Yaratan emeğe ve ‘insan’a inanmaya devam edeceğim

Geçen zaman içerisinde benim iflah olmaz diye düşündüğüm kavramsal olarak ‘insan’a olan inancım doğal olarak biraz farklılaştı ve evrildi. Eskisi kadar iyimser değilim o konuda. Zaman içerisinde bütün deneyimlerim, okuduğum metinler bana insanın doğasında ‘iyi’ ya da ‘kötü’ kavramının olmadığını, bunların kültürel değerler olarak var olduklarını ve kültürel değerler değiştikçe de bunların değişeceğini gösterdi

Ali TAŞ
alitas1970@gmail.com

Üniversite yıllarımda en çok etkilendiğim kitaplardan birisiydi, William Golding’in ‘Sineklerin Tanrısı’ kitabı. Bir deniz kazası sonucunda ıssız bir adaya düşen, farklı yaşlarda bir grup çocuğun, kendi içlerindeki liderlik mücadeleleri, bu mücadele sonucunda da finalde adayı yakmaları ile sonuçlanan bir romandı, ‘Sineklerin Tanrısı’

O dönemlerde iflah olmaz bir kavramsal ‘insan’ hayranı olan ben, çok sarsılmıştım Golding’in yaklaşımına ve karamsarlığına. Çünkü kitap, kavramsal olarak insanın “kötücül” olduğu üzerine kurgulanmıştı.

Geçen zaman içerisinde benim iflah olmaz diye düşündüğüm kavramsal olarak ‘insan’a olan inancım doğal olarak biraz farklılaştı ve evrildi. Eskisi kadar iyimser değilim o konuda. Zaman içerisinde bütün deneyimlerim, okuduğum metinler bana insanın doğasında ‘iyi’ ya da ‘kötü’ kavramının olmadığını, bunların kültürel değerler olarak var olduklarını ve kültürel değerler değiştikçe de bunların değişeceğini gösterdi.

Burada ‘kültür’ kavramına bir parantez açmak gerekiyor. TDK, “insanın ürettiği maddi ve manevi değerler” diye tanımlar kültürü. Bozkurt Güvenç Hoca ise daha kompleks bir tanım koyar kültür ile ilgili. Güvenç Hoca’ya göre kültür, “insanın doğa, kendisi ve toplum ile arasındaki karmaşık ilişkiler bütünüdür.” Her iki tanımda da farklı vurgular ve göndermeler olsa da, bir birikim durumu söz konusudur. İki tanımı da birleştirerek eklektik bir sonuca ulaşmaya çalışırsak, “insanın çevresi ile karmaşık ilişkilerinden elde oluşturulan değerler” de diyebiliriz. Bu değerler de ancak bir zaman dilimi içerisinde elde edilebilir. Öyle bir anda ulaşılabilecek ‘şey’ değildir. Zaman içerisinde deneye sınaya üretilen, özellikle “manevi” değerler, yeri gelir insanlığın pusulası haline gelir. İşte bu nedenle de zaman dilimi ve bu zaman dilimi içerisinde elde edilen birikim insanlığın en büyük hazinesidir.

Bu günlerde ABD’deki eylemler nedeniyle çokça karşılaştığımız ‘kölelik’ işte bu değerlerin ‘manevi’ tarafının kesintiye uğramasının sonucunda ortaya çıkan bir olgu kanımca.

Şöyle ki; bildiğiniz gibi ABD, Avrupa’dan, çoğunlukla da o günün koşullarında, suçlu, dışlanmış kişilerin büyük göçünden var olan bir ülke. Bu kişiler Avrupa’dan Amerika kıtasına göç ederken yanlarına tarihin süzgeci ile beslenen genç ve dinamik Avrupa kültürünün başta teknoloji olmak üzere maddi ürünlerini aldılar. Ancak bu kişiler, önemli ölçüde garip, gureba, gariban takımıydı. Yanlarına alabilecekleri “manevi” değerler bütününe yeterince sahip değillerdi. Yani, toplumsal pusulaları bozuk yola çıkmışlardı. Oysa Avrupa, kölelik sistemini bir toplumsal biçim olarak yüzyıllar öncesinde bırakmış, feodalizmi geçmiş, hızla kapitalizme doğru yol alıyordu. Ancak Amerika’ya giden bu insanlar Avrupa’nın bu tarihsel mirasından habersiz oldukları için köleliği engelleyecek değerleri yoktu. Manevi değerler kesintiye uğradığı için, doğal olarak yeni manevi değerler üretilmesine ihtiyaç vardı. Maddi üretimi artırabilmek, artık değeri fazlalaştırabilmek için ücretsiz iş gücünü keşfettiler. Bu koşullar altında, bu değerlerin olmaması ve yeniden üretilme durumunu da tepe tepe kullandılar ve ortaya bugüne kendisini (Amerika özeli için) ırkçılık olarak devreden süreci başlattılar.

İşte Golding’in ‘Sineklerin Tanrısı’ ile kölelik burada birleşiyor. Her ikisinde de kendi haline kaldıklarında ve değerlere bağlı kurallar dizgesi olmadığında ‘insan’ kavramının yıkıcılığı ortaya çıkıyor. Çocuklar bir adayı ateşe vermişlerdi, Amerikalılar da bugün bir insanlık suçu olarak kabul edilen kölelik ve devamında ırkçılığı miras olarak bıraktılar.

Bu deneyim; tarih bilmeyi, bilmekten de ziyade aktarmayı, tarihin mirasını kültüre, yani değere dönüştürmeyi, yaşamsal değer olarak önümüze koyuyor. Son olarak, içimdeki iflah olmaz kavramsal ‘insan’ iyimserliği, bilginin aktarımı ve birikimi becerisi nedeni ile kültürel ‘insan’ iyimserliğine evrilmiş durumda. Bilginin üretimi ve aktarımı süreci devam edip de kültüre dönüştürülme becerisi kesintiye uğramadığı sürece bunu yaratan emeğe ve ‘insan’a inanmaya devam edeceğim.