Yaşamdan tiyatroya tiyatrodan yaşama yansıyanlar

Yıllarını bu sanata veren Prof. Dr. Zehra İpşiroğlu gözlem, deneyim, eleştiri, yorum ve tüm düşünsel birikimini “Yaşamdan Tiyatroya Tiyatrodan Yaşama” adlı kitabında topladı. İpşiroğlu ile tiyatro sanatındaki gelişmeleri, farklı yaklaşımları ve uygulamaları konuştuk.

 BEYAZIT KAHRAMAN

Tiyatro sanatı toplum yaşamında çok eski devirlerden beri önemli bir yer edinmiş. Antik dönemden günümüze kalan tiyatro yapıları ve yapıtları bunun kanıtı. İnsanlar tiyatro sanatını icra ederlerken bireysel ve toplumsal sorunları mı irdelemek istediler? Düşüncelerimizi, hayallerimizi, eleştirilerimizi mi? Varsayımları mı? Olabilecekleri mi? Tiyatroya neler yansıyor? Tiyatro neleri yansıtıyor? Gerçekleri yansıtabiliyor mu tiyatro? İnsanların eğitilmesine, kültürlenmesine katkısı oluyor mu? Tiyatronun toplumsal kalkınmaya, çağdaşlaşmaya katkısı nedir? Tiyatro bir eğlenme, hoş vakit geçirme aracı mıdır? İnsanlık tarihinde neden bu denli önemli bir yere sahip tiyatro sanatı?

Bu sanat dalında yıllardır emek veren Prof. Dr. Zehra İpşiroğlu gözlemlerini, deneyimlerini, eleştirilerini, yorumlarını, düşünsel birikimlerini Yaşamdan Tiyatroya Tiyatrodan Yaşama adlı yapıtında topladı. Kendisinden, tiyatro sanatındaki gelişmeleri, farklı yaklaşımları ve uygulamaları öğrenmek istedim.

YARATICILIK KAYNAĞINI ÖZGÜNLÜK VE SAHİCİLİKTE BULUR

-Yapıtlarınızın birçoğunu okudum. Yazdığınız oyunların birkaçını izleme olanağını bulabildim. Yazınsal ve düşünsel dünyamıza katkılarınız çok önemli. Oyun yazarı ve eleştirmen olarak kazandığınız ödüller burada sayamayacağım kadar çok. Merak edenler, bu tür bilgileri son kitabınızdan edinebilirler. Akademisyen olarak İstanbul Üniversitesi Dramaturji veTiyatro Eleştirmenliği Bölümü’nde, Essen Üniversitesi’nde yaptığınız çalışmalarınızın ayrı bir değeri, önemi var. Bunları özetlemek bu söyleşinin boyutlarını çok aşar. Ülkemizde tiyatro sanatının geçmişine kısaca göz atmakla başlayalım. Tiyatro oyun yazarları, yönetmenleri ve oyuncularının bu sanatı uygularken belli bir amaçları var mı? Nedir? Ne olmalı?

-Doğrusunu isterseniz tiyatro yapanlar o kadar çok ki bu alanda her tür düşünce, görüş ve ideoloji gündeme gelebiliyor. Ancak kültür endüstrisinin dayattığı kurallara göre, oynayanlar görünür olma şansını daha kolay yakalayabiliyorlar. Tıpkı diğer sanat alanlarında, sözgelimi çoksatar romanlarda, Holywood türü filmlerde olduğu gibi… Bu alanın dışına çıktığınız oranda kendinizi kabul ettirme şansınız da doğal olarak azalıyor.  Ama kenarda köşede etkinliğinizi sürdürebilirsiniz tabii.

Tiyatro yapanların gerçekten bir dertleri var mı, yoksa şunu şunu yaparsam görünür olabilirim kaygısındalar mı? Görünür olmak, tiyatro başta olmak üzere sanatın her alanı için çok önemli tabii ama bu kaygının özgünlüğü kısıtlamaması lazım.  Yoksa sanat, sanat olmaktan çıkıyor. Sonuçta, yaratıcılık, kaynağını özgünlükte ve sahicilikte buluyor, öyle değil mi?

 Tiyatronun gücünü yaşamdan aldığı oranda anlamlı olduğunu düşünüyorum.

İÇERİK YAŞAMLA BAĞLANTILI OLMALI

-Tiyatroyla gerçek yaşam arasında örtüşen noktalar var mı?

-Kitabımın adı Yaşamdan Tiyatroya Tiyatrodan Yaşama. Bu, çok bilinçli bir seçim. Çünkü tiyatronun gücünü yaşamdan aldığı oranda anlamlı olduğunu düşünüyorum. Tabii tiyatronun oyunsu yanını, performatik gücünü ya da görsel sanatlara yaklaşan yönünü ön plana alarak içeriğini ikinci plana iten çeşitli eğilimler olabilir. Bu tür bir tiyatro anlayışı bana biraz uzak kalıyor.  Daha doğrusu, her tür yeniliğe açığım ama seçtiğimiz türün, biçimin içeriğe hizmet etmesi lazım. İçerik de bir şekilde yaşamla bağlantılı olmalı. Yani sanat, sanat içindir gibi bir anlayışa uzak düşüyorum. Bu nedenle de kitapta üzerinde durduğum oyunların ortak yanı güçlerini yaşamdan almaları. Bu, taşlama türü oyunlardan belgesel tiyatroya değin uzanıyor.

-Tiyatro sanatının nasıl uygulandığını hem ülkemizde hem Avrupa’da uzun yıllardır gözlemliyor, inceliyorsunuz. Türk tiyatrosunun Batı tiyatrosuyla örtüştüğü ve ayrıldığı noktaları özetleyebilir misiniz?

-Ben özellikle Alman tiyatrosundaki gelişmelerden çok yararlandım.  Berlin’de öğrenimimi sürdüğüm 70’li yıllar dramaturji, sahne yorumu ve tiyatro eleştirmenliğinin altın çağıydı.  Berliner Ensemble, Schaubühne tiyatro tarihinde çığır açmış tiyatrolardır. Orada öğrendiklerimi zaman içinde bizim topluma taşımaya çalıştım. Örneğin dramaturji yani  tiyatroda düşünsellik ne kadar önemli bir kavram. O yıllarda bizde de özellikle tiyatronun düşünsel yanı yeterince gelişmemişti. Dostlar Tiyatrosu gibi istisnalardan söz etmiyorum tabii. İstanbul Üniversitesi’nde 90’lı yılların başında kurduğum Dramaturji ve Tiyatro Eleştirmenliği Bölümü bu ihtiyaca yanıt veriyordu ve hâlâ da veriyor. Bugün bizde de alımlama, sahne yorumu, dramaturji gibi kavramlar yerleşti. Tiyatro eleştiri anlayışı da çok gelişti. Bu sürecin sonunda özellikle ödenekli tiyatrolara alternatif özel tiyatrolar yeni arayışlara girdiler. Bunları önemli gelişmeler olarak görüyorum. Öte yandan Almanya’da tiyatro düşüş dönemine girdi. Gücünü yaşamdan alan bir tiyatro anlayışı, yerini içerik ve iletiden bütünüyle soyutlanmış bir performatik tiyatroya bıraktı. Sahne ile izleyici arasındaki iletişim giderek yıpranmaya başladı. Kitapta yer alan oyun çözümlemelerimde ve incelemelerimde oradaki gelişmelere ışık tutmaya çalışıyorum. Tüketim toplumunun yarattığı bir bıkkınlık mı söz konusu? Bilemiyorum belki. 

-Tiyatro sanatında Batı’yı taklit etmenin sonuna geldik mi? Bu anlamda “özgün” yapıtlarımızdan birkaç örnek verebilir misiniz?

-Aslına bakarsanız Batı’yı taklit diye bir şey yok; etkileşimler var. Bu da sürekli bir devinimi beraberinde getiriyor. Küreselleşen bir dünyada bu tür etkileşimlerin olması elbette çok yol açıcı. Ama tabii yine kültür endüstrisi devreye giriyor ve büyük balıkların üretimlerini özellikle görünür kılarken küçük balıklara pek şans tanımıyor. Sözgelimi ben Ukrayna’ya gittiğimde orada izlediğim bazı oyunlardan öyle etkilenmiştim ki. Ama biz Ukrayna’da ne olup bittiğini bilmiyoruz bile.

UCUZ KOMEDİLER PİYASADA ÇOK

-Ülkemizde tiyatro, halkımıza istenen ölçüde ulaşabildi mi?

-Bizde Batı ülkelerine oranla tiyatro ile izleyici arasında öteden beri çok daha canlı ve dinamik bir etkileşim vardır. Tiyatro zaman içinde Anadolu’da da sayısız izleyiciye ulaşabildi. Bunu çok olumlu bir gelişme olarak değerlendiriyorum. Sözgelimi en son Lena, Leyla ve Diğerleri oyunumu izlemek için Diyarbakır’a gittiğimde oradaki izleyicinin tepkisine hayran olmuştum. Öylesine bir dikkat, düşünce ve duygu yoğunluğu vardı ki… Benzer bir deneyimi Antep’te de yaşamıştım. Sahne ile izleyici arasında benzer bir etkileşime Ukrayna’daki tiyatro festivallerinde de tanık olmuştum. Büyük olasılıkla Avrupa dışındaki ülkelerde de benzer gelişmeler vardır.

-“Belgesel tiyatro” kavramından ne anlamamız gerekiyor? Ülkemizde örnekleri var mı?

-Belgesel tiyatro, yaşanan gerçekleri belgeleyen bir tiyatro anlayışı çerçevesinde ortaya çıkıyor. Bunun en çarpıcı örneklerinden birine Dostlar’da sahnelenen Sivas Acısı’na bu kitapta ayrıntılı olarak yer veriyorum. Doğrudan belgelerden yola çıkarak tarihte yer alan bir olayın, bir adaletsizliğin tiyatroya uyarlanması toplumsal ve politik yönelimleri daha iyi görmemizi sağlıyor. Politik tiyatronun altın çağını yaşadığı 60’lı, 70’li yıllarda belgesel tiyatro özellikle çok gelişmişti.  Tabii bu alanda Ensar olaylarından sığınmacıların sorunlarına değin inanılmaz bir malzeme var bizim toplumda. Ancak ucu toplumsal ve politik yapılanmaya dokunduğu için kimse kolay kolay belgesel tiyatro yapmak istemiyor.

-Dinsel değerlerin ağırlıkta olduğu ve dayatıldığı geleneksel bir toplumda yaşıyoruz. Çağdaşlaşma sürecimiz ne gibi zorluk ve engellerle karşılaşıyor? Tiyatro sanatımız bundan nasıl pay alıyor?

-Gelenekler dondurulduğu ya da bir baskı aracına dönüştürüldüğü oranda sanatla büyük bir çatışma yaşıyor. Çünkü sanatın en temel özelliği, bu tür dayatmalara ve sınırlandırmalara gelememesi. Muhafazakâr bir anlayış tiyatroları susturmaya ya da kendi doğruları doğrultusunda manipule etmeye çalışıyor. Suya sabuna dokunmayan oyunlar, ucuz komediler piyasada çok. Ama önemli sorunları farklı biçimlerde ele alan düşündürücü oyunlar da var. Ben de kitabımda örneklerle bu tür oyunları mercek altına alıyorum. Ayrıca kendim de yazar olarak böyle bir çalışma sürecinin içindeyim. Biliyorsunuz, son yıllarda toplumsal cinsiyet kavramı çerçevesinde kadın oyunları çok gelişti. Eşitsizliğe karşı çıkan, kadın özgürlüğünü savunan oyunlar öyle çok ki. Ben de bu alanda çalışıyorum. Gerçek yaşam öykülerinden yola çıkarak kadın oyunları yazıyorum. Yıllardır farklı tiyatrolarda sahnelenen Lena, Leyla ve Diğerlerinde baskılı bir toplumda bir kadının kimlik arayışı anlatılıyor. Hayal Satıcısında bir falcı kadının yaşamından yola çıkarak kadının kadını sömürmesi sorunu gündeme geliyor. Şimdi de Ankara Fareler Tiyatrosu’nda kadınların eril uykularından uyanmaları konusunu gündeme getiren Yüzleşme oyunumu sahneliyoruz. Bütün bu çalışmalar kadını eve kilitleyen ve ikinci sınıf bir varlık olarak gören muhafazakâr bir ideolojiye bir karşı duruşu gündeme getiriyor. Başka tiyatrolarda da bu tür arayışların olduğunu görüyoruz.

Muhafazakâr bir anlayış tiyatroları susturmaya ya da kendi doğruları doğrultusunda manipule etmeye çalışıyor. Suya sabuna dokunmayan oyunlar, ucuz komediler piyasada çok.

ÖNEMLİ OLAN HANGİ SORUNUN NASIL ELE ALINIP OYNANDIĞI

-Son yıllarda tek kişilik oyunların daha çok sergilenmesini neye bağlıyorsunuz?

-Herhalde öncelikle ekonomik bir nedeni var bunun. Öte yandan, bugün özellikle anlatı tiyatrosu ilgi görüyor. Biz meddah geleneğinden geldiğimiz için belki de bu tür bir anlayışa çok daha yatkınız.  İyi bir metin söz konusuysa, oyuncu güçlüyse ve sahneleme iyiyse tek kişilik oyunların kendini kabul ettirme şansı çok yükseliyor. Tek kişilik oyunlar oyuncunun performansına dayandığı için oyuncunun çok iyi olması çok önemli. Ama bu konuda sıkıntımız yok bence.

-Günümüzün Türk tiyatro oyun yazarlarını etkileyen etmenler nelerdir? Türk tiyatro oyun yazarlarının yeterince işlemediği bir toplumsal konu var mı?

-Azınlıkların, ötekileştirilen insanların sorunlarından kadın sorunlarına değin dünyanın konusu işleniyor. Yine de bir sürü konu var yeterince önemsenmeyen ya da oto sansürden dolayı ele alınmayan. Bunların başında çocuk tacizi geliyor sözgelimi. Ama bence önemli olan hangi sorunun ele alındığı değil, nasıl ele alındığı, sahnelendiği ve oynandığı. Çünkü ağırlığı olan bir sorunu ele alabilirsiniz ama yeterince iyi sahnelenemezse ölü doğmuş demektir.

-Türk tiyatro sanatçıları Avrupa izleyicisine ulaşabilmek için nasıl bir yol izlemeli?

-Neden sadece Avrupa izleyicisi? Buna dünya izleyicisi dememiz daha doğru olmaz mı? Bugün dünyanın bir ucunda olup bitenleri festivallerin sayesinde rahatlıkla izleyebiliyoruz. Korona döneminde iyice yükselen dijital tiyatro da buna çok fırsat veriyor. Tiyatrolar da böylece yurtdışı turnelere gidebiliyor. Tabii ki oyununa göre seslendirme ya da alt yazı da çok önemli.

-Dramatik, epik, uyumsuz ve deneysel tiyatro akımlarına örnekler verir misiniz?

-Birkaç yıl önce yazdığım Tiyatro Alımlama, Dramaturjiden Sahne Tasarımına kitabımdaki sahne çözümlemelerine bu konuya geniş çapta yer veriyorum. İlgilenen, bu sorunuza da somut örnekler bulacaktır bu çalışmamda. Çünkü sorunuz kısa bir söyleşide dile getirilemeyecek kadar kapsamlı.

-“Sanatın yalnızca kurmaca olması gerekmiyor” diyorsunuz. Bu savınızı açar mısınız?

Sanat, tiyatro sözgelimi yaşam öykülerine, belgesel olana yer vererek kurmacayla belgeseli harmanlayan bir anlayışı savunabilir ki, ben de tiyatro oyunlarımda bu yaklaşımdayım.

Her gün bir kadının öldürüldüğü ülkemizde kadın sorunu yıllardır gündemde. Sanatın buna ilgisiz kalması hiç mümkün mü?

SON YILLARDA NİTELİKLİ ELEŞTİRİ YAZILARI YAZILMAYA BAŞLANDI 

-Sizin yazdığınız oyunlarda toplumsal cinsiyet ve kadın konuları ağırlıkta. Bunun bir açıklaması olmalı.

-Her gün bir kadının öldürüldüğü ülkemizde kadın sorunu yıllardır gündemde. Ama sadece bizde mi? Dünyanın her bir yerinde böyle. Bakın, uygarlığın beşiği sayılan Almanya’da bile üç günde bir kadın öldürülüyormuş. Sanatın buna ilgisiz kalması hiç mümkün mü? Ataerkil geleneksel toplumlarda kadın bir köle ya da nesneye dönüşürken modern toplumlarda da hiçe sayılıyor. Büyük bir adaletsizlik söz konusu. Ama bence tiyatro kadın konusuna ağırlık veriyorsa sadece kadının nasıl ezildiğini göstermekle yetinmemeli. Kadını ezen ya da yok eden mekanizmaları toplumsal ve politik bağlamı içinde gösterebilmeli. 2016 darbe girişiminden hemen sonra Memleketimden Kadın Manzaraları başlıklı kara mizah bir oyun yazmıştım. Yaşadığımız baskılarla kadınların açısından bir hesaplaşmaydı. Devlet Tiyatrosu’nda kuruldan geçti ama kimse sahnelemeye cesaret edemedi daha. Çünkü bu tür konuları, sorunların temeline inerek anlatmaya çalıştığınız oranda çok kimse rahatsız oluyor. Ama bu beni hayal kırıklığına uğratmadı. Bu alanda çalışmayı sürdürüyorum. Nitekim Duygu Asena roman ödülü alan Haneye Tecavüz adlı romanı Korona günlerinde Anlatılamayan Öyküler başlığıyla Mareliber ekibi ve çok iyi oyuncularla diji tiyatroya uyarladık. Yani tiyatro ile video art karışımı bir tiyatro anlayışı söz konusu. Umarım yakında izleyebilirsiniz.

-Tiyatro, şiddet kültürüne karşı bir direniş olabilir mi?

– Kitabımda şiddet izleği çerçevesinde yurtiçinde ve dışında izlemiş olduğum ve beni bir şekilde etkileyen çeşitli oyunlara yer veriyorum. İzlediğim oyunların pek çoğu ciddi bir direnişi dile getiriyor.

-Tiyatroda eleştirel düşünmenin temel özelliği nedir? Tiyatro eleştirmenliğinde ne gibi yanlışlar yapıldı? Doğru yaklaşım (bakış) nasıl olmalı? Bizdeki eleştiri anlayışının eksikleri ya da yanlışları nelerdir?

-Eleştiri çoğu kez yüzeysel, öznel izlenimler olarak kalıyor. Ama son yıllarda buna karşı bir anlayış gelişti bizde; temeli ve derinliği olan nitelikli eleştiri yazıları yazılmaya başlandı. Tijen Savaşkan’ın Prof. Dr. Hasan Anamur’la birlikte yıllarca çıkardığı Teb Oyun dergisindeki kapsamlı eleştiri yazıları ve modelleri bence buna güzel bir örnek veriyordu ve ben de her sayısı neredeyse bir kitapçık değerinde olan bu dergiye yazılarımla katılıyordum. Biliyorsunuz, bizde dergicilik ya çok kolay magazine kayıyor ya da akademik olmak kaygısıyla asık yüzlü bir dergiye dönüyor. Teb Oyun çok farklıydı. Ekonomik krizle birlikte yayımlanması imkânsızlaşınca Tiyatro Eleştirmenler Birliği’nin bir şekilde sahip çıkacağını ummuştum ama öyle olmadı. Tabii, iyi kötü, yapılan her şeyin bir sonu da vardır ama bir kez iyi bir şey yapılmışsa bir süre bir tıkanma yaşansa bile mutlaka zamanı gelince yine devamı başka bir biçimde gelecektir. Teb Oyun dergisi belki e dergi olarak devam edebilse hem tiyatrocular hem de genç eleştirmenler için yol açıcı olabilir.

-Tiyatro sanatı, ülkemizde demokrasinin gelişmemiş ve yerleşmemiş olmasından nasıl pay alıyor?

-Ya olduğu yerde sayarak ya da direnerek… Yaşamdan Tiyatroya Tiyatrodan Yaşama kitabımda ikincisine örnekler getirmeye çalışıyorum.

BEĞENDİYSENİZ PAYLAŞINIZ