Zalim ve gözü doymaz bir hükümdara dair masal

EMİNE SUPÇİN

Zamanın birinde hırsı ve açgözlülüğü ile dillere destan, destanlarda nam olmuş, zalim mi zalim bir hükümdar yaşarmış. Öyle bencil öyle bencilmiş ki hazinedeki tüm altınları allem edip kallem edip kendi özel mahzenlerine depolamış.

Hazineyi, yani halkın malını yağmalamış ama gözü doymamış. Ne etse de daha zengin olsa diye düşünmüş ve vergileri artırmaya karar vermiş. Tarla vergileri, yol vergileri, ektiğinden vergi, biçtiğinden, yediğinden – içtiğinden vergi, vergi, vergi…

Bir süre sonra vergi koyacak başka alanlar aramaya başlamış. Aklına süper bir fikir gelmiş.

Gökyüzünün mavisine vergi koymuş. Kim ki gökyüzünün mavisini görüyorsa on akçe vergi verecek diye tellallar tüm ülkede duyuru yapmış. Halk şaşırmış. Zalimin zulmünden şıhlarına, şeylerine sığınmışlar fakat onlar da hükümdara hizmet ettikleri için halkı bu konuda ikna etmişler.

Öyle ya, gökyüzünün mavisi vergilendirilecek en kutsal ögeymiş. “Değil mi ki Yüce Allah’ın özenerek yarattığı bu mavi tavan görülmeye değerdir, öyleyse bu zevkin de bir bedeli olmalıdır” demişler…

Halk tüm masallarda olduğu gibi perişanmış ama yine tüm masallarda olduğu gibi pek aptalmış. Kani olmuşlar, köylerine dönüp bu ağır vergiyi nasıl ödeyeceklerini düşünmeye başlamışlar… Her akşam köyün tek kahvehanesinde buluşur çözüm arar olmuşlar.

Üçüncü gün, içlerinden biri, “Şimdi bu gökyüzüne bakmasak olmaz mı?” demiş. Bir diğeri “Gözlerimizi bağlayalım vergi ödemeyelim,” demiş. Herkesin ağzından bin bir laf dökülürken, bir köşede sessizce vergilendirilmiş çayını yudumlamakta olan bir ihtiyar, aradaki sessizlikten yararlanıp “Öyle olmaz, kökten çözmek gerek,” demiş.

Tüm gözler o yaşlı ve âmâ olan ihtiyara dönmüş. Herkes sus pus… Ne yani vergi vermemek için gözlerini mi kör etselermiş? Önce şaşkınlık ardı sıra normalleşme derken bir süre sonra fikir hiç de tuhaf gelmemeye başlamış. Çünkü artık kimsenin fazladan vergi verecek gücü yokmuş. Karınlarını kuru ekmekle doyurabildiklerine şükreder haldelermiş. Gökyüzünün mavisinden de vergi verirlerse bırak büyükleri, çocukları aç kalacak, gözleri önünde eriyip gidecekmiş.

Köyün deyimiyle, ibiklerini yere dikip düşünürlerken, o ana kadar söze hiç girmeyen köyün delisi dedikleri gençten biri, sessizce ayağa kalkmış herkesin gözü önünde bir köşede yanmakta olan sobaya yanaşmış. Sobanın kapağını açarak maşayla içinden kıpkırmızı bir közü alıp gözlerine bastırması bir olmuş! Köyün delisi acıyla yerlerde kıvranıyor, halk şaşkın, debelenen çocuğu tutup yanan gözlerine su döküyormuş. Bir kargaşa, bir gürültü derken çocuğun çığlıkları durmuş ama halkın derdi bitmemiş.

Her gün tellallar son vergiyi duyuruyor ilk tahsilatın da on gün içinde yapılacağını ilan ediyorlarmış.

Hükümdar halinden memnun, şiş göbeği ile her akşam şahsi mahzenine inip, o gün zenginliğine eklenen akçe çuvallarını sayıp, mutlulukla yatağına gidiyormuş. Umurunda değilmiş halk ya da halkın ıstırapları.

Köylü yine toplanmış kahvehanede. Fakat çok sevdikleri Memiş amca gelmemiş. Merak edip birbirlerine sorarken, kapıda oraya buraya çarpan bir değneğin takırtısını duymuşlar. İçeri girmeye çalışan Memiş amca. Gözleri sargılı, sargının üzerinde benekli kan lekeleri ve elinde âmâ asası.

“Ben artık gökyüzünün mavisini görmeyeceğim. Ama ailem de bu kış açlıktan ölmeyecek inşallah,” demiş.

Hasılı kelam kimi köy ebesine gidip gözbebeklerine damlattırdıkları kezzapla, kimi acımasızca gözlerine sapladığı hançer ucuyla teker teker kör olmaya başlamışlar.

O köyde başlayan bu uygulama tüm ülkeye yayılmış ve vergi mükellefi olanlar vergiden muaf olduklarını düşünürlerken, duruma çok öfkelenen zalim hükümdar, halk arasında hızla yayılan bu körleşmeyi vergi kaçırmak olarak değerlendirmiş ve kendi gözlerine kıyanları zindanlarına attırmaya başlamış. Oysa gözlerini kaybedenler için dünya zaten zindanmış, bunu anlayamamış.

Gel zaman git zaman neredeyse ülkenin tamamı gökyüzünün mavisini görmemek ve onun da vergisini vermemek için aslında sadece çocukları için kendilerini kör etmişler… Tüm ülke zindan olmuş artık onlara. Ve bir gün, ta uzaklardaki bir köyde yaşayan son kişi de kendini kezzapla kör ettikten sonra birden… Ama birden herkesin gözleri açılmış!

Nasıl mı?

Düşünmeye başlamışlar… Bu zalim tek bir kişi. Oysa halk koca koca yığınlar… Atlısı askeri, joplusu polisi gelse bile hepsi tek yumruk olurlarsa bu zalimi devirebileceklerini akletmişler. Kendileri için kurtuluş olmasa bile gençleri, çocukları için bir umut yayılmış.

Aklın ürünü fısıltılar köyden köye, şehirden kente ulaşmış ve çocuklarını, gençlerini bir güzel öğütlemiş, öğretmişler…

Sonra ne mi olmuş?

Zalim devrilmiş, hakça bölüşüp, birkaç nesil mutlu yaşamışlar…

Daha sonra ne mi olmuş?

Tarih tekerrürden ibarettir…