşın anlamını.

CAFER YILDIRIM

ŞAİRLER İÇİN BİR PASAJ

Ona ilişkin her tanıma kolayca elverse de hiçbir tanımlamaya sığmadığı, sığmayacağı artık biliniyor. Bütün nedenleri, nasılları, niçinleri hatta sonuç ve cevapları kendinde taşımasındandır belki bu. Ya da neden ve sonuçlara, hüküm ve belirlemelere sığmayan bir dünyayı yükümlenmiş olmasındandır.

Bir içsel derinleşmedir kiminde, kiminde bir derinliğin belki de çakıl taşlarıyla dolmasıdır. Beyaz bir sessizliktir o, badana edilmiş duvarlar gibi dingin, huzur içinde ve ürpertisiz. Kiminde yaşamın saf kalbine verilmiş randevudur; kiminde ise ölümün yağmursuz, ekmeksiz ve geleceksiz mevsimiyle buluşmadır. Fakat her halde soylu ve uzun bir farklılığın, öylesi bir duruşun ömrüdür her şairin yaşamöyküsü.

AĞRIYAN ZAMAN

Duyarlı yaşanmışlıklarla alazlanan birikimlerin en kudretli kalesidir şair. Aklını örseleyen düşüncelerin nesnesidir. Toprağını kan ter içinde kazan duyguların çaresiz yazıcısıdır. Şair, ruhuna yağan düşlerinse sadece mağdurudur.

Zehri içine akan akrep, alevleri üzerine kapanan ateş… Zaman ki sürdürür akışını; kesintisiz ve bereketlidir. Zaman gebedir. Gerilimin kilometresini kim ölçebilir,  ruhun kavruluşundaki ıstırabın görüntüsü hangi objektife düşer. Yıllarla da ölçülebilir bu süreç, dakikalar kadar kısa da olabilir. Şu var ki büyünün kapanında ağrıyan zamandır artık yaşanan. Şehir ışıklarına, bahçe kapılarına, evlere doğru gitmek ister yarasını sağaltmak için sığınacağı bir yer arayan her canlı gibi: Ki bu şairdir. Hüznün ve mutluluğun bayraksız gönderlerinin önünden geçer.

ÇOCUKTUR ŞİİRİN KALBİ

Sözcüklerin kendileri ile olduğu kadar yankılarıyla da cebelleştiği, hayatın mahremini bir türlü şerh etmediği, bir düş sağanağının aralıksız sürdüğü ya da her şeyin öyle sanıldığı ve sonra sağanağın durması, sonra ıslak bir tarla yalnızlığı, yuvası kapanmış bir yılan ne kadar endişeliyse o, keklikler sekerek tepelerde niçin kaçıyorsa tüfek seslerinden yine o,  sonra bir annenin durupduruken gözünün yaşarması ve sonra gökkuşağının altından insanların geçip gitmesinin sırrı nedir, şiirden başka?

İçine nelerin sığabileceği bir sarsıntısı neden dalgınlığından koparıp alamaz şairi? Gün olur annesinin sevgisine de suskun kalır o. Neden kapar kendini şehrin gürültüsüne? Bir sanrının gerçek dışılığında gerçeğin imgelerini arar? Puslu bir derinlikte kaygan sözcükler ardınca günlerce koşar. O budur ve aslında bu kadardır.

Niçin yazılır şiir?

Okyanusları bir kuşun kanadına tutunup geçmek isteği ve eyleminin eksiksiz bir cevabı yoktur kuşkusuz. Ve olmayacak da. Fakat emeğin çocuğudur şiir. Onun varlığını emekle bezemiştir zaman. Cüret ettirdiğince korkunun mahmuzlarıyla da döver kalbinin yalnızlığını. Girdiği her kapıdan çıktığı gibi geri de dönebilir hiç beklenmediği bir anda. Çünkü çocuktur şiirin kalbi, kendine yaklaşan bütün insanların ellerini tutabilir.

HAYAT MUTLAKA BULUR ŞİİRİ

Şiirin gerçeği şaire aittir. O ki ince bir sızı halinde yaşar, kendi derinliğinde. Kimse ile bir alıp veremediği yoktur. Fakat hayattan her aldığını herkese verir. Bu sebeple fırtınanın tam da ortasında olmuştur her dönemde. Yine de o kaderi talep eder bir öncekinden sonra her geleni. En iyi fırtına kuşunun kendisi olduğuna inanmıştır. Bilir ve karşı koyar şair. Karşı koyar ve talep eder.

İster ki balıkçı barınaklarından devlet sofralarına dek bütün bir hayatı kucaklasın şiiri. Emeğin itibarlı, elektriğin amansız gücünden hayallerin gezegenler arası seyahatlerine;  acıma ile intikam, nefretle sevgi, gururla pişmanlık ve toprakla deniz, ateşle rüzgâr arasındaki bütün mesafelerde kendine yetsin soluğu şiirinin.

İster, çünkü bilir; bir kâbusun bıraktığı ürpertiyle, çerçevelenmiş bir diplomanın kıvancı ancak şiirde yer bulabilir kendine. Nankörlüğün ne denli bir zavallılık olduğunu ancak o yansıtabilir aynasında. Ancak o çözebilir sazlıklardaki yusufçukların lacivert kanatlarındaki telaşın anlamını.

İster, çünkü bilir şair; şiirde etmez iki kere iki dört. Olmazların bütünlüğü, karşıtların birliğidir şiir. Yalnızlıkların olduğunca kalabalıkların da tarihidir.

Felaketle müjdeyi aynı anda duyurur. Sezgilerin en harlısıdır onunkisi. Denizlerin olduğunca çölün de soluğudur sesi.

ÇAĞCIL MADONNALAR

İster ve bilir, hayatı bulsun şiir; inanır şair, hayat mutlaka bulacaktır şiiri.

“Şairler İçin Bir Pasaj”ın devamında Özdemir İnce’nin dilimize çevirdiği Bulgar şair

Veneta Mandeva’nın (1946-2001) Çağcıl Madonnalar adlı şiiriyle Türkiye ve bütün dünya kadınlarının Kadınlar Günü’nü kutlarım.

 

Çağcıl blucinli madonnalarız,

melek gibi nur topu çocuklarımız,

ayağımızda pantolon, tökezlemeden yürüyoruz,

yüzlerimiz süzgün, çatık ve kararlı.

Önümüzde bebek arabası, kreşe doğru,

salınıp gidiyoruz bilmem ne dansı ritmiyle,

sonra herkesle birlikte atlıyoruz

kaşık istifi bir erken otobüse.

İşyerine, sonra yine kreşe ve eve,

arada bir çamaşırhaneye, tırnaklarımız boyalı elbet.

Ve evde düşünüyor babacık suratı asık

yine yemekhaneden alınmış yemekler üzerine.

Çağcıl, blucinli madonnalarız!

Hile-hurda, dantel falan ördüğümüz yok.

Saat çizdiği çemberde kovalıyor bizi,

ama duraklarda kitap da okuyoruz.//

Başımızı beceriyoruz! Uyutunca çocukları,

ayna karşısına da geçiyoruz hemen.

Ve hep uykulardan çalma pahasına da olsa

bir mesleğimiz var, makyajımız tamam.

Çağcıl, blucinli madonnalarız!

Koltuk için değil zamanla savaşımız.

Meryem Ana hayretle bakıyor minberden

böylesine büyüyen “ego”ya bizde.

 

PAYLAŞMAK İÇİN