Zap Suyu’nda kaybolan Köy Enstitülü öğretmen

Köy Enstitülerinden yetişen öğretmenler arasından çıkan yazar ve şairler sayılmayacak kadar çoktur. Selahattin Şimşek de onlardan biriydi. 5 Mayıs 1960 günü Zap Suyu’na kapılarak kaybolan bu öğretmen, Türkiye’nin aydınlanması için canlarını veren eğitim neferlerinden sadece biridir.

 

MECİT ÜNAL

Bu 6 Mayıs Denizler’in idam edilişlerinin 49. yılı. Denizlerle ilgili, gerek yıldönümlerinde gerek başka zamanlarda başka nedenlerle çok yazılar yazıldı yazılıyor. Ben “Bozkırı Göverten İmece/81. Kuruluş Yılında Köy Enstitüleri” yazı dizisinin son bölümünde 6 Mayıs’ın bir gün öncesindeki trajik bir ölümden, daha doğrusu bir kayboluştan söz edeceğim… Denizlerin kuşağının öğretmenlerinden, Köy Enstitülü bir eğitimcinin görev sırasında Zap Suyu’nu geçerken sulara kapılıp kayboluşundan…

Ama önce Ceyhun Atuf Kansu’dan, bu eğitimcinin de parçası olduğu imeceyi anlatan bir şiir…

Ceyhun Atuf Kansu, “Bağımsızlık Gülü” kitabındaki “Ulusal İmece” adlı şiirinde üç imeceden söz ediyor. Üçü de büyük kalabalıkların, halkın katıldığı halk imeceleri.

Birincisi, 1921 imecesi, Tekalif-i Milliye.

İkincisi eğitim imecesi, Köy Enstitüleri.

Yakın tarihimizdeki ortak emeği, ortaklaşmacı tutumu “imece” sözcüğünde imgeleştiren Kansu, Köy Enstitülerine bu iki imeceyi birbirine bağlayan bir köprü işlevi de yüklemektedir. Şöyle yazıyor:

“Ne varsa güzel hepsi de imece

Biri yirmi iki gün yirmi iki gece

Bağımsızlık imecesi bozkırlar ortasında

Bin dokuz yüz yirmi birde.

 

Askerlere çarık diker Kırşehir kavafları

Çankırı çarşısında demirciler

Kılık döver –Verir uzun yayla köylüsü

Atlarını Sakarya’da süvarilere.

 

Bir de eğitim imecesi

Bin dokuz yüz kırk birin acı kışı

Kepirtepe Pazarören Yıldızeli

Isınan yazılar köy çocuklarının elinde.

 

Alıp gelmişler en güzel geleceği

Erzurum Isparta’ya katmış el emeğini

Bir istasyonda durdun mu pırıl pırıl

Yanar Hasanoğlan’da elektrik ışıkları.

…”

Üçüncü imece ise, önümüzdeki günlerde yazacağım bir başka yazının konusu. Bu yüzden de aktarırken  şiirin o bölümünü eksiltmeyi tercih ettim.

Köy Enstitülerinden yetişen öğretmenler birer aydın, şair, yazar ve sanatçı olarak da hizmet ettiler. Derinden etkiledikleri bizlerin üzerinde çok hakları var.

 Köy enstitülerinde öğrencilerin salt öğretmen değil birer aydın olarak yetiştirilmeleri, uçsuz bucaksız tarım arazilerinin, köylerin sahiplerinin dikkatini ve tepkisini çekmemesi düşünülemezdi. Çünkü Köy enstitülerinde yetişen öğrenciler, birer öğretmen olarak döndükleri köylerinde aldıkları eğitimin, bilgi ve görgünün zorunlu sonucu olarak cehalete, güce tapmaya, ağa sömürüsü ve zulmüne de karşı çıkacaklardı.

Köy enstitülerinde öğrenciler zengin okul kütüphanesinde dünya klasikleri olarak bildiğimiz Homeros, Beydeba, Sadi, Victor Hugo, Tolstoy, Balzac, Dostoyevski, Diderot, Voltaire gibi şair, yazar ve düşünürlerin eserlerini okuyorlardı. Çünkü Köy Enstitüleri’nin kurucusu İsmail Hakkı Tonguç’un 4 Aralık1944’te Köy Enstitüsü yöneticilerine yolladığı genelge vardı.

Hasan Ali Yücel ve İsmail Hakkı Tonguç enstitü gezisinde.

Tonguç genelgede, “Şartlar ne olursa olsun, mevsim hangi mevsim bulunursa bulunsun, öğrencilere her gün serbest okuma yaptırılacak ve kitap okuma alışkanlığı mutlak surette kazandırılacaktır” diyordu.

Köy Enstitüleri aynı zamanda kitap demekti. Zengin enstitü kütüphanelerinin rafları dönemin Milli eğitim Bakanı Hasan Ali Yücel’in çevirtip yayımlattığı Türk ve Dünya Klasikleriyle bezeliydi. Öğrenciler içinde yolu okul kütüphanesinden geçmeyen yoktu.

Sabahattin EyuboğluPertev Naili BoratavBedri Rahmi EyuboğluVedat Günyol gibi öğretmenlerin ders verdiği Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü bünyesinde öğrencilerce çıkarılan Köy Enstitüsü Dergisi 16-17 bin adet basılmaktadır.

Benzerlerinin Hindistan’da kurulduğu köy enstitüleri salt öğretmen değil, şair, yazar ve sanatçı da mezun etmiştir. Örneğin Mahmut Makal… “Köy edebiyatı” da denilen akıma yol açacak “Bizim Köy” adlı kitabını oluşturan  notları yazmaya başladığında henüz 17 yaşındaydı. Her biri edebiyatımızda silinmez izler bırakan bütün bu köy çocukları şair ve yazarların, sanat ve edebiyat yetenekleri köy enstitülerinde yeşerdi, serpilip gelişti.

Köy Enstitülerinden böyle yetişen öğretmenler salt öğretmen olarak değil, birer aydın, şair, yazar ve sanatçı olarak da hizmet ettiler ülkemize. Derinden etkiledikleri, biz kendilerinden sonraki kuşakların üzerinde çok hakları var.

İşte o aydınlar, yazar ve şairler:

Dursun Akçam, Talip Apaydın, Behzat Ay, Yusuf Ziya Bahadınlı, Fakir Baykurt, Mehmet Başaran, Ahmet Yol, Hasan Kıyafet, Osman Şahin, Mahmut Makal, Ümit Kaftancıoğlu, Kemal Burkay, Şevket Yücel, Enver Atılgan, Hayri Doğan, İbrahim Osmanoğlu,Yusuf Gür, Ahmet Uysal, Kemal Bayram Çukurkavaklı, Osman Bolulu, Aydın Aydemir, Emin Özdemir, Adnan Binyazar, Selahattin Şimşek, Ahmet Köklügiller, Hayrettin Uysal, Pakize Türkoğlu.

Adlarını unuttuklarım varsa bağışlasınlar…

Hakkâri’de Selahattin Öğretmen, çığ tehlikesi altındaki köyleri çığ tehlikesi altındaki yollardan bin bir güçlükle ilerleyerek tek tek dolaştı.

Köy Enstitülerinden yetişen öğretmenler zor koşullar altında canları pahasına görev yaptılar.

Hayatlarını kuş uçmaz kervan geçmez köylere bilimin ışığını götürürken kaybeden nice öğretmenden biri Ceyhun Atuf Kansu’nun kendisine ithafen şiir yazdığı Şefik Sınığ ise bir diğeri Selahattin Şimşek’tir.

Gönen Köy Enstitüsü’nü bitirdikten sonra, Afyon-Dinar ilçesi, Sütlaç Kö­yü İlkokulu’na öğretmen ola­rak atanan Şefik Sınığ, futbol oynamaya gittikleri komşu köyde oyun sırasında patlayan topu tamir için girdikleri okulun duvarının üzerine yıkılması sonucu ağır yaralanır. Durmadan öğrencilerini sayıklayan bu fedakâr öğretmenin “Bana çiçek getirin, dünyanın bü­tün çiçeklerini buraya getirin”  sözleri  Ceyhun Atuf Kansu’ya “Dünyanın Bü­tün Çiçekleri” şiirini yazdıracaktır.

Ölümü çok daha trajik olan Selahattin Şimşek ise öğretmen-yazarlardandı.

Yıl 1960.

Mayıs’ın 5’i.

Bütün kışı yoğun kar altında geçiren Hakkâri’ye bahar geliyor. Cilo’nun, Sümbül Dağı’nın erimeye başlayan karları Zap Suyu’nu azgınlaştırıyor. Bütün kış boyunca tipiye, borana aldırmadan çevredeki köylerin teftişini bitiren Selahattin Şimşek, kendisi gibi öğretmen olan eşi ve arkadaşlarının uyarılarına aldırmadan geriye kalan tek köyün, Oramar’ın yolunu tutuyor. Biliyor ki, görevini yapmazsa, alacağı terfiyle maaşı üç kuruş artacak olan, belki de tayini buna bağlı öğretmen, bir sonraki denetleme dönemini bekleyecek!

Mayıs başında bir katırcıyla çıktığı köyün yolu Zap Suyu’ndan geçiyor. Katırcıya “ip köprüden sen geç, ben katırla sudan geçerim” diyor…

Ama geçemeyecek! Zap, sularına kapılan bu öğretmen yazarın bedenini geri vermeyecek!

Çok geçmeden Selahattin Şimnşek’in Zap Suyu’nda kaybolduğu haberi ulaşıyor Hakkari’ye.

Şefik Sınığ.

Kendisini hep Kızılırmak çocuğu olarak niteleyen Selahattin Şimşek, 1929’da Sivas’ın Gemerek ilçesine bağlı Çepni köyünde doğar. İlkokuldan sonra okutmak istemeyen babasından habersiz Sivas’a kaçarak Pazarören Köy Enstitüsü’ne kaydolur. Tarihten felsefeye, edebiyattan müziğe, marangozluktan ilk yardım bilgilerine dek birçok şeyi burada öğrenecektir. Mezun olup Gemerek’in Dendil köyüne tayin edildiğinde 16 yaşındadır. Burada on yıl çalışır. 57’de askerlik dönüşü Gazi Eğitim Enstitüsü Pedagoji Bölümü’ne girer. 59’da ilköğretim müfettişi olarak tayin edildiği Hakkâri’de Selahattin Öğretmen, çığ tehlikesi altındaki köyleri çığ tehlikesi altındaki yollardan bin bir güçlükle ilerleyerek tek tek dolaştı. Yöredeki tek ulaşım aracı bazen kendisinin de bindiği, çantasını, okul araç gereçlerini ve hastaların “derman”ını yüklediği katırdı. Oysa katırın bile geçemediği yollar vardı Hakkâri’nin dağlarında ve böyle yolları, yükün yarısını omuzlayarak aklı, ruhu ve yüreği ışık ve “derman” götürme aşkıyla yanan bir köylü çocuğu aşabilirdi ancak.

Adı 1963’te Hakkâri’de bir ilkokula verilmiş. Zap Suyu’na kapıldığı yere “Selahattin’in Yeri” denilmiş. Mezar taşı yerine de iki yakayı birleştiren daha iyi bir köprü yapılmış…

Gezi notlarında şöyle diyor: “Güneşin doğudan doğduğuna bakmayın siz. Işığı Batıyadır onun. Doğu karanlıklara gömülü. Yeni yeni, sağından solundan zorlanıyor karanlıklar. Kımıldayacağı yok. Öyle oturmuş ki toprağa, yapılan zorlamalar, tutulan ışıklar zayıf kalıyor yanında.” (Hakkâri Dedikleri, Martı Yayınları, 1990, İstanbul, sf 78).

Mahmut Makal’a yazdığı bir mektupta da şunları diyecektir: “Buralarda kardeşim, ağalar dimdik ayakta. Sefalet, hastalık diz boyu. Benim için bu yılı doldurmak çetin olacak, hatta mucize. (…) İlahi Mahmut, bir de ‘değişelim’ diye tutturmuştun. Koçhisar Paris’tir buraya göre. Bir köyden bir köye iki günde gidiliyor. Katırın gidebildiği yerler de var ama. Çoğu yaya gitmek zorunluğu var. Yol boyunca kurt, ayı, domuz, eşkiya… Yatağa ev sahibinin ayakucundan girmek de var…”

Selahattin Şimşek.

Gördüğü cehalet, yoksulluk ve çaresizliği anlatacak sözcük bulamıyor: “Bir kişi idare lambasını tutuyordu. İyice eğildim. Yaralar bir değil, beş değil… Ciğer gibi yaralar… Bulunçsuzca dişlemiş ayı. Bazısından hala kanlar sızıyor. Ağızları geniş geniş duruyor. Sanki onlar da ‘derman’ diyorlar. ‘Derman’ yok. İşte en büyük iç ağrısı şimdi başladı. Çantamı ansıdım, ama yoktu buna yarayacak ‘derman’. Kitap doluydu çantam. Neye yarar? Kitapları atmak geçti içimden… ve daha neler: ‘Bundan böyle kitap değil, ilaç dolduracağım çantama… Köylere ilaç götüreceğim… öğretmen, eğitmen, Haso, Hüso, Celo… Anam, babam… çocuklarım. Nereniz ağrıyor? Getir çantamı katırcı arkadaşım. Kaynat şu enjektörü… Al sana aspirin, al sana kinin… Senin gözüne damla, bacı… Ayı boğmuşlara…’ Uyanık düş, ama ne tatlı…” (Sf. 40).

Köy enstitülerinden yetişen öğretmenler salt öğretmen olarak değil, birer aydın olarak da hizmet ettiler. İçlerinden çıkan yazar ve şairler sayılmayacak kadar çoktur. Selahattin Şimşek de bunlardan biri oldu. “Yeni Ufuklar”, “Eğitim Yolu”, “Köy ve Eğitim”, “Yücel”, “Demet”, “Varlık”, “Pazar Postası”, “Cumhuriyet”, “Yenilik” gibi dergi ve gazetelerde aydınlanma ve eğitim sorunları üzerine yazılar, öyküler, şiirler yazdı. Kayboluşundan kısa bir süre sonra yayımlanan Hakkâri gezi notları ile “Köycü Oktay” adlı bir çocuk romanı var Selahattin Şimşek’in.

Selahattin Şimşek’in adı 1963’te Hakkâri’de bir ilkokula verilmiş. Okulun bulunduğu sokağa da “Şehit Selahattin Şimşek Sokağı” denilmiş. Zap Suyu’na kapıldığı yere “Selahattin’in Yeri” denilmiş. Mezar taşı yerine de iki yakayı birleştiren daha iyi bir köprü yapılmış…

Ferit Edgü’nün “O” adlı romanını ve romandan sinemaya aktarılan “Hakkâri’de Bir Mevsim”i bilenler, romandaki ve filmdeki kahramana hem benzeyen hem de hiç benzemeyen –inanılmaz, müthiş ve hatta korkunç denecek bir ümide sahip- Selahattin Şimşek’i, yazılarını, yayımlanmış bu iki kitabını, bilmem bilirler mi?

Zapsuyu’nda kayboluşunun 60. yılında hatırası önünde saygıyla eğilelim.

Türkiye’de Türk ve Kürt toprak ağaları iki şeyden çok korktular. Birisi Toprak Reformu’ydu, diğeri Köy Enstitüleri.

 Köy Enstitüleri’nden bin 700’ü kadın, bin 400 kadarı sağlıkçı olmak üzere 17 bin 341 öğretmen, 8 bin 500 eğitmen yetişti. Bu öğretmen ve eğitmenler on binlerce öğrenci yetiştirdi. Köy Enstitüleri Türkiye’de aydınlanma ve aydınlatmanın kaynağı, gerçek birer aydınlar ocağı oldular.

Sonra ne mi oldu?

“Soğuk Savaş”la birlikte Türkiye yüzünü Amerika’ya dönmeye başladıkça bunun yansımaları eğitim alanında ilk önce Köy Enstitüleri’nde görülmeye başlandı. Önce asılsız şayialar çıkarıldı. Enstitülerin komünist yuvası olduğu yalanları uyduruldu. Düzmece raporlarla düzmece davalar…

Türkiye’de toprak ağaları iki şeyden çok korktular. Toprak Reformu’ndan bir, Köy Enstitüleri’nden iki.

Köy Enstitüleri en çok, Emin Sazak, Kinyas Kartal, Adnan Menderes gibi Türk ve Kürt büyük toprak ağalarını korkutmuş, tepkilerini çekmiştir. Kinyas Kartal bir söyleşide Köy Enstitülerinin kapatılmasındaki rolünü övünerek anlatmakta; “Doğu’daki bütün ağalara telefon ettim onları topladım. Bir de batıdan buldum Eskişehir’den Emin Sazak. Sonra Menderes’le pazarlığa gittik. (Yıl 1950 seçimlerin olacağı zaman) Dedik ki köy enstitülerini kapatırsan şu gördüğün Doğu’daki tüm toprak ağaları ve Batı’dan Emin Sazak’ın oyları sana. Kapatmazsan oy yok” demektedir. Köy çocuklarının okuyup köylerini “muasır medeniyet” seviyesine getirecek olmalarının yarattığı ürküntü, bu büyük toprak ağalarının daha yasa çıkarken red oyu vermelerine neden olmuştur. Ağalar, enstitüler kapatılırken de ilk kabul oyunu verenlerin başında yer almışlardır.

Kapatıldıktan sonra kaderine terk edilen enstitü yapılarından biri.

İkinci Dünya Savaşı sonrasında kendine dünyada yeni bir yer arayan Türkiye’nin yönünü Batı’ya dönmesiyle birlikte, görevden alınan Hasan Âli Yücel’in yerine Milli Eğitim Bakanlığı’na atanan Reşat Şemsettin Sirer ile birlikte öğrencilerin yönetime katılması uygulamasına son verildi. Batı klâsikleri yasaklandı. Kütüphanelerden kitaplar seçilip meydanlarda öğrencilere yaktırıldı. Serbest okuma ve tartışma saatleri iptal edildi. Kız ve erkek öğrencilerin sınıfları ayrıldı, Kız öğrenciler iki enstitüde toplanarak karma eğitime son verildi. İşlikler kapatılarak, iş başında eğitime son verildi. 1947 yılı sonunda ise Hasanoğlan Yüksek Köy Enstitüsü kapatıldı. 1948’den itibaren İlahiyat Fakülteleri ve İmam Hatip Okulları yaygınlaştırılmaya başlandı… 1954 yılında ise DP hükümeti enstitüleri tümüyle kapattı.

Türkiye bir daha ne böyle bir eğitim seferberliği ne de eğitim gördü. Ancak Köy Enstitüleri ve enstitülerden yetişen öğretmenlerin etkisi on yılları aştı.

Bitti