Yılmaz Güney ve Arkadaş Filmi

Emperyalizm insanların bilinçlerini esir alırken bir yığın silahla hücuma geçer. Halkı geleneksel bağlarından koparır. Değer ölçülerini parçalar. Ahlâksızlık ahlâk olur. Namussuzluk namus olur.” (Yılmaz Güney)

 

AV. CEM BAYINDIR

Ankara hukukta okurken, Ulus’ta bir lisede müdürlük yapan dayımı okulunda ziyaret ettiğimde, siyasal kaygılardan olsa gerek, atmayı düşündüğü VHS bir kaseti elinden almış, üzerinde Almanca yazılar ve Yılmaz Güney’in fotoğrafı olan bu kaseti yurttaki dolabımda saklamaya başladığımda, ben de bir süre tedirginlik duymuştum. Sonradan evde Almanca dublajlı olarak, tek bir cümlesini bile anlamadan izlediğim filmin belgeseli andıran görüntüleri bile beni etkilemeye yetmişti.  

İşte Arkadaş filmiyle tanışmam böyle olmuştu. Bilindik Yeşilçam kalıplarına pek benzemeyen, sansüre uymadığı ve müstehcen olduğu gibi gerekçelerle Adana Savcılığınca hakkında soruşturmalar da açılan 1974 yapımı filmde, öğrencilik yıllarından tanışan iki arkadaşın yıllar sonra karşılaşması anlatılır. Cemil (Kerim Afşar) zengin olmuş, bir kıyı kentinde kentsoylu bir kadınla evlenmiştir.

Hapisten yeni çıkmış olan Âzem (Yılmaz Güney) ise arkadaşının yaşamının değiştiğini, yozlaştığını görür. Cemil’in 18 yaşındaki baldızı Melike (Melike Demirağ) Âzem’e aşık olur. Filmin sonunda Cemil gerçeklerle yüzleşir ama bir tabanca sesi ile biten filmin sonu izleyenlere bırakılır.

9 Eylül 1984’te 47 yaşında ölen Yılmaz Güney geride birçok önemli sinema ve edebiyat yapıtı bırakmıştır. Kanımca, Türk Sinemasının en başarılı yapıtı olan “Yol” filminden sonra “Sürü” ve “Arkadaş” da sinemaya getirdiği yenilikler bakımından çok önemli çalışmalardır. Özellikle Arkadaş filmi kimilerince eleştirilere uğramış ve gerçeklikten kopuk olarak değerlendirilmişse de bana göre son derece gerçekçi ve doğru bir filmdir.   

“Büyük kahkahalar atarak, çatal ve bıçaklarla saldırırlar yemeklere… Yedikleri, fabrikalarında çalışan emekçilerin nafakasıdır. Yedikleri, köprü altlarında yatan çocukların namusudur. Yedikleri, iyi ve güzel şeylere inananların beyinleridir. Şehvetli bir iştah ile tüketirler aydınlık ve umutlu her şeyi…”

Ülkemizde yönettiği son filmde Yılmaz Güney burada hem sol düşüncenin çıkmazlarına hem de Cemil üzerinden toplumun yozlaşmasına gönderme yapmaktadır. Gerçekte Yılmaz Güney yozlaşmış toplumsal yapıyı yerlere vururken kurtuluş yolunu karşılıklı konuşmalarda göstermektedir.

“Geriye dönüş yok. Hep ileriye…”

Siyasal bir film olan Arkadaş’ta Güney’in, Âzem’i oynarken birçoğumuzun yanılgısı Âzem ile Yılmaz Güney’i özdeşleştirmek olmuştur. Çünkü gerçek yaşamındaki Güney gibi, Âzem de birey olarak birtakım yanlışlar ve çıkmazlar içindedir.

Sözgelimi Âzem, Cemil’i kazanmak gibi bireysel çalışmaları, tatil köyünde tanıştığı kadın ile yoz bir ilişki kurması, Cemil’in karısını tokatlaması, pavyona, randevuevine gitmesini bu yanlış tutumlarına örnek sayabiliriz.

Aslında Onat KutlarArkadaş, Yılmaz Güney’in çabasının bütünü değildir. Sinema sanatımızın ustası olan Yılmaz Güney, kendi kendisinin acemisidir…” derken, filmin öncü olduğu, yeni yapıtların geleceği konusunda güçlü bir öngörüde bulunur.

Gerçekten de Güney bu filmle birlikte artık yalnızca siyasal film yazacak ya da çekecektir. Onat Kutlar yazısının sonunda, “Yılmaz Güney bu filminde ideolojik yeterliliğe ulaşamamıştır, siyasal yanlışları vardır. Gerçeklik tam olarak verilememektedir, ya yüzeysel, eksiktir ya da gerçeğe aykırıdır” der ama “devrimci sanatımızın tarihinde alçak yürekli ama önemli bir basamak olan Arkadaş’ın yürekli yönetmenini selamlayarak hakkını da vermek gerekir” demeyi de ihmal etmez.  

Filmde hiç kimsenin iyi ya da kötü; ya da kusursuz olmaması dikkat çekicidir.

Özellikle Semra’nın konuşmalarında sola-devrimci anlayışa yergi vardır. Filmi izlerken Âzem’in bulunduğu çevreye yabancılığı, kolunun, bacağının, bedeninin duruşunda bile onun bu toplumun insanı olmadığını hemen anlayabilirsiniz. Ancak filmde Âzem’in önemi, eksikleri, kusurları değil, onun devrime ve sosyalizme inancını sürdürmesidir.

Âzem filmde izleyicidir. Cemil’in bulunduğu toplumun yozluklarını onunla izler ve onunla düşünürüz. Film başından sonuna gözlem ve sorgulama filmidir, izlenimcidir, belgesel bir yanı vardır.

“… Ne güzel şey insanın yarınının olması. Benim için yarın hep karanlıktır Âzem…”

Âzem, tüm bir yoz düzenin tek başına üstesinden gelemediği, ancak devrimci bir dayanışma ve mücadeleyle bunların üstesinden gelinebileceğini sezdirir, hissettirir bize. Kaldı ki, filmin sonunda Âzem ayrılırken arkasında o yoz düzen olduğu gibi durmaktadır ama bir umut belirmiştir. Bu umut genç bir emekçide uyanan bilinçte ve Âzem’in de duygusal bir arkadaşlık düşünden, yeni bir burjuva alışkanlığından sıyrılmasında da görülür.  

“… Bizim gerçek yargıcımız halktır…”

Âzem’in Cemil’le Orta Anadolu’ya onun köyüne gitmesi ve oradaki ailesini ve yaşamı göstermesi, çözümün köylülüğün kentliliğe tercih edilmesinde bulunması değildir.

Bana göre, Âzem burada köyü karşıtlık ya da seçenek olarak sunmayıp tersine köyün de kendine yabancılaşmış bir topluma çözüm olmadığını anlatmak istemektedir.  

Film gerçekçi olduğu gibi net ve açıktır da. Âzem’deki gelişme sürecinin sürmesi, burjuva alışkanlıklarını tümüyle yenememiş olması kadar Cemil’in de iyi ve göze hoş gelen bir yanı olduğu mutlaktır.

Burada gerçekten de Cemil, insan olarak tümden insanlık düşmanı, kötü bir zengin değildir, sol düşüncelerini tümden yitirmemiştir ama sömürü düzeninin bir parçası olmuş, kişiliği tükenmiş, ahlaksal bir çöküntüye uğramıştır. Demek ki, sorun bireyde değil düzendedir, bu sınıfın ideolojisinde, ekonomik egemenliğindedir.

Birçok filmde göremediğimiz sahnelerin insanın dikkatinden kaçamayacak değin güzel sunulduğu Arkadaş’ta genç bir kızın Azem’e aşık olması, Ahmet Arif’ten okunan şiir, kötü koşullarda ekmek mücadelesi veren Sulukule kadınları, randevuevindeki kadının yazdığı şiirinin Hürriyet gazetesinin ekinde çıkması, emekçi bir gencin bireysel başkaldırısı ve devrimciliğin ne olduğunu keşfetmesi, aldatmalar, konuşmalar, eğlenceler, sahtelikler, amaçsız yaşam, yozlaşmalar olağanüstü bir gerçeklikle verilir, bu gerçeklik olağanüstü güzel aktarıldığı gibi topluma çıkış seçeneği de sunulur.   

“Biz kimlerle uğraşmamız gerektiğini iyi saptamazsak yanılgı ve yenilgi bizim için kaçınılmaz olur. Biz her adamı doğru yola getiremeyiz arkadaş. Elimizde değil bu.”

Yılmaz Güney, Arkadaş filminde de özgündür, sinemanın alışılmış yapısını kırmayı yine başarmıştır. “Hücrem” kitabında, “…burjuva dünyasının pislikleri içinde, sübjektivizmin batağında eriyen bir insandım. İmdadıma 12 Mart yetişti…” derken bu filmin aynı zamanda bir çeşit öz eleştiri, kendisiyle hesaplaşma olduğunu da anlarız.

Yılmaz Güney burjuva toplumlarında yozlaşmanın büyüklüğünü, ikiyüzlülüğü, sahteliği dosdoğru verirken kendini de bu tip solculuğu da yermeyi bilir.

Söyledikleri ile yaşayışları birbirini tutmayan herkes gibi, solcular da bu yergiden nasiplerini alırlar. Kendilerine aydın diyen, halkın sorunlarına çözüm olmak yerine bu sorunları görmezden gelen günümüzde de bolca gördüğümüz bu tiplerin gerçek yüzleri “Cemil” kişiliğinde anlatılır.

Filmin sonunda duyulan silah sesiyle, Cemil’in mi yoksa karısının mı öldüğünü bilemeyiz. Sonuç izleyicinin düş gücüne bırakılmıştır. Ancak Âzem’in silah sesiyle birlikte gülümsemesi yozlaşmanın gittikçe tükeneceği ve sosyalizm umudunun yeşerdiğinin bir kanıtıdır. 

“Bir şey çökerken, tükenirken, öte yandan yeni bir şey doğar ” …

Cemil’in, yozlaşmış karısının kendisine attığı tokat üzerine, Âzem’in “Bu tokatın hesabını soracağız; bir gün mutlaka!” sözü de örgütlü bir devrimcilik ile yozlaşmadan ve emperyalizmden kurtulmanın mümkün olduğuna bir işarettir.

Kısaca Güney, bu filmde de daha önce yapılmayanları yapmış; sansürün baskısı altında, sanatsal eksiklikleri, kusurları, yerilecek birçok yanına karşın ve yine de düşüncelerini seyirciye aktarabilen etkili bir film çekmiştir. Yılmaz Güney’i çelişkileriyle kabul etmek, bir yanda eski filmlerindeki gibi sert, kavgacı, duygusal, taşralı, kabadayı Doğulu yanını; öte yanda siyasal görüşlerine sıkı sıkıya bağlı, özgüvenli, akılcı, yetenekli, üretken, insancıl, aydın, Batılı yanını, insansal kusurlarını bilerek ülke dışına taşmış sanatçı kişiliğiyle ve sinemamıza çağ atlatmış yapıtlarıyla değerlendirmek daha doğru olacaktır.

 

PAYLAŞMANIZ İÇİN