Yine konuşuruz kendini yalnız koyma, beni umut/ma! 

Döğüşe döğüşe kopmalı insan kendisinden. Döğüşe döğüşe de kendisine gitmeli. İnsanın vicdanı gelişmeyince korkuyu asla yenemez. Korkuyu yenemeyenler de kendinden kaçar ve başkalarına sığınır. Boyun eğer ve güce tapar… Dahası sürülere karışır. İnsanın kendisi olmayan bir başkasına dönüşmesi ne korkunç değil mi?


HAYRETTİN GEÇKİN

 

Yaşamak birer birer ve hep beraber
İpekli bir kumaş dokur gibi
Hep bir ağızdan
Sevinçli bir destan okur gibi”

Aksini düşünmüyorum fakat, Ay’a salıncak kurmayı öğrenene kadar çocuk kalmayı isterdim. Ama bir yandan da anladım bunun hiçbir zaman başarılamayacağını. Bu yüzden ekinlerim gök kaldı. Yıldızların arasında kulübem bile yok. Dudaklarımın çatlağı, susuzluğum, özlemlerim… Yalnızlığıma öyle bir alıştım ki “hiç” olmam dokunmuyor artık bana. Çocukluğuma yaklaşmayı denemiyor değilim günde birkaç kez. Masallara sürtünmekten, söylencelere yüz sürtünmekten de vaz geçemedim bir türlü. Galiba kalbimin büyüklüğü bedenimin büyüklüğünü geçene kadar da bu böyle devam edecek.

Yerin çekirdeğine vardıkça

“Yolunu yaşama çevir madem şiir yazıyorsan,” dedi annem!  Mezar taşları konuşmaz sanıyordum. Arkamdan; “Taş bile erir, yeter ki sen kaskatı olma oğul” diye bağırırken sağlığındaki gibi aydınlıktı sesi. Yetmemiş suların aydınlığı da sesine yansımıştı sanki. Yolda, C. G. Jung’un; “Ölüme bakıyorum, çünkü bana nasıl yaşanacağını öğretiyor,” sözü  ayağıma takıldı. Bereket düşmedim! “Görecek günler var daha” diye bağıra bağıra yürüdüm gölgemin önünden.

Ağaç deyip geçmemek gerek, ot deyip geçmemek gerek. Somgüz geldiğinde yaşama dönmek için ölümle örtünen ne varsa onlara saygı duyulmalı. Kurdun, kuşun, börtü böceğin dilini öğrenme merakım o yüzden. Bütün kekeme dilleri sevmeye de böyle başladım zaten… Aşkça, kuşça, toprakça… hep kekeme dillerdir. Kendini çürümeye bırakan bir gemiye söz geçiremediğim için konuşmayı unutmak istedim bir ara. Sözsüz de konuşulabileceğini sözcüklerin koynuna girmeden asla akıl edemeyeceğimi şimdi daha iyi anlıyorum. Sözcükler çok derindir. Yerin çekirdeğine vardıkça bu derinlik daha da artar; baş döndürür. Ama bunu anlamak için kendini aşkla ve uçurumlarla sınamalı insan.

İnsanı ışığa çıkaran kitaplar tehlikeli olarak belletilmişti. Nerdesin “Küçük Kara Balık”? Nerdesin “Şeker Portokalı”? “Aya Yolculuk”, “Küçük Prens”, “Bir Şeftali Bin Şeftali”, “Beyaz Diş”, “Demiryolu Çocukları”, “Filler Sultanı ve Kırmızı Sakallı Topla Karınca”, “Ezop Masalları”… Binbir Gece Masalları” nerdesiniz? Sizlere ortak sorum şu: Çoktandır ayrıldım çocukluğumdan çünkü. Acaba  “Kırmızı Başlıklı Kız”  her defasında kurdun önüne çıktığı yolu değiştirmeyi akıl edebildi mi? Bir de Heidi’yi çok merak ediyorum, çıplak ayaklarıyla rüyalarıma basıp dururdu bir zamanlar…

İnsanın en uzun koşusu

Bana dünyanın kokusunu öğrettiğiniz için sizlere çok teşekkür ediyorum bu arada. İnsanı alıp karanlığa götüren ve ona içinden çıkamayacağı duvarlar ören kitaplardan sizler sayenizde kurtulduğumu ifade etmenin de tam zamanı. Şu elma büyüklüğündeki kalbime siz sahip çıktınız. Sizi tanımasaydım neyin, nasıl okunacağını atlayarak salt okumanın yeterli olacağını sanırdım. Böyle ayazsam, böyle avazsam sizin yüzünüzden biraz da, sağ olun! Kendimi, başkalarını ve dünyayı anlama bilgisini, insanlık bilgisi ve sürekli bir öğrencilik olarak anlıyorsam yine sizin sayenizde. “Bilenler cahildir!” demiş ya bir bilge. Artık bunu anlayabiliyorum. Demek istediğim beni merak etmeyin. Dünyaya karşı geldiğimden ve dünyadan yana olduğumdan emin olun.

Hayata dair ilk ve anlamlı sorum dünyaya nereden gidilir sorusudur. Bu nedenle aşkım da değişti çoktandır, doğrularım da..  İnsan doğrularına sahip çıktığı kadar yanlışlarına da sahip çıkmalı aslında. Yoksa neyin toplamı olduğunu asla bulamaz. İnsanın kendisini aşarak gerçekleştirebileceğine hep inandım, hâlâ da inanıyorum. İnsanın en uzun koşusu kendinedir çünkü. Dünyanın en zor koşusu da bu bence. İnsan yol halinde olmalı bana göre. Yol hali düş halidir, düşünce halidir, görme, öğrenme, şaşırma halidir. Hele insanın kendisine ve dünyaya karşı soruları varsa kim bilir yolda ne aşklar gelir başına.

Döğüşe döğüşe kopmalı insan kendisinden. Döğüşe döğüşe de kendisine gitmeli. İnsanın vicdanı gelişmeyince korkuyu asla yenemez. Korkuyu yenemeyenler de kendinden kaçar ve başkalarına sığınır. Boyun eğer ve güce tapar… Dahası sürülere karışır. İnsanın kendisi olmayan bir başkasına dönüşmesi ne korkunç değil mi? Öylelerinin kendilerine dair bir yalanları bile olmuyor ne yazık ki. Kaçınmak lazım onların arasına karışmaktan.

İnsan için asıl tehlike

Bir kerelik yaşam dünyada bulunmaya değmeli öncelikle. Korkunun boyunu geçmeden dünyada bulunmanın hakkını veremez kimse. Öylesine yaşar, yer tutar, kalabalık eder yalnızca. Yaşamış olmakla bir değişimin, bir dönüşümün içinde olmadan, bir fark yaratmadan geçip giden bir ömür kendine karşı da başkalarına karşı da şefkatli olmaya yetemez aslında. Başkalarını anlamaya onlara bir yardımda bulunmaya ben diyeyim bencilliği, sen de egosu asla izin vermez. İnsan için asıl tehlike de bu bence. İnsanın insanlıktan düşmesi gelir bunun ardından.

Nâzım’la başlamıştık, yine onunla bitirelim:

“Gelecek günler için
Ayet inmedi bize
Onu biz, kendimiz
Vaat ettik kendimize…”

Ayrılık zamanı: Ağaçları, kuşları, suları selamlamalıyım. Göğün sokaklarını, dağları, taşları… Ve kokusunu tohumun, toprağın… Çocuk sesleri ve gül sesleri duymalıyım. İyi bir yıl dilemeliyim kim önüme çıkarsa.

Yine konuşuruz, tamam mı?

Kendini yalnız koyma!

Beni umut/ma!

 

PAYLAŞMAK İÇİN