Yusuf ile Balaban Destanı’nın akıbetini araştırmayı sürdüreceğiz

Haziran ayında köyüne gidip yirmi bir yıldır bende bulunan ayakkabıları ile diğer emanetleri Enver Gökçe Dostları Grubu olarak yaptırdığımız büstüyle birlikte köyündeki Enver Gökçe Müzesi’ne teslim edeceğiz.

ALİ EKBER ATAŞ

Heykeltraş Azimet Karaman ve Ali Ekber Ataş, Enver Gökçe’nin büstüyle.

Dört bölüm halinde yayına hazırladığım bu yazı dizisi, Enver Gökçe’nin edebiyat yaşamındaki gelişim çizgisini özetleyerek sona eriyor.

 Enver Gökçe’nin, ana başlıklarıyla yazı ve şiir serüveni…

Halk şiirini keşfetmesi.

Halk ozanları Yunus Emre’nin insancı, Pir Sultan’dan kavgayı ve isyancı özü, Karacaoğlan’dan güzellemeleri, Dadaloğlu’nun ferman dinlemezliği, dağları mesken tutuşundan, Köroğlu’nun yiğitlemelerinden, Divan şiirinden ses, türkülerden nefes, masallardan lirizim damıtıp da hepsinden “el almış” bir şiir.

Hepsinin coğrafyalarından geçip gelen ve tüm bu görkemli ırmaklarda dilini yıkarak arınmış da gelmiş bir şiir. Onun şiiri, bu ucu bucağı bitimsizlikle sınırlı şiir yolculuğundan beslenen güçlü bir damara sahip. Sonra yirminci yüzyıla ağar. İlk gençlik yıllarında Yahya Kemal, Orhan Veli, Mehmet Akif’ten etkilenme dönemlerini çabuk geçer. Safını belirleyip sınıfını seçince sanatını da, sınıf savaşımının emrine verir. Ne ki, şiirin estetiğinden, özünden ödün vermeden yapar bunu. 1940, Dil Tarih yılları başlar. Türk Dili kitaplığında İlhan Başgöz’le karşılaşır. Ölümsüz dostluklarını üniversite yıllarında örgülemeye başlarlar.

Doğaya yönelme, izlenimci dönemi.

Türkülere yöneldiği, halk türkülerini iyi bildiği, hatta söylediği, güzel okuduğu da bilinen dönemdir. “Tatlı ve dokunaklı bir sesin insanıdır”. Eğin’in “Ela Gözlüleri” dilinden düşmez.

Enver Gökçe’nin şiirinde ilk sezilen “koşma” etkisidir.

Daha sonra halk şiirinin baskın etkisiyle karşılaşırız. Özellikle Sabahattin Ali’nin küçük, içli koşmalarıyla tanışır. Çok sever. Çağdaş ozanın, hele hapisteysen, orada yaşanan duyguları anlatmada oldukça yararlı bir tarzdır. İlk koşmalarını hapishane üzerine yazar. Bunlar köy insanının yoksulluğu, çaresizliğini kendine dert edinen, bu derdi yansıtan şiirlerdir.

Şiirde koşma dilini terk eder.

Şiirinin kaynaklarına indiği bir dönemidir bu. Halk türkülerinin yalın anlamı, içli sesi, hüzünlü havalarının etkileriyle kendi şiir dilini/Türkçesini arayıp bulur. Bu kaynak sanatının bütün aşamalarına yansır. Kullanır. Eğin Türküleri, fakültede bitirme tezidir. Dede Korkut Hikâyeleri’ni günümüz diliyle yeniden yazar. Neruda, Çin, Hint, Mısır, Antil masalarının çevirilerine iki de roman çevirisini dilimize kazandırır.

Devlet onu şiirinden koparıp ürünlerini ortadan kaldırdı, ömür boyu işsiz ve aç bırakarak ölüme terk etti.

1950’li yılların karanlık dönemi.

Menderes iktidarının, solcular, özelikle komünistler, aydınlar, şairler üzerinde sürek avına çıktığı dönemdir. 184 kişiyi avlayıp, uzun sorgulu işkencelerin ardından yargılatıp, 167’sinin kafeslerde yıllarca tutulduğu, sonrasında sürgünlerde ölüme terk ettiği bir karanlık dönemdir. İlhan Başgöz de, bu cendereyi atlatmanın yollarını aradığı bu koşullarda, İlhan Dumanoğlu takma adıyla dört masal kitabı yayımlar. Masal kitaplarından Öksüzoğlan’da, Gökçe’nin iki özgün, “Usta Nazar” ve “Şehzadeyle Üç Turunçlar” masalına yer verir. Gökçe’nin bu masalları geçim amaçlı yazdığı, Başgöz’ün de dostuna destek olmak niyetiyle yardımcı olmak için yaptığı belli.

Gökçe’nin çevirilerinde, hem şiirsel metinleri yeniden oluşturması, hem düz yazınsal metinleri/masalları vb., aslını bozmadan, ona en yakın bir biçimde çevirisini yapması şairlik yönünün başarısıdır. Gökçe sekiz masal kitabı daha çevirir. Masal çevirilerin akıbetiyle ilgili şunları diyordu:

“Ekonomik sıkıntılar baş gösterince, kendi köyüme yerleşmem gerekiyordu. İstanbul’a veda ederek köyüme yerleştim. Kitapların basılıp basılmadığı konusunda bilgi alamıyordum. Bir kazık daha atılıyor bize.”[1]

(Ayrıca bkz Mehmet Ergün: “Gökçe’nin masal çevirileri” yazısında, onun hem çeviri serüvenine hem de çevirdiği masalların çeviri niteliğine, çevirideki başarısında, şairliğinin ne kadar etkili olduğuna dikkat çeker. /Berfin Bahar, Kasım 2018, sayısı 249.)

Gökçe yaşadığı sürece, iktidarın zulmüne uğramış, yetmemiş iktidar, 167 kişinin içinde yalnızca ona “müseccel bir komünist” damgası vurarak, devletin bütün kurumlarının kapılarını yüzüne kapatarak, cezalandırma yoluna gitmiştir. Bununla da yetinmemiştir.

Onu şiirinden koparıp, ürünlerini ortadan kaldırdı. Siyasal düşüncelerinden ötürü intikam almak uğruna, ömür boyu işsiz ve aç bırakarak ölüme terk etti.

Enver Gökçe, 61 yıllık ömrünün 42 yılını adadığı davasından, bir adım geriye düşmemiş ve döneklik etmemiştir. Daha genelleyerek söyleyeyim: Sanat alanında 1940 Kuşağından hiçbir şair, yazar ve sanatçı; 951 Tevkifatı’nda ceza alan 167 kişiden hiçbiri döneklik etmemişlerdir. Ölümle giriştikleri işkence sınavlarından onurla çıkmışlardır. Hiçbiri davasını satmamıştır.

Bu bağlamda, hem 1940 Kuşağı şairlerinden, hem de 951 Tevkifatı’nda ceza yedi yıl hapislik, üç yıl sürgünle cezalandırılan Enver Gökçe’nin 10 yılı çalınmıştır hayatında. Bu on yılda dünya kaç kez döndü, hangi değişim ve dönüşümleri yaşadı, dışarıdaki ve dünyadaki hayat nasıldı, bütün bunlardan uzak, dört duvar arasında geçirdi. Yetmezmiş gibi, 1948 yılındaki Türkiye Gençler Derneği davasındaki üç aylık gözaltı sonrasında adının önüne “müseccel bir komünisttir” damgası vurulması yakasını bırakmaz. İlkin 1951’de İstanbul’da Kadırga Yurdu’ndaki işinden edilir. Hapislik ve sürgün sonrası 1962 yılında Ankara’da, Fethi Giray’ın çıkardığı bir günlük gazetede işe girer. Bir reklam gazetesidir bu. Yanına İsmail Gençtürk adında bir genci veriler. Altı ay birlikte çalışırlar. Ne ki altı ayın sonunda, 1963 yılı sonlarına doğru bu gazete de kapanır. Yine “işsizlik o büyük hapishanede” mahkûmiyete devam…

Meydan Larousse’un başında bulunan Hakkı Devrim’in olup bitenlerden hiç haberi olmamış mı?

Bütün bu kötülüklerine karşın devletin, devrimci onuruyla direndi. Kimseye minnet etmedi. Ekonomik sorunlarının arttığı dönemlerde, çocukluğunun anavatanı köyüne gitti. Köylülerinin yanında, çok az süreli de olsa, mutlu oldu. Mutlu olduğu bir dönemi daha vardır. O da Yaşar Kemal’in Meydan Larousse’da bu işte ihbar edilene değin çalıştığı üç aylık süredir. Büyük olasılıkla, Menekşe’deki evin bulmasına da Metin ilkin yardımcı oluyor. Zira Metin İlkin o dönemlerde, Bakırköy Bahçelievler’de oturmaktadır. Bakırköy Bahçelievler arasında, dönemin koşulları gözüne alınınca epeyi bir mesafe vardır. Bahçelievler’den Bakırköy’e, Bakırköy’den trenle, iki durak sonra ver elini Menekşe. Bir şekilde Enver Gökçe ile buluşup Menekşe’deki kalacakları evi bulmuşlardır Gökçe’ye.

“Hiçbir başarı cezasız bırakılmaz” ülkemizde. Bu anlayış, bu kez de İstanbul’da gelip bulur Enver Gökçe’yi.

Menekşe’de kalanlardan biri de, Hasan izzettin Dinamo’dur. Dinamo, 1916’da Sarıkamış’ta Ruslar’a esir düşen Halil Yalçınkaya’nın damadır. Aynı dönemlerde kalmış olma ihtimali yok. Karşılaşmadıkları da belli. Ne ki, birbirlerinden haberdardırlar mutlak. O dönemin hangi aydınının, diğerinden haberi olmamıştır ki! Hiç karşılaşmasalar bile, birbirlerinden haberlidirler. Ancak, damgalanmış bir komünist olarak Enver Gökçe’den, insanlar köşe bucak kaçarlar. Gökçe, bu üç ay boyunca, Menekşe’den trenle Sirkeci’ye, ordan da Cağaloğlu’ndaki Meydan Larousse’a…

“Hiçbir başarı cezasız bırakılmaz” ülkemizde. Bu anlayış, bu kez de İstanbul’da gelip bulur Enver Gökçe’yi. Meydan Larousse’un başında hakkı Devrim vardır. Değişik dillerde birimleri olan bir çalışma yeridir Meydan Larousse. Enver Gökçe, büyük olasılıkla Fransızca bölümünde başlar işe. Ne ki, bu mutlu çalışma dönemi fazla uzun sürmez. Çünkü içerden yeni çıkmıştır ve damgalıdır. Kuşlar, Gökçe ile ilgili “müseccel bir komünist”tir haberinin kar suyunu, Sami Günersu adında ağzında bakla ıslanmayan zatın kulağına kaçırmıştır. Çok geçmez üstüne bulaşan bu “ihbarcı” çamurunu Gökçe’nin çalıştığı bölümün sorumlusuna, o da meydan Larousse’un patronuna… Enver Gökçe’ye, muhasebeye uğramasını ve maaşını alıp, bir daha işe gelmemesi söylenir. Gökçe, ceketini aldığı gibi, muhasebeye uğramadan terk eder orayı. Meydan Larousse’un, o dönem başında bulunan Hakkı Devrim’in belki de bu olup bitenlerin hiçbirinden haberi bile olmamıştır.

Ben onun bu yaşam öyküsünü okurken yoruluyorum. Bu yalnız kalışlarının korkusunu tadıyorum. Susuşlarının ağırlığı omuzlarıma fazla. Böyle duyumsadığım Gökçe için, Gökçe’nin Dede Korkut masalı için, Dede Korkut alanında, üniversitenin kapısı diyebileceğimiz Orhan Şaik Gökyay şunları söylüyor onunla ilgili:

“Yazar bunu Türkmence aslından hazırladığını söylemekle yetinmiş, üzerinde ne gibi değişiklikler yaptığını söylememiştir. Okuduğumuz zaman görüyoruz ki değişiklikler daha çok birtakım kelimelerin sınırları içinde kalmıştır. Bunların da sayısı çok olmadığı gibi hikâyelerin havasını bozacak nitelikte de değildir. Bugünün okuyucusuna göre hazırlanmış Dede Korkut hikâyelerinin içinde, eserin aslına en çok sadakat göstermiş ve bu yolda başarılı olmuş olan yayımlardan biri.”[2]

Orhan Şaik Gökyay’ın M. Necati Sepetçioğlu’nun Dede Korkut’u çevirisi için söylediklerine de bakalım:

“(…) Dede Korkut destanlarının havasını bozmuş, destanın gücü olan kelimeleri bir yana atarak bunların yerine güçsüz, yakışıksız, anlamsız karşılıklar koymaya çalışmıştır. Türkçenin kendi öz malı olan sözcükleri bir yana atarak onların yerine yabancı dilden karşılıklar aramıştır. Bunlar kitabın destan havasından çıkmasına yol açmakla kalmamış, kitabı, (…) bir oyun haline döndürmüştür.” [3]

1940’lı yılların (1942) ilk yarısı, Divan şiirinin keşfiyle geçer. Özellikle Dil Tarih’ten Hocaları Abdülbaki Gölpınarlı’nın etkisiyle.

Nef’i, Fuzuli, Baki ve Nedim’le tanışır. Nedim’in, İstanbul Türkçesini iyi bilmesi ve kullanması etkiler. Halk şiirine yakınlığını keşfeder. Belki de etkilenmesin en büyük nedeni Nedim’in “Hovardalığının, onun sevgisinde de, üzüntüsünde de insan” kalışının yansımalarını bulduğundan.

Enver Gökçe’nin şiirinde Divan şiirinin etkisi, “şiirde duygu mu, düşünce mi” sorusunda anlamını bulan düşüncenin yatağında duygunun akışı biçiminde söylenebilir. Kolay sezilmez. Divan şiirine yakın olmayanların bunu sezmesi oldukça zor. Hatta imkânsızdır diyebiliriz. Örnek vermek gerekirse: “gönlümüzce”, “evvel madde ahir fikir”, “şol aklı bilmezlenenler”, “hayal etmesi zor”, “ben berceste mısraı buldum”, derken salt Divan şiirini ustaca söylemesi dikkat çekmez, onun sözcükleri ile de konuşur.

Enver Gökçe’nin şiirsel evrimsel gelişiminin devrimci bir yapıya dönüşmesi…

Büyük bir atılımla, düşünsel gelişiminin ileriye yönelen bu ivmesiyle, Gökçe’nin Divan şiirinden, yeni ve devrimci şiire evrilen bir gelişme gösterir. Divan şiirinin biçimsel yapısını (çift dizeli dizilişleri) sever. Dahası, insan duygusunu en iyi anlatan yanını, ince ve duyarlı yönünü unutmaz.

1945 yılı. Özellikle Abdülbaki Gölpınarlı’nın Divan şiirine yönelik abartılı eleştirileriyle yeren “Divan Edebiyatı Beyanındadır” kitabının etkisiyle Divan şiirine uzak durduğu yıldır. Ne ki, asıl etki Nâzım’ın Türk şiirindeki devrimci atılımıdır. Öyle ki şiirlerini okuyan Gökçe büyük karamsarlığa düşer. Şiir yazmaktan uzaklaşır. Bu duraklama döneminde imdadına Dede Korkut Masalları yetişir.

İlhan Başgöz, Enver Gökçe’nin, Nâzım’la karşılaştığında düştüğü bunalımı, Dede Korkut Masalları’nın çevirisiyle aşar. Onun şairlik serüvenindeki özel yerini şu sözleriyle dile getiriyor:

“(…) Nâzım’ın şiiri Enver’i şaşırttı. Yaptığı işe güvenini sarstı. Uzun zaman şiir yazamadı Enver. ‘Usta her şeyin en iyisi söylemiş, başka ne yazılır artık?’ diyordu. Bu durulama ne kadar sürdü bilmiyorum. Ama, bu eziklikten Enver’i Dede Korkut Kitabı’nın kurtardığını biliyorum. (…) Dede Korkut’u Enver o vakit okudu. Sanatçı sezişi ile hemen ondaki yinelemenin, iç uyakların, arı Türkçenin ve bir destan soluğu içinde verilen yalın insan duygularının tadına vardı. Yeniden şiir yazmaya koyuldu…” [4]

Gökçe’nin şiirindeki bu evrimsel devinimin, devrimsel bir yapıya dönüşmesinin süreci şu şekilde olur:

Koşmadan Halk şiirine, Halk şiirinden Divan’a, Nâzım Hikmet’ten Dede Korkut’a, masaldan tekerlemeye biçiminde olgunlaşarak gelişir. Bu bireşimi Gökçe, 1943 yılında yakalar. Şiir yükü yoğun sözcükler seçer. Bunları dizelemede, destelemede, bu geleneklerin tümünden yararlanmıştır Gökçe. Şiirde ustalaşmanın yol döşemelerine başlamıştır. 23 yaşındadır. En verimli ve en coşkulu, heyecanla geçen bir yaşamın içindedir. Şiir tutkusu, dil bilinci, düşünce açılımının en yoğun yaşandığı bu yılları, ne yazık ki çok sürmez. 1950’ye gelindiğinde 30’una basmıştır ve olgunluğunun en heyecanlı en iyi döneminde, en iyi yapıtların vereceği bir yaştadır. Ama…

Zeynal Gül, İbram Erdem ve Ali ekber Ataş, Enver Gökçe’nin mezarında.

Neruda çevirileri ne oldu? Ya “Yusuf İle Balaban Destanı”nın sırra kadem basmasını ne yapacağız?

Güzel şeyler olamadı değil, ondan sonra. Köylüleri ve kimi hemşerilerinin çabalarıyla, adına “Enver Gökçe Müzesi”ni açtılar köyünde. Aramızdan ayrılışından 27 yıl sonra, “26 Haziran 2008”de. Bizler de, “Enver Gökçe Dostları Grubu” olarak, doğumunun 100. Yılı anısına, ”Enver Gökçe Toplumcu Gerçekçi Şiir Ödül” yarışması ile yeni bir büstünü yaptırdık. Daha önce, Ağustos 1999’da köyüne gitmiş, doğduğu evini gezmiştim. Akrabası Kadir Kıbrıs ve eşiyle de tanıştım. Doğduğu evinde gördüğüm manzara ise…  İki katlı evinin, alt katında odanın biri ahır, diğeri samanlık yapılmış. Fotoğraflar çektim. Duvarda asılı bir baston, kenarda köşede poşet içinde sıkıştırılmış, soğuk kış günlerinde, romatizmaları azmasın diye giydiği, cizlavet lastikleri ve mesleri… Ayakkabıları yirmi bir yıldır bende. 2021’in Haziranında köyüne gideceğiz. Emanetlerini, Enver Gökçe Dostları Grubu olarak yaptırdığımız büstüyle birlikte müzeye bırakacağız.

Sahi, Enver Abi, rahatsızlanıp eve götürüldüğün o gün neler olmuş huzurevinde senden sonra?

19 Kasım 1981 Perşembe gününden önce, huzurevinden seni almaya gelen Ayten abla, Neruda çevirilerinden haberdar mıydı?

Sahi kim ya da kimler almış olabilir ki, hâlâ çıkmadılar ortaya?

Sağlığında, yanına gidip gelen dostların, Neruda çevirileriyle uğraştığını yazıp çizdilerdi. Neruda çevirileri ne oldu?

Ya “Yusuf İle Balaban Destanı”nın sırra kadem basmasını ne yapacağız?

Şiirlerini not aldığın defteri de saymıyorum!

Bütün bunlara inanmadığımızı düşünüyor olamazsın Enver Abi?…

Işığın bol, devrin daim olsun, “

“Dost dost ille kavga”…

03.11.2020/Kartal.


 [1] “Kendi diliyle öz yaşamı”, Enver Gökçe Yaşamı Bütün Şiirleri.  AYKO Yayınları. S: 18. ULUS/ANKARA/Aralık 1981

[2] 33. Aydın Tataroğlu, Dede Korkut Masalları, İstanbul, 1968 (Kasım)

[3] ‘35. M. Necati Seperçioğlu, Dede Korkut, Toker Yayınları, İstanbul, 1972.

[4] İlhan Başgöz, “Enver Gökçe İle Bir Nice Yıl,” Yazko Edebiyat Dergisi, Nisan 1982, SAYI: 19. / Ayrıca bkz: Ali Ekber Ataş, “Doğumunun 100. Yılında Enver Gökçe’ye Armağan”. Sayfa: 23. H2okitap. 1. Baskı, Aralık 2020, İstanbul.

PAYLAŞMAK İÇİN